Bir satırı bin kere okuyorum, tanıştığım insanların isimlerini hatırlamıyorum, odalara girip girip “Ne alacaktım ben ya?” deyip çıkıyorum...
Bu aralar uyku düzenimi yerle bir etmiş olmam sebebiyle manyak gibiyim. Bir satırı bin kere okuyorum, tanıştığım insanların isimlerini hatırlamıyorum, odalara girip girip “Ne alacaktım ben ya?” deyip çıkıyorum.
Koca gün 3 dakikada geçiyor. Ne zaman Mayıs oldu, ne zaman 2012 oldu, ne zaman 21. Yüzyıl oldu? Ne oldu yahu? Ne oldu şimdi?
Ofisteki kedimiz Bono gibi, sürekli bir şok hali. “Alican kimdi ya? Selda kim ya, imdat! Kahrolası!”
1 saatlik uykuyla dünyaları devirdiğim günleri iyice özler oldum. Dahası, beceremediğim şeylerden bile şımardığım o “küçük pislik” hallerimi.
Bazen “büyükler” size sorarlar, “Ayşe Abla’yı hatırlıyor musun sen? Küçükken sana 6 ay falan bakmıştı.”
Eğer “Aaa hiç hatırlamıyorum, kim yahu?” diye merakla soruyorsanız, siz “veteran” gruba giriyorsunuz.
Çünkü çocukluğunun tadını çıkarmakta olan o ukala dümbelekleri, bu soruya dondurma yiyerek “Yooo,” diye cevap verirken başka taraflara bakarlar.
Birilerini veya bir şeyleri hatırlamadığın için havalara girmek çocuklara özgü bir harekettir.
Bir kişinin kim olduğunu “Hatırlamıyorum” derken şaşkınlıkla karşındakiyle göz teması kurmak, “Ay vallahi hatırlamıyorum yaa” diye bir elinin dışıyla diğer elinin içine vurmak, o kişiyi hatırlamıyor olmanın doğuracağı melun sonuçlardan duyulan korku, biz büyüklere özgüdür.
Çocuk, kafasının tam hizasında biten balkon demirlerine tutunmuş, tek ayağını alttaki demire atmış bir ileri bir geri hafif hafif sallanarak aşağıdaki kediye köpeğe bakarken, sizin “İsmet Abiyi hatırlıyor musun sen?” sorunuzdan fenalık geçiriyor gibi bir hallere girer.
Yahu gerizekalı, ne havalara giriyorsun, cool’luktan mı hatırlamıyorsun sanki, beynin yoktu, o yüzden hatırlamıyorsun. Beynin gelişmemişti. Beynin. Beynin!
Dümbelek ya. Anlayacağınız çocuk kafasına olan kıskançlığım bu aralar had safhada. Durmaksızın şımarıklık, sürekli yerle bir halde yaşamaktan, solucanlarla karıncalarla saatlerce ilgilenmekten duyulan özgüven; bütün gün yakın çekim yerler, su birikintileri, toprak, otlar, taşlarla haşır neşirsin diye salak bir sevinç; günde 75 kere düşüp asfaltta yırtılmış kanlı dizle zombi gibi oyuna devam etmekten duyulan rahatlık; sürekli kafa-göz yarmak, dirsek patlatmak, top patlatmaktan hiç duymadığın suçluluk; asla eve iş getirmemek, tekmeyi patlattığın arkadaşınla ilgili akşam eve gelince bir ufacık hatıra kalmamış olmasından duymadığın pişmanlık...
Hatırlamamaktan korkmamak... Unutmaktan korkmamak... Hay bin kunduz!