Son 6 aydır bölgede zulüm bitmiyor. İnsan hakları askıya alınmış durumda. Hukuksuzca sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, yüz binlerce insan haftalarca aç, susuz bırakılıyor. Keskin nişancılar hareket eden her canlıya sıkıyor. 100 bin nüfuslu ilçeler ablukaya alınıp devlet tarafından havadan bombalanıyor. İnsanlar sevdiklerini gömemiyor. Damda kuş beslemeye çıkan, kapısının önünde oturan insanlar katlediliyor.
Ve tüm bu yaşanan vahşetin karşısında “AMA hendek…” diyen bir “aydın” profili var karşımızda.
Geçenlerde Silvan’a ilişkin bir yardım kampanyası başlatmak için gittiğim İstanbul’da görüştüğüm yazan, çizen, konuşan, insanlardan en çok duyduğum laf yine bu oldu: “AMA onlar da hendek kazıyorlar”.
“Devlet Silvan’ı 12 gün boyunca bombaladı, yaktı yıktı.” “AMA Hendek var!”
“Devlet Nusaybin’i 14 gün aç-susuz bıraktı, küçük çocukları, hamile kadınları kendi balkonlarında vurdu”. “AMA Hendek var!”
“Devlet Cizre’de çocukların gömülmesine izin vermedi, buzdolabında tuttu.” “AMA Hendek var!”
“Kürt gençleri Tendürek’te öldürdükten sonra yaktılar”. “AMA Hendek var!”
“Helin acıkmıştı, fırın açılınca bir koşu sıcak ekmek almak istedi, başından vurdular.” “AMA Hendek var!”
“Devlet mezarlıkları bombalıyor, ölü bedenlere işkence yapıyor”. “AMA Hendek var!”
“Tahir Elçi’yi katlettiler.” “AMA Hendek var!”
Ben artık bu insanlara “AMA Hendek”çiler diyorum.
Bu arada şunu da not düşeyim: “Ama Hendek”çiler yoğun olarak Türk “aydın”ların içinde olsa da, Kürtlerin içinde de “Ama Hendek”çilerden epey var.
“Ama Hendek var” söylemi kolay bir söylem, hendeğin arkasındakini, hendeğin geçmişini görmeyen ve görmeyi istemeyenler, devlet şiddetine karşı çıkmanın bedelinin ödettirildiği böylesine bir dönem için biçilmiş kaftan!
Hendek meselesini tartışırken birkaç noktayı gözden kaçırmamak lazım:
Birincisi şu: Kürdün hafızası ve bu devletle deneyimi.
Siz İstanbul’da, Ankara’da, Trabzon’da gördüğünüz ilk devlet şiddeti karşısında hemen hendek kazmayabilirsiniz. Devlet Şişli’ye gelip şiddet uyguladığında, sizlerin büyük ihtimal ilk tepkisi hendek kazmak olmayacak. Ama Kürt, devlet şiddetinin gelebileceği boyutu geçmiş tecrübeleri ile iyi biliyor, Kürt zaten devlet şiddeti ile yoğrulmuş bir hafızayı taşıyor. Kürt bu şiddeti tanıyor, bu şiddetin ne kadar büyük olabileceğini biliyor ve artık bu şiddete karşı ne yapacağını bilemediği noktada, bu şiddetten korunmak için kendini savunmaya başlıyor, hendeği kazıyor. Hendeğin arkasında kendisine güvenli bir alan yaratmaya çalışıyor.
Bir diğer önemli konu da şu: Silah her zaman istendiği için ele alınmaz. Gerillaların yaşamını anlatan Bakur filminde bir gerilla şöyle söylüyordu: “Bir çocuğa okuma yazma öğretebilirim, biraz torakla yağ alıp yiyebilirim, akşam yeter bana.” Bazen insanlar istemeyerek o silahı ellerine alırlar, şiddete şiddetle karşı vermek dışında başka bir seçenek kalmayabilir elde. Bazen savunmak için insanlar şiddet göstermek durumunda kalabilirler.
Hendek meselesine bakarken, nerden baktığımız da çok önemli. Ben Diyarbakır’ın gayet varsıl bir semtinde oturan bir Kürt olarak “hendekler kapatılsın” derken, Diyarbakır’ın Suriçi’nde yaşayan bir genç kendi güvenliği için bu hendeği “garanti” olarak görebilir.
Dışarıdan bölgeye gelen yazar ve çizerlerin birçoğu (böyle olmayanlar da elbette var) maalesef benim gibi daha varsıl bölgelerde yaşayan Kürtlerle, ya da esnaflarla görüşüyor. Esnaf zaten hendeği kazandan hoşlanmıyor, çünkü hendek, kazıldığı mahalledeki yaşamı, ticareti birçok şeyi durduruyor. Esnaflar da bundan ciddi bir şekilde zarar ediyor. Gelip sadece bu insanlarla konuşarak karar vermek, ne kadar doğru, hepimiz kendimize bir soralım!
Evet, hendek var, hendeğin arkasında da eli silahlı genç var, ve bu genç şiddet de uygulayabiliyor. Şiddetin girdiği yer de zaten kirleniyor. Hatta bazen bu şiddet sivillere, bu şehirlerde yaşayan bizlere zarar verebiliyor. Tüm bunlardan eminim kimse hoşnut değil, ama gelinen durum maalesef bu.
Peki, biz, bu ülkenin yazan, çizenleri olarak ne yapacağız?
Hepimiz “AMA hendek var” deyip, işin kolayına mı kaçacağız, yoksa bu hendeği yaratan koşulların düzelmesi için mi mücadele edeceğiz? Hendeği yaratan devlet şiddeti ortadayken, hendekli ya da hendeksiz birçok yere bombalar yağarken, bizlerin sadece hendeğe odaklanması bu durumu düzeltir mi? Kürt genci kendisini güvende görmediği müddetçe silahlanacak ve bu silahlanmanın, bu şiddetin nereye evrileceğini hiçbirimiz bilmiyoruz. Daha tehlikeli bir yöne doğru kayabilir de…
Soralım kendimize: Hendeği ve gittikçe silahlanan Kürt gençliğini, şehirleri ablukaya alıp, aç susuz bırakarak, gördüğü her canlıya ateş ederek, insanları katlederek durdurmak mümkün müdür? Devletin her geçen gün artan şiddeti, Kürt gencini ancak daha fazla silahlandırır, ve tüm Bölgeyi bir hendekler bölgesine çevirir. Eminim devlet de bunun farkında.
Devlet üstüne tankıyla, topuyla, keskin nişancısıyla, İŞİD’çilere benzer Esedullah Timi gibi yapılarıyla gelirken, Kürt gençlerin “buyurun kardeş, sağ taraftan” demesini mi bekliyoruz?
Tüm bu yaşananlarda asıl mesele devletin Kürt vatandaşı ile ilişkisidir. Bu ilişki bozuk bir ilişkidir. Devlet Kürdü sevmiyor, devlet hatta Kürtten nefret ediyor, devlet Kürt vatandaşını huzurlu, güvenli, eşit haklara sahip bir yaşam sunmaya değer bulmuyor. Devlet Nusaybin’e, Derik’e giriyor, yıkıp yakıyor, çünkü Kürtleri vatandaş olarak görmüyor. Tıpkı Gazi Mahallesine yaptığı gibi. Çünkü oradaki Alevi’yi de vatandaşı olarak görmüyor. Bu nedenle yıkmakta, öldürmekte bir sakınca da görmüyor.
Evet, hendek var, istesek de istemesek de durum bu. Devlet bu şiddet politikasına devam ettikçe hendeklerin kaldırılması uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Peki soralım devlete, neden şiddet politikasına devam ediyor? Çünkü devlet buradaki vatandaşının talep ettiği haklarını, Kürtlerin bir toplum olarak gasp ettiği haklarını geri vermek istemiyor. Devlet buradaki vatandaşı devletin istediği şekilde yaşasın istiyor. Devlet burada vatandaşını korumuyor da. Çünkü Kürdü korunmaya değer bulmuyor. Tıpkı Tahir Elçi gibi… Eğer devlet onu korunmaya değer bulsaydı, basın toplantısında güvenliği sağlamak için orada bulunan polisler, silahlı bir tehdit söz konusu olduğunda ilk korumayı düşündükleri kişi Tahir Elçi olurdu. Soralım bakalım: Silah sesleri geldiğinde niye Tahir Elçi’nin etrafını çevreleyip onu korumak gelmedi aklınıza?
Şimdi, “Ama Hendek”çiler!
Kendinize dürüstlükle bir sorun bakalım!
Hendek gerçekten derdinizse, neden gelip hendeğin arkasını görmüyorsunuz, neden hendeği oluşturan nedenlerle mücadele etmiyorsunuz? Yoksa devlet için kıymetsiz olan Kürdün canı, çooook derinlerde bir yerlerde, sizler içinde aslında o kadar kıymetli değil mi?