Epeydir, sirk seyircisine dönmüştük hepimiz. Şimdi ortaya saçılanlar ise, çirkin bir insanlık sirkinin perde arkası. Aslında çirkindir tüm sirklerin perde arkası; terbiyecisinin tuttuğu ateş çemberinden geçenler, ip üstünde yürüyenler, havada birbirini tutmaya çalışanlar, birbirinin üzerine basarak tepede duran akrobatlar, o anlamsız hünerleri kazanmak için, sahneye çıkana dek küçültücü eziyetlere katlanmak durumundadırlar, ama bundan yüksünmek bir yana terbiyecilerinin gözüne girmek için çırpınıp dururlar.
Çocukluğumdan beri hiç sevmem sirkleri; birazcık alkış uğruna insanların kendilerini ve eğittikleri diğer canlıları binbir şekle sokmaları beni hep rahatsız etmiştir, görmek istemem hiçbir canlıyı böylesi bir durumda. Ama, büyüdükçe anlaşılır ki, tüm bu haller sadece sirklere mahsus değildir, bazıları için hayat bu türden hünerler edinmeye adanmıştır, o sirkin sahnesinde olmak için her şeye katlanmaya hazırdır bazıları, hayatın her alanında karşımıza kurarlar sirk çadırlarını.
Son iki aydır, böylesi bir sirkin perde arkasının ortaya saçılmasının zoraki seyircileri olduk. Mesele, ‘siyasi’ olmaktan çoktan çıktı, aslında zaten çoktan çıkmıştı. Yaşadığımız tam bir sefalet görüntüsü, önce bunu teslim etmeli, yoksa böylesi bir ortamda siyasi yorum yapmaya devam etmek bile sirk soytarısına çevirecek hepimizi. ‘Otoriterlik’, ‘demokrasi zaafı’, ‘yargının çöküşü’, ‘medya üzerindeki baskı’ lafları bile yaşananları izah etmek için fazla soylu tabirler.
Siyaset her zaman, her yerde soylu kavramların ötesinde bir güç mücadelesi alanıdır, ama bu seviyede seyreden bir güç mücadelesi, siyasi gerçekçiliğin çok ötesine savrulmuş bir sefalet tablosu. Sıradan nüfüz ticaretini ‘siyasi darbe’ diye pazarlamaya çalışan bir iktidar söz konusu ve bu iktidara karşı güç mücadelesine girişmiş bir çevrenin ortaya döktüğü rezaletlerin her detayı başka bir çirkinlik, düşüklük tablosu. Tamahkârlığın, dünya malına tapınmanın ‘iş adamı’ kılığındaki numuneleri, siyasetçilere yalvarıyor, karşılığında neler alıyor belli değil, tafralı sıfatlı medya mensupları tek ayak üzerinde emir alıyor, bir alttakine emir veriyor, bırakın yasallığı, şunu bunu, hiç kimse utanıp sıkılmıyor, eskilerin tabiri ile ar haya etmiyor, izzetinefis meselesi yapmıyor. En traji-komik olanlardan biri, market patronu ‘abi’sinin arazisinden tarihi mozaikleri kaldırmaya söz veren ‘entelektüel’ bakan, ‘Gramsci bu işe ne derdi acaba?’ diye sormak lazım ama değmez, o ve onun gibiler sadece bir teferruat.
Mesele, güce tapmanın insanı sürüklediği kaçınılmaz son. Siyaset sirkinin perde arkasından görüntülerin bize bir kez daha bu hazin gerçeği gösteriyor. Gücün esiri olanlar, her ne konumda olurlarsa olsunlar her şeyden önce, bir üsttekinin sefil esirleri. Kaderleri bir üsttekinin iki dudağı arasında, o nedenle yapmayacakları şey yok, olamaz. O nedenle her gün ateş çemberinden geçme, ip üstünde yürüme, birbirinin üstüne basarak akrobasi talimi yapmak zorunda. Ayakları bir kayarsa, ateşte yanacak, dibi boylayacak, kafayı kıracaklar.
İster para pul, ister mevki şeklinde ve her zaman her ikisini birden temin eden ‘güç’, onlar için her şey, daha doğrusu bunlardan başka güçleri yok. Başka bir şey olmaya niyet etmemişler, başka bir şey olmayı değerli bulmamışlar, sonuçta paraları ve mevkileri dışında hiçbir şey olmamışlar. Bir üsttekine esaretin acısını bir alttakini esir ederek çıkarmak onlara yetiyor. Bırakalım, mevkilerin getirdiği başka nimetleri, birileri ‘bakanım, vekilim, başkanım' deyip ceketini ilikleyecek, dünyaları, hayalleri bundan ibaret o kadar çok insan var ki. Hatta daha da acıklısı; her ne ölçekte olursa olsun kıytırık bir başkanlık, bir makam arabası, bir makam masası o kadar çok insan için o kadar çok şey demek ki, bunlar için verilen kıyasıya mücadele, başka hiçbir şeye, değere alan bırakmayacak şekilde ortalığı kaplıyor, hepimizi soluksuz bırakacak raddeye geliyor.
Her zaman böyle değil miydi? Kuşkusuz evet! Ama, son iktidar gelmiş geçmiş en güçlü iktidar ve dolayısı ile ona yakın olmanın, ona yakın durmanın nimeti çok büyük, alanı çok geniş. Dahası dışında olmak, uzak durmak giderek daha tehlikeli hale geldi. İşte, sözünü ettiğim sefalet tablosu bu nedenle derinleşti, yaygınlaştı. O nedenle, bu iktidar dönemine laf edenin, ‘hep böyle değil miydi?’ diye lafı ağzına tıkamanın kurnaz bir iktidarcılıktan başka anlamı yok. Ne de olsa, bu dönem, yukarıda sözünü ettiğim nedenler ile, doğrudan iktidardan yana durmayı içine sindiremeyen ama bir şekilde ‘makbul’ dairesinde kalmaya veya ‘karşı’ tarafta sicillenmemeye özen gösterenlerin laf cambazlığında tavan yaptığı bir dönem. İktidarın sözcülerini kastetmiyorum, onlar mevzu değil, mazur.
Hâl böyleyken, bu ülkenin okumuş yazmış takımının birçoğu, hâlâ okul ödevi gibi siyasi analiz yazmaya devam ediyor. ‘Ne yani kimse bir şey yazmasın mı?’ diyebilirsiniz. Dişe değer bir şey yazmayacaklarsa, yazmayacaksak yazmayalım, konuşmayalım diyorum. Yaşadığımız şeylerin ağırlığı biraz başımızı öne eğsin diyorum. Bir büyük muhasebe yapmadan yola devam etmek mümkün değil, laf kalabalığının alemi yok diyorum. Hâlihazırda, yazılıp çizilenlerden, dökülen dillerden bu istikamette bir işaret almıyorum. Kimse almıyor, böyle giderse, bir süre sonra ‘aydınlar’ sirki de kepenkleri kapatacak, anlama, anlatma, tartışma zemini itibarını tümden yitirecek, böylesi çok karanlık bir gidiş olur diyorum.
Nefes alınmayacak hâle geldi, bu sirki bir an önce terk edelim diyorum, söz’ün hiç değeri kalmadığında daha kötü şeyler olur, bir şeyler yapalım, öyle olmasın diyorum.