Köleler Adası, Türkiye toplumu açısından bugün yaşanılan toplumsal olaylara daha geniş bir perspektifle bakmamızın önünü açıyor. Bundan üçyüz yıl önce yazılmış bir Fransız oyununda açık bırakılan önerilerin, sorgulamaların bizlerdeki tezahürünün aklımızın bir köşesini meşgul etmesi oldukça mümkün… Statü, güç ve beraberinde büyüyen özgürlük alanı(!), insanın maneviyatını ve bir toplumu çürütebilir mi?
Fransa'da, 18. yüzyılda yaşanan savaşların mali yükü, giderek artan saray masrafları, kötü yürütülen ekonomik politikalar ve bu politikaların neden olduğu olumsuz gidişat ağır vergiler yoluyla orta ve alt sınıftan halka ödetiliyor, soylular ve din adamlarıysa bu vergilerin kapsamı dışında tutuluyorlardı. Giderek ağırlaşan yaşam koşulları, artan yoksulluk ve açlık toplumsal huzursuzluğun gün geçtikçe büyümesine sebep oluyordu.
Bu dönemde aydınlanma filozoflarının da etkisiyle toplum büyük bir hızla değişmekteydi. Ortaçağdan beri süregelen toplumsal sınıf sistemi; kralın, soyluların ve din adamlarının statülerinden kaynaklanan imtiyazları tehlikedeydi. Merkezi otoritenin baskısına karşı özgür ve eleştirel düşünce, mantık, sağduyu ve eşitlik kavramları halk arasında benimsenip yaygınlaşarak 1789 Fransız Devrimi'ne zemin hazırlamaktaydı.
18. yüzyılda toplum yapısında -orta sınıfın güçlenmesi- ve değer yargılarında meydana gelen değişiklikler yeni bir tiyatro seyircisinin varlığına ve bu yeni seyircinin beklentilerini karşılamaya dönük bir sanat anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tiyatroda soylu beğenisinin beklentilerine uyan klasik akımın oyun kalıpları kırılmaya başlanmış, burjuva sınıfının kültürel değerlerini, beğenisini, yaşam biçimini ve ahlak anlayışını yansıtan "sentimentalizm akımı" ön plana çıkmıştır. Klasik tragedyada hayranlık uyandıran kişiler ve onların idealize edilen yaşantılarının anlatıldığı oyunlar, yerini artık sıradan kişilerin günlük yaşantılarını konu alan, günlük konuşma diliyle yazılan, seyirciyi duygulandırarak etkileyen oyunlara bırakmıştır.
Bu dönem Fransız yazarlarının birçoğu tragedyalarda Racine'in, komedyalarda ise 1720'lere kadar etkinliğini sürdüren Molière'in izinden gidiyordu. Temel felsefesi "insanın doğuştan iyi olduğu" düşüncesine dayanan sentimentalizm akımı 1720'lerde etkili olmaya başlamış ve bu akımın en başarılı temsilcisi Pierre Carlet de Marivaux olmuştur.
Pierre de Marivaux (1688-1763), Molière ve Racine'den sonra Comédie Française tarafından oyunları en çok sahnelenen Fransız yazarıdır. Parisli soyluların evlerinde düzenledikleri edebiyat toplantılarında boy gösteren Marivaux, çeşitli gazete ve dergilerde deneme türünde yazılar yazmıştır. Ama o, asıl yeteneğini Paris'te bir İtalyan tiyatro grubu oyuncuları için, Comedia del arte(İtalyan halk tuluat tiyatrosu) geleneğinden hareket ederek yazdığı eserlerle ortaya koymuştur. Burjuva komedyasının en önemli temsilcilerinden olan Marivaux, soylu ve zengin bir aileden gelmesine, otuzdan fazla oyun kaleme almasına, 1759'da Académie Française'in başına geçmiş olmasına rağmen yoksulluk içinde ölmüştür.
Oyunlarında yeni bir üsluba yönelen Marivaux'nun dildeki felsefi, rafine tarzı, yapmacıklı olanla dalga geçen incelikli samimiyeti ve nüktedanlığı, Fransız diline marivaudage (marivovari) kelimesini kazandırmıştır. Marivaux'nun en önemli özelliklerinden bir diğeri de, karakterlerin duygusal değişimleri üzerinde önemle durarak komedyaya psikolojik bir derinlik kazandırmasıdır. Marivaux'un komedyaya getirdiği bu yenilik daha sonraki yüzyıllarda birçok yazarı da etkileyecektir.
"1725 yılında yazılan ve İtalyan oyuncular tarafından sahnelenen Köleler Adası, Marivaux'nun oyunları arasında 18. yüzyıl ruhunun daha belirgin olduğu birkaç eserden biridir." Eski çağlardan beri var olan, üretim araçlarının değişmesiyle birlikte şekil değiştiren kölelik, bu oyunda aşk, toplumsal eşitsizlik, adalet ve ahlak kıskacında ele alınıyor.
Oyun, efendilerinin zulmünden usanan kölelerin Yunanistan'ı terk edip özgürlüklerini ilan ettikleri bir adada geçer. İki efendi ve onların köleleri deniz kazası sonucu bu adaya düşerler. Ancak burada roller değişmek zorundadır. Bu yeni cumhuriyetin kurallarına göre; efendiler artık köle, köleler de efendidir: Şimdinin yaygın söylemiyle, "ayaklar baş, başlar ayak olmuştur." Kıyafetlerinden isimlerine kadar her şey değiş tokuş edilir.
Köleler Adası'nda intikam almak amacıyla konulan ilk kanun; adaya düşecek bütün efendileri öldürmek ve böylece bütün kölelere özgürlüklerini kazandırmak olmuştur. Yirmi sene sonra "akıl" bu kanunu lağveder ve "bizim yok etmek istediğimiz şey kalbinizdeki barbarlıktır", denilerek "ıslah etme" yoluna gidilir. İşte hikaye de bu ıslah etme anlayışı, amaç ve yöntemleri etrafında gelişir.
Adaya düşen efendilerin köleliğin beraberinde getirdiği acılara duyarlı hale gelmeleri, kibirli davranışlarından dolayı utanmaları, adalet kavramını anlayarak içselleştirmeleri önemlidir. Dönemin filozoflarından Rousseau'nun da dile getirdiği gibi bütün toplum üyelerinin empatiye doğal olarak bir hassasiyet geliştirmesidir asıl amaç. Ancak bu şekilde insancıl, makul ve cömert bir hale gelinebilir. Bunun için de efendiler üç yıl sürecek bir köleliğe mahkum edilirler. Adanın bilge kişisi Trivelin'e göre onlar birer köle değil, iyileştirilmesi gereken hastalardır artık. Zaten isimleri takas edildiğinde Trivelin, Arlequin'e (Köle), "Sevgili dostum, onun adını alırken bu adın size sizin gururunuzu okşamaktan ziyade onun kibrini ıslah etmek için verildiğini sakın unutmayın" der.
Köleler Adası'nda üstünde durulan başlıca temalar arasında, adalet kavramı yer alıyor. Uşakla efendi aynı düzeyde ele alınarak adil olan sorgulanıyor oyunda. Adalet ise alışıldığı üzere "iyiliğin ödüllendirilmesi, kötülüğün cezalandırılması biçiminde değil, erdemlinin sonuna dek erdemini koruması ve seyircide yaratılan acıma duygusuyla" sağlanıyor.
Arleaquin, Iphicrate'e (Efendi): Atina'da senin kölendim. Bana zavallı bir hayvanmışım gibi davranıyordun ve bunun adil olduğunu söylüyordun; zira güç senin elindeydi. Pekâlâ Iphicrate, şimdi de sen senden daha güçlü olanlarla karşılaşacaksın. Şimdi de seni köle yapacaklar ve bunun adil olduğunu söyleyecekler. Ve işte o zaman göreceğiz bakalım, sen bu adalet hakkında ne düşüneceksin.
Toplumsal eşitsizlik üzerinden gelişen hikâye, "statü, güç, özgürlük insanın maneviyatını çürütür mü?" sorusunun cevabını arayan diyaloglarla devam ediyor. Burada bahsedilen maneviyat kavramı ahlak anlayışını karşılıyor. Ahlak kavramı ise dinsel öğelerden bağımsız olarak, insanın yaradılıştan sahip olduğu "iyi olma hali" ve bu "özü korumasıyla" ilgilidir. "Erdemli olmak, her koşulda doğru yoldan ayrılmamak, acı çekenlerin acılarını paylaşmak gibi öneriler, oyunun benimseyip savunduğu ahlak değerleri olmuştur".
Euphrosine (Efendi): O halde çektiğim acıya saygı göster.
Arlequin (Köle): Heyhat! Ben o acı karşısında diz bile çökerim.
Euphrosine (Efendi): Talihsiz bir kadına sırf kimse hesap sormadan zulmedebiliyorsun diye zulmetme. (…) Toplumda bir zamanlar sahip olduğum konuma, soyuma, eğitimime saygın yoksa bile, hiç olmazsa felaketim, esaretim ve kederim kalbini yumuşatsın. (…) Sen özgür ve mutlu bir insan oldun. Bu seni illa kötü kalpli biri mi yapmalı?
Oyun, aradan geçen yüzyıllara rağmen her dönemin kendi (modern) kölelerini yaratmaya devam ettiğini göstermesi açısından önemli… Bir çırpıda okunabilecek oyunda, çökmekte olan eski düzeni yıkıp, insan hakları, adalet, eşitlik gibi kavramları içine alan yeni bir geleceği inşa etmenin, ancak ve ancak "pazarlık payı bırakmadan" geçmişle tamamen yüzleşerek mümkün olacağının altı çiziliyor…
Trivelin (Bilge Kişi): Şimdi size düşen anlattıklarını doğrulamak, hepsi bu.(…) Benim istediğim ya hepsi ya hiçbiri.
Iphicrate (Efendi): Yarısını kabul edip paçayı kurtarayım, olmaz mı?
Trivelin (Bilge Kişi): Hepsi.
- Köleler Adası / Pierre de Marivaux / İş Bankası Yayınları / 55 s. / 2021