Önce şunu kabul edelim; kolay çıkış yok! Kavga içindeki iki güç olan iktidar ve Gülen çevresi dışına bir göz atacak olursak, öncelikle laiklere, muhalefet partilerine ve hatta her çeşit muhalif çevreye bel bağlamak imkânsız, zira AK Parti iktidarının muazzam bir şekilde sallanması, daha iyi bir geleceğe dair bir umut vadetmiyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün durumu toparlayacağına umut bağlamak zor, zira Gül, halihazırda kendisini bile sukutu hayale uğratmış bir Cumhurbaşkanı, zira, iktidar partisinin ötesinde bir kapsama alanı hedefliyordu ancak, AK Parti’nin Cumhurbaşkanı olmanın ötesinde geçemedi. Kürtler veya Kürt siyasi hareketine gelince; maalesef gelinen noktada, onların dahi siyasi insiyatif alanı daraldı. Sonuçta, ‘karalar bağlayıp oturalım’ demiyorum, sadece geleceğe dair umutları ne AK Parti'ye, ne de onun sarsılmasına bağlayıp oturmayalım, aklımızı başımıza alalım, önce ciddi bir durum tespiti yapıp, sahici umutlar yaratmaya çalışalım diyorum.
Ama önce neden mevcut çıkış yolları kapalı diye düşünüyorum, izninizle onu açıklamaya çalışayım. Öncelikle, umutları iktidarın sarsılmasına bağlamak, tüm umutları iktidara bağlamaktan daha anlamlı değil diye düşünüyorum. Bir iktidarın bu noktaya gelmesi, aynı zamanda sadece muhalefet partileri değil, tüm muhalefet söylem ve siyasetlerinin aczinin ve bir umut yaratma kabiliyetinden yoksun olmasının bir eseri değil mi? Sarsılan bir iktidarın karşısındakiler, zil takıp oynamak dışında Türkiye’ye ne vadediyor, hala belirsiz. Kimsenin hakkını yemek istemem, doğrusu tüm muhalif çevrelerin üzerini bir kalemde çizmek haksızlık olur, ama ‘böylesi büyük bir altüst oluşun altından kalkacak bir muhalefet söylemi ve ufku yok’ diyorum. Ne koyu milliyetçilik, ne Kemalist revizyon, ne kitlesiz sosyalizm, ne de haklı da olsa ‘iktidara karşı tepki’ kendiliğinden geleceğe dair bir umut olamaz. Gezi önemli bir itirazın taşması idi, ama kabul edelim ki, onun üzerine abanmak da çıkış vadetmiyor.
İkinci olarak, Cumhurbaşkanı Gül’lü beklenti ve formüllerin önü pek açık görünmüyor. Doğrusu; Gül’ün ılımlı üslup sahibi olması ve beyefendi kişiliği, bunca zaman demokrasiden uzaklaşma sürecinde, bugüne kadar hiçbir işe yaramadı. Cumhurbaşkanı, demokratik bir hakemlik ve dengeleme işlevi yerine, küçük oynadı, dengeci kişilik sergileyerek, sadece kendisini hasardan mümkün mertebe kurtardı. Eleştiri oklarının yönünü Çankaya’dan uzaklaştırdı, dahası sıradan imalar üzerinden umut vadeden siyasi aktör imajı yarattı. Diğer taraftan, Gül’e ısrarla atfedilen ‘alternatif liderlik’ unvanı ve ‘Erdoğansız AKP’ söylentileri Başbakan’ı daha da öfkeli hale getirdi. ‘Kardeşim’ söyleminin ardında, Başbakan’ın, Gül’ün ‘kendisine rağmen Cumhurbaşkanlığı atağını’ hiç unutmamış olduğunu düşünmek için çok sebep var. Bülent Arınç’ın ‘özgül ağırlığının’ devreye girdiği son önemli olay Cumhurbaşkanlığı seçimi idi. Bir süre önce, yine ‘özgül ağırlığı’nı hatırlattığında, Başbakan’ın verdiği tepkinin bu hatıra ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Başbakan’ın benzer bir tabloya bir kez daha tahammülü olacağını sanmıyorum. En azından hâlihazırdaki görüntü bu. Aynı şekilde, Cumhurbaşkanı Gül de, Erdoğan’a rağmen çıkış yapacak/yapabilecek bir aktör gibi görünmüyor.
Kürt siyasi hareketine gelince; haklı olarak, bir kez daha (Gezi de olduğu gibi) bu didişmenin dışında kalmaya çalışıyorlar. Ama bu Gezi sürecinin ötesinde bir savruluş dönemi, o nedenle mesafeli kalmak çok daha zor olacak. İktidar bunu görüyor ve bu durumu bir imkan olarak değerlendirmeye çalışıyor. Tam da bu nedenle, iktidar çevreleri artık Öcalan iyi, Kandil kötü söylemini terk ettiler, Kandil’e çiçek atmaya bile giriştiler. Bakınız; Abdülkadir Selvi’nin yeni yılın ilk gününde yazdığı yazı (Yeni Şafak) Yazı, “PKK Ortadoğu’da ayakta kalmayı başarmış bir örgüt. Her teklifin üzerine balıklama atlasalardı, bugün yerlerinde yeller eserdi. Saddam yok, PKK var. Bölge dengelerini ve uluslararası stratejiyi iyi okuyorlar. Kandil’de ‘Bizi Türkiye ile savaşa sokup, tasfiye etmek istiyorlar’ düşüncesi hakim. Çok önemli ve bir o kadar da yerinde bir tespit” diye bitiyor. Doğrusu, kim ‘PKK’yi Türkiye ile savaşa sokup tasfiye etmek istiyor’ pek anlayamadım, ama kendini akıllı, herkesi saf sanan iktidar çevreleri, Kandil’in ‘her teklife balıklama atlamama’ siyasetinin mevcut iktidarın çiçek atma stratejisi için de geçerli olduğu düşünseler iyi olur.
Diğer taraftan, iktidarın Kürtlere attığı çiçeklerin o cenahta bir kafa karışıklığına neden olduğunu da gözlemek mümkün. Özgür Gündem gazetesinin Medya Diyalog köşesinde ‘Cengiz Çandar’a sorulan sorular’ (31 Aralık 2013), Kürtlerin, kendilerine daha uzak iktidar karşıtlarındansa, hâlâ iktidarı çözüme zorlamak gibi bir tahayyülleri olduğunun açığa vurmuş hallerinden biriydi. Aslında, bu kafa karışıklığını anlamak mümkün, doğrusu, şu anda iktidara karşı olanların bileşkesi, Kürtlere iktidarın vadettiğinden daha azını vadediyor veya hiçbir şey vadetmiyor. Dahası, siyasal istikrarsızlığın barış sürecine zarar vereceği de kesin. Bu, sadece Kürt siyasi hareketinin değil, hepimizin kaygı duyması gereken bir husus. Ancak, artık o eşik geçildi; yani siyasal istikrasızlık geri dönülmez bir noktaya geldi, dahası iktidarın içerde ve dışarda yaşadığı meşruiyet krizi, onu ‘çözüm sürecini’n bir aktörü olmaktan çıkardı. Çözüm sürecine titizlenmek ve tehlikeye girmesinden sakınmak önemli, ancak mevcut siyaset tablosunun buna artık izin vermediği de bir gerçek. Kürtler de, iktidar karşısında cepheye katılsınlar demiyorum, ama yeni durum onlar için de yeni bir okuma yapmayı gerektiriyor diye düşünüyorum. Mevcut tablonun en çok Kürt siyasi hareketini zorladığını kabul etmek zorundayız. Ancak, böylesi bir savrulma dönemi, sadece mesafeli siyaset ile de, sadece Kürtleri ilgilendiren konular üzerine kapanarak da geçiştirilemez.
Sonuçta, hepimiz için çok karanlık bir süreç içinde yol alıyoruz ve nereye gittiğimiz henüz belli değil, o nedenle en azından hâlâ kolay çıkış arayışı içinde boş hayallere, sığ akıl yormalara bel bağlamaya bir son verelim. Ayrıca, sanki bugünün gelişi çoktan belli değilmiş gibi şaşırmış gibi yaparak da, ‘ben demiştim’ diyerek de, sorumluluktan kaçış yolu aramayalım. Zaman haklı çıkmak derdine düşmek değil, gerekirse kendimizi haksız, yolu düze çıkarmayı başarmak zamanı.