‘Mesele yolsuzluk davası değil, kumpas’ diyen de haklı, ‘kumpas arkasına sığınmayın yolsuzluk yok mu?’ diyen de haklı. ‘Zamanlamaya bakın’ diyen de haklı, ‘zamanlamayı bırak, evlerde çıkan paralar, kasalar neyin nesi?’ diyen de haklı. Ve nihayet, ‘kumpas’ diyenlere dönüp, ‘o halde, Ergenekon davaları da kumpas’ diyenler de haklı. Hepsi haklı, ama durum çok berbat olduğu için bu böyle.
En başında, bu ülkede, askeri vesayet ve "derin devlet"in sorgulanması ve tasfiyesi birçoklarının iddia ettiği gibi, topyekûn bir demokratikleşme ufku ile yapılmadı, dahası hukuk kuralları, adalet anlayışı zedelenerek yol alındı. Bir yandan, eski statükonun tasfiyesi için her yol mubah görüldü. Diğer yandan, iktidarın eski statüko ile mücadelesinin temel meselesinin, o statükonun sadece kendisini tehdit eden unsurlarına karşı mücadele olduğu gerçeği görmezden gelindi. Meselenin derin devlet ile yüzleşme olmadığının en iyi göstergelerinden biri Hrant Dink davasının geldiği nokta, bir diğeri, 90’lı yılların kirli savaşına bir türlü neşter atılamamasıdır. Uzatmaya gerek yok.
Şimdi başka bir safhaya geçildi; muhafazakâr kesimin güçlü cemaati ve güçlü siyasi partisinin oluşturduğu iktidar koalisyonu içinde kavga çıktı. İktidar partisinin ‘kumpas’ dediği bu, cemaatin iktidar partisi karşısında konumlanmasının nedeni de bu. Ne bu kavganın ortaya serdiği tabloya bakıp, ‘tüm bunları, kim, ne nedenle ortaya dökerse döksün işin o kısmını bir yana bırakalım’ diyebiliriz. Ne de, ‘bu kavga olmasaydı, bunlar ortaya dökülmeyecekti, ortaya dökülenleri bırakalım, neden böyle olduğuna bakalım’ diyebiliriz. Böylesi mevzilere çekilmek düpedüz zavallılık!
Hem de ne zavallılık! Dün demokratikleşme adına hukuksuzluğa göz yumanlar, sanki bu yaklaşımın sonu rezaletle sonuçlanmamış gibi, şimdi de yeni şahane tezleri adına ‘cemaatle hesaplaşmak daha önemli, bırakalım iktidar her türlü müdahaleyi etsin’ demeye getirebiliyorlar. Cemaat şeffaf değilmiş, sanki iktidar çok şeffaf! Cemaat hesap verebilir bir yapı değilmiş, sanki iktidar çok hesap veriyor.
Öyle bir zavallılık ki, bir tarafta ‘iktidarı yıpratsın da kim ne için yıpratırsa yıpratsın’ cephesi oluşuyor. Diğer tarafta, ‘şu cemaat tasfiye edilsin de, nasıl edilirse edilsin’ cephesi oluşuyor. Böyle bir siyasi tablodan pespayelik dışında hiçbir şey çıkmayacağı, hiç hesaba katılmıyor. İktidar, içine düştüğü çıkmazdan bir yandan Ergenekon davasını, diğer yandan KCK davalarını cemaate yıkıp, sıyrılmaya çalışıyor. Bırakın, iktidarın açık ve mahcup destekçilerini, Kemalist Barolar Birliği Başkanı dahi, heyecanlı bir sevinçle ortalara dökülüyor. Bırakın onu, muhafazakârlara yakın olmayan, iktidara bugüne kadar uzak duran demokratlar bile, faturayı cemaate çıkarma formülüne ilgisiz kalamıyor.
Diğer taraftan, iktidar partisinin ‘paralel devlet’, destekçilerinin ‘örgüt’ dediği yapıya, Cumhurbaşkanı haber salıyor. Türkiye’yi düze çıkaracak alternatif lider diye umut bağlanan ama son televizyon röportajında, gazetecilere ancak ‘ben ne yapabilirim, siz söyleyin?’ diyen Cumhurbaşkanı, çareyi ‘cemaat’e elçi göndermekte görüyor. Ve tabii Başbakan fırsatı kaçırmıyor, mektuplaşmayı ortaya döküyor.
Bakar mısınız memleketin haline? Diyelim ‘aranan uzlaşma’ bulundu, o zaman da, birileri yolsuzluk davalarının devamının gelmesinden, diğerleri tasfiyeden kurtulacak. Bulunamazsa, iktidar başka müttefikler ile bu sefer cemaati tasfiye edecek, bunun karşılığında otoriter rejimin pekişmesine kaşı itirazlar küllenecek. En azından beklenti bu.
Peki, ‘uzlaşma, çözüm aranmasın da herkes birbirinin gözünü oyar hale mi gelsin?’ diyebilirsiniz. Hayır, tam tersine, uzlaşma dediğiniz şeyi ucuz pazarlığa, siyaset dediğiniz şeyi kurnaz ittifak teşebbüslerine indirgerseniz asıl o zaman bu ülkenin geleceği olmaz. İster iktidar partisi olun, ister bağımsız demokrat, cemaatin şeffaflaşmasını istiyorsanız, bunu dosdoğru söyleyecek, talep edeceksiniz. Cemaatin gücünden yararlanarak yapılan tasfiyeye demokratikleşme deyip alkışladıktan sonra, iktidarın hamlesine güvenip, bu saatte cemaate hesap sormak iş değil! İktidar partisi ile arası iyiyken mesele etmeyip, şimdi aslan kesilmek hiç iş değil! Diğer yandan, bunca şey yaşandıktan, özgürlükler bunca kısıtlandıktan, otoriterleşme almış başını gitmişken hiç ses etmeyip, cemaatin açtığı yoldan, iktidara söyleyemediğini söyleme fırsatı bulmak da öyle. Böylesi bir kavgadan da, böylesi bir saflaşmadan da gidilecek yer daha iyi değil, daha kötü bir Türkiye tablosudur. Tek yol; düştüğümüz çukurda çırpınmak değil, ilkesel bir sıçrayışa akıl yormak, güç vermek. Unutmayın, siyaset her zaman ucuz hesap üzerinden işlemez, özellikle kriz dönemlerinden çıkışta, çözüm ancak pahalı bir ödül olabilir.