Epey zamandır, bugüne kadar düşündüm, taşındım, elim varıp yazamadım. İzninizle, neden böylesi bir kararsızlığa düştüğümü ve neden derdimi paylaşmaya karar verdiğimi anlatmaya çalışayım.
Son siyasi kriz karşısında, iktidar partisi Kürt barış sürecini, bir kez daha koz olarak ileri sürdü. AK Parti, sadece Kürtlere değil, barış ve çözüm sürecini önemseyen hepimize karşı, ‘ben yıpranır, zayıflarsam, süreç tehlikeye girer, ona göre’ diyor. İlk bakışta, haksız da değil, zira iktidarın dışındakiler, koyu milliyetçi bir parti (MHP), çözüm konusunda ufku olmayan CHP ve barış sürecine itiraz eden Gülen hareketi. Nitekim iktidar karşısında muhalefet yapan her türlü milliyetçi çevre, bugünlerde ‘bunlar teröristlere söz vermiş, memleketi elbirliği ile bölecekler’ diyerek, siyasi krizi Kürt çözümüne karşı çıkma vesilesi yapıyor.
Böylesi bir ortamda ve siyasi kriz derinleşirken, Kürtlerin iktidar karşısında yer almasını beklemek haksızlık olur. Buna karşın, öteden beri, Kürt özgürlük mücadelesine kuşkuyla bakanların, Kürtlerin durumunu anlamamakta ısrar edenlerin bu türden bir muhasebe yapmaya ihtiyaçları yok gibi görünüyor. Kürtlerin özgürlük mücadelesini şimdiye kadar dert etmeyen bazılarının ise, iktidara karşıtlık adına, birdenbire Roboski’nin hesabından dem vurmaları, Kürtleri muhalefet cephesine davet etmeleri de ayrı bir mevzu.
Ama hepsi bu mu? Maalesef değil. Kürt özgürlük mücadelesine destek vermek, barış sürecini önemsemek, böylesi bir ortamda sessiz kalmanın mazereti olmamalı. Çünkü, sessiz kalırsak, iktidar partisi ve destekçilerinin demokratikleşme ve çözüm sürecini bir kez daha ‘rehin’ almalarına göz yummuş olacağız. İktidar partisinin, ‘Daha da güçlü olmalıyım ki, demokratikleşme sürecini yürütebileyim’ şantajı bugüne kadar ‘başarılı’ oldu, bu başarının bizi getirdiği nokta da ortada. Bu oyuna daha fazla devam etmek, gerçek bir felakete yelken açmak olacak. Geldiğimiz noktada, demokratikleşme konusunda deniz tükendi, en büyük koz olarak Kürt çözüm süreci masaya sürüldü ve Kürtlerin omuzlarına büyük bir yük bindi. Bence, böylesi bir kritik noktada, Kürtlerin çok düşünüp taşınması gerekiyor.
Hâlihazırda, Kürt siyasi hareketinin lideri Öcalan, iktidarı demokratikleşmeye zorlamak için siyasi krizi bir fırsata dönüştürmek gerektiğini düşünüyor ve ona göre tavır takınıyor. İlk bakışta, gerçekten de, en makûl yol bu gibi görünüyor. Ancak, iktidarın demokrasi sicili bir yana, son olarak yargıyı doğrudan kendine bağlama gayreti içinde bir anlayış, nasıl ve ne zaman demokratikleşmeye zorlanacak belli değil. İktidarın Kürtlere nasıl göz kırptığı ortada; her ses çıkaranı azarlayan Başbakan ve partisi BDP konusunda alabildiğine yumuşak davranarak, kapalı kapılar ardında, geleceğe dair tutup tutamayacağı belli olmayan sözler vererek, pazarlığı canlı tutuyor. Büyük strateji ise şu; güya eli daha da güçlenen iktidar, milliyetçi baskıları bertaraf edip, Kürtlerin özgürlüğünün yolunu açacak. Mesela, yargıyı doğrudan kendine bağlayıp, hapishaneleri boşaltacak. Söyleyin Allah aşkına, böylesi bir ‘çözüm’, çözüm olabilir mi? Destansı bir mücadele ile bugünkü kazanımlarını elde eden Kürtler için yolun sonu böyle mi olacak? Bir ülkeyi otoriterleşme üzerinden derin bir krize sürükleyen bir siyasi aktör, bu saatten sonra barışın, çözümün aktörü olabilir mi? Buna ikna olmamızı nasıl beklersiniz?
Diğer taraftan, ‘ikna olmazsak’ bizi bekleyen sırtlan sürüsü var. İktidarın Kürt meselesini, bir kez daha rehin alma siyasetine karşı en ufak bir itiraz yükseltene karşı inanılmaz bir karalama kampanyası yürütülüyor. Bu kampanyanın en güçlü silahları; ‘iktidar düşmanları Kürtleri iktidara karşı kışkırtıyor’, ‘solcuların gücü iktidara yetmediği için, iş Kürtlere havale edilmek isteniyor’, ‘Kürtler savaşa geri dönmeye çağrılıyor, çok savaşmak isteyen varsa kendi savaşsın’ gibi çirkin ithamlar! Aslında böyle düşünen hiç mi yok? Şüphesiz hayır! Ancak, iktidarın planına karşı her itirazı böylesi toptancı bir yaklaşımla boğmaya çalışmak tam bir psikolojik savaş, başka bir şey değil. Ben Kürtlerin çatışma ortamına geri dönmesini tam bir felaket olarak görenlerdenim, Kürt siyasi hareketinin barış süreci konusunda kararlı tutumu sadece tebrik edilebilir diye düşünüyorum. Son krizde kavga dışında kalma tutumları da son derece anlaşılır. Ama, bu konularda anlaşmak başka şey, sorunlu alanların tartışılmasına karşı psikolojik savaş yürütmek veya bu savaşa Kürt sahasında ön açmak başka şey.
Doğrusu, beni bu tartışma alanında yazmak açısından tereddüde düşüren, bu psikolojik savaş taktikleri değildi, bu taktikler ne bügüne, ne de sadece Kürt meselesine özgü; her türlüsünü gördük geçirdik. Beni asıl düşündüren, Kürt siyasi hareketinin bu krizin başından beri pek çok tartışmaya neden olan siyasi dili ve tereddüte sürükleyen ise bu tartışmayı yapmanın zamanı olup olmadığı hususu idi.
Öncelikle, ‘Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri’ meselesinden bahsediyorum. Bu konuda, Kürt siyasi hareketi çok tepki aldı, ancak konu hâlâ hakkıyla tartışılmış değil. Kürt siyasi hareketini ayrımcı, hele hele ‘ırkçı’, milliyetçi diye tanımlamak büyük haksızlık olur; ama konu ‘büyütmeyin’ diyerek kolay geçiştirilecek bir konu da hiç değil.
Diğer taraftan, bu konuyla bağlantılı olarak, asıl sorunlu olan hususun, komplocu bir zihniyete yakınlık meselesi olduğunu düşünüyorum. Kalkış noktası ne olursa olsun ‘anti-emperyalizm’ tavrı sıklıkla komploculuğa savrulma riski taşır, taşıyor. Türkiye’nin küresel bir komplo ile karşı karşıya olduğu şeklinde, iktidarın dillendirdiği sağ-komploculuk zihniyeti, anti-emperyalizm adına sol bir ‘küresel komplo’ anlayışı ile buluştuğu noktada, sonuç otoriter siyasetin pekişmesi olur. Böylesi bir buluşma, ne Kürtlere, ne de bu ülkede yaşayan hiç kimseye özgürlük ve demokrasi vaat edemez.
Kürt siyasi hareketi ile asıl tartışmamız gereken konu budur diye düşünüyorum. Sevgili Arzu Yılmaz’ın geçen hafta sonu Radikal İki’de yayınlanan ‘Lozan bu işin düğüm noktası’ başlıklı yazısı, beni nihayet bu konuda yazmaya teşvik etti. Yılmaz’ın işaret ettiği, başta Kürtlerin Ermeniler ve diğer gayrimüslimlere ilişkin olmak üzere, yakın tarih okuması, birçok konuyu yeniden düşünmek ve tartışmayı derinleştirmek için çok iyi bir başlangıç olabilir. Yeter ki, böylesi önemli konuları alınganlıklara kurban etmeyelim ve en önemlisi, böyle yaparak iktidarın Kürt barış sürecini rehin alma politikasına teslim olmayalım.