Alıştınız tabii yerden yere vurulduğumuz haberleri okumaya, böyle bir başlık hiç beklemiyordunuz...
Alıştınız tabii yerden yere vurulduğumuz haberleri okumaya, böyle bir başlık hiç beklemiyordunuz. Gurur murur... Biri var. Bizim memleketten. İsmi Cemocan Yeşil. Canımız Cem-o-canımız da diyebiliriz kendisine. - Öğlen bir grup insan yemek yiyoruz. Üzerine sekiz ayrı banka hesabı sızmış her Türk insanı gibi bunalımdayız. Yine her başarılı Türk insanı gibi, Berlusconi'nin çılgın partilerinden, Mihriban Aliyev’in geçirdiği estetik ameliyatlardan, Kaddafi’nin sarışın sevgilisinden dem vurmayı tercih ediyoruz. Böyle deli deli konular birbirini kovalarken, “Akşam NASA açıklama yapacakmış, uzayda hayat var mıymış yok muymuş,” adlı önemli mesele gündeme geldi. Açıklamanın ne olacağıyla ilgili herkes kendi teorisini dile getirmeye başlamışken bir tanemiz gayet normal bir şey anlatıyor gibi girdi konuya: “Yahu benim liseden bir arkadaşım var. İsmi Cemocan. NASA’da. Şu an uzaya gitmek üzere altıncı sırada bekliyor. Yılda bir kişiye sıra geliyor. Cemocan 6 yıl sonra uzaya gidecek, uzaya çıkan ilk Türk astronot olacak.” Ortamı donduran derin bir sessizlik... Söz konusu sessizlik bozulmak bilmeyince, arkadaşımız devam etti: “Bir de bu çocuk Broadway’de sahneye çıkan ilk Türk.” Efendim? Sessizlik devam ediyor. Kurufasulyeler pilavlar bile donmuş, salak gibi bakıyoruz. “Amerikan Hava Kuvvetleri’ndeydi Cemocan. Bunlarda herkes bir yerden sonra kendi uçağını seçiyor. Bu arkadaşımız F-117’yi seçmiş. Onu kullanıyordu en son. Bilirsiniz, o radara yakalanmayan uçaklardan. Nighthawk ya işte. Dünyanın ilk düşük görünebilirlik teknolojisini kullanan uçağı var ya, o.” Masada sessizlik sürüyordu. Bir kedi “meuvvv” diye yanımızdan geçti. Hafif bir rüzgar ağaçları kıpırdattı. “Futbol oynar acayip. Amerikan Hava Kuvvetleri’nde takım kaptanıydı.” Garson gelip “Bir isteğiniz var mı?” diye soruyor. Susuyoruz. Marullar falan çenemize yapışmış. “Şimdi bir akrobasi takımı kuracak. Türkiye’nin ilk özel jet akrobasi gösteri takımını kuracak yani.” E-eeeh! Ne diyorsun yahu! Ne diyorsun sen be! Arkadaşımız “Özledim arkadaşımı ya, dur şunu Facebook’tan bulayım,” diye iPad’ini açarken, masadaki erkekler çoktan çıldırmıştı. İlk Türk astronotu olacak. Broadway’de opera söyleyen ilk Türk. İlk Türk jet akrobasi takımının kurucusu. Amerikan Hava Kuvvetleri takım kaptanı... Bu ne ya? Bana bak, çabuk bul şu adamın bir fotoğrafını. Eğer bir de yakışıklıysa var ya, oğlum çok kötü dayağı yersin bak! Çok kötü olur bak. Arkadaşımız, Cemocan’ın gayet yakışıklı bir şekilde uçağının yanında sırım sırım sırıtan fotoğrafını gösterdiğinde, film iyice koptu. Masadaki erkekler testosteronlarını ne yapacaklarını şaşırırken, hep beraber bir süper kahramana, bir masal prensine dönüşen Cemocan’ın varoluşu bizim Türk kafamızda hemen gerçekdışı bir hal aldığından, kurufasulyeye pilava dönme eğilimleri göstermeye başladık. “Film bunlar, film” genlerimizle, bu kadar ütopik bir başarı abidesi karşısında ezilmeyi yediremeyip kendimizi yüceltecek kötü kötü espriler yapmamıza ramak kaldığını hisseden sorumlu yazar ben, hemen en büyük başarım olan Blackberry’me sarılıp başladım Cemocan hakkında okumaya. - Cemocan Yeşil, 1981 New York doğumlu. Amerikan Hava Kuvvetleri’nde kendisini “Cemo” diye çağırırlarmış. Biz bundan sonra kendisine “Canım benim” diyeceğiz. Dört yaşında ailesiyle Türkiye’ye dönmüş. Ortaokul 3. sınıfta ilk projesi Apollo-11’in Ay’a inişiyle ilgiliymiş. Bu projeyi, Mars’a yapılabilecek insanlı bir yolculukla ilgili teorik projesi izlemiş. Aynı yıl model roket yapımı alanındaki çalışmalarına başlamış. Katı yakıtla çalışan ve paraşütle yere inebilen iki kademeli model roketler yapmış. Yanımızdaki arkadaşımız, bunu doğruladı. “Evet bize göstermişti, teneffüslerde model roketleri bir güzel uçurup paraşütle yere indirirdi Cemocan. Biz de bakardık, ‘Vay be’ falan derdik kendisine. Çok bir şey anlamazdık... Siz doydunuz mu ya? Ben bir tabak daha yiyeyim diyorum. ” Cemocan, Lisede TÜBİTAK yarışmasında gezegenler ve uydular konusunda yaptığı çalışmalarla Fizik dalında Türkiye birincisi olmuş. Arkadaşlarıyla birlikte askeri amaçlı olarak canlı görüntü kaydedip uydu vericisiyle yerdeki alıcılara yollayabilen bir de roket inşa etmiş afacan Cemocan. ABD’ye gitmeden önce İstanbul’da Hava Harp Okulu ve İTÜ’de konferanslar vermeye davet edilmiş. Uzay Sistemleri Laboratuvarı’nda birlikte çalıştığı Prof. David Miller’in tavsiyesi üzerine Amerika’nın en önemli üniversitelerinden olan MIT (Massachussets Institute of Technology)’in Uçak ve Uzay Mühendisliği bölümüne kabul edilen Cemocan Yeşil, “MIT’e kabul edildiğimde hedefimi astronot olmak ya da en azından NASA’da çalışmak olarak kesin şekilde belirlemiştim,” şeklinde konuşuyor. Bu şekilde konuşuyor kendisi. Evet. MIT, Harvard, Tufts ve Wellesley üniversitelerinin ortak yürüttükleri Hava Kuvvetleri Yedek Subay Eğitim Programı’na dahil edilmiş, üniversite eğitiminin yanı sıra Pentagon’da da askeri eğitimlere katılmış. Cemocan bundan önce Türkiye’de, çocukluğundan beri tutkusu olan tiyatroyla ilgili aldığı konservatuar eğitimiyle, elli tane reklamda, bir tane uzun metraj filmde oynamış... İstanbul Gençlik Operası’nın en önemli bariton sesi olarak 6 yapımda rol almış. Özel tiyarolarla Lüküs Hayat gibi müzikallerde oyunculuk yapmış. West Side Story oyunuyla Londra’da defalarca sahneye çıkmış. MIT’de okurken de tiyatro faliyetlerine devam etmiş. Ha, bu arada süper futbol oynuyor kendisi. Amerikan Hava Kuvvetleri futbol takımında sadece oynamakla kalsaymış keşke. Yok, hemen takım kaptanı olmuş. Sonra işte, NASA’da şimdi. Astronot falan olacak Cemocan. Türk bayrağıyla uzaya gidecek. - Herkes allak bullak, birbirimize bakıyoruz. Cemocan’la aynı liseye gitmiş olan arkadaşımız da fena değildir, zekidir kendisi. Ama hani, astronot değil. Düşündüm, şimdi devreler yandı. Herkes bunu aşıp normal hayata dönmek istiyor. Ben bunun şakaya vurulmaması, unutulmaması için daha ne kadar uğraşabilirim... Tam o anda, biri, Cemocan’la aynı liseye gitmiş ve şu anda dünya güzeli bir kızla evli olan arkadaşımıza bakıp espriyi patlattı: “Cemocan astronot olmuş olabilir, ama en güzel kızı da sen kaptın be oğlum!” Gülüşmeler, şakalar eşliğinde ofisimize geri döndük. Bizden kimse katı yakıtla çalışan ve paraşütle yere inebilen iki kademeli model roketler yapmadığı gibi, akşama kadar bir daha Cemocan konusu açılmadı. Mail’ler sözleşmeler falan yazdık. Birkaç müşteriye telefon açıp pazarlık falan ettik. Öyle geçti günümüz. Konuşmadık bir daha ama, Cemocan’ın başarıları içimize sızım sızım sızdı. Medyaya da bir kez daha sızsa iyi olur dedim ben de, yazdım. Aklıma geldikçe de yazayım diyorum. Hatta Cemocan bize mektuplar göndersin, onları yayınlayayım. Memleket hasretini anlatsın, radara yakalanmadan uçmaktan bahsetsin bize biraz; uzayı, futbol tutkusunu anlatsın, tiyatrodan, operadan bahsetsin. Her aklımıza geldiğinde Türkiye’den saygılar sunalım Cemocan’a. Alkışlar sana be afacan! Merakla izliyoruz, sevgiyle kucaklıyoruz.