Bugün aslında Suruç’u yazacaktım. Ancak sabah yardım dağıtımına gittiğim Suruç’tan akşamüzeri eve dönerken, yavaş yavaş twittera memleketin karıştığı haberleri de düşmeye başladı.
Önceki gün ufak çaplı başlayan Kobane eylemleri bugün Cizre, Şırnak, Hakkari, Kızıltepe, Diyarbakır, Batman, Van, Ağrı, Elâzığ… tüm Bölgeye yayılmıştı. Beklenen bir şeydi. Bölge günlerdir çok gergindi. Hükümetten yapılan her saçma sapan açıklama gerginliği arttırdıkça arttırdı. “İŞİD ve PKK aynı şeydir”, “Konuşacaklarına gidip İŞİD’le mücadele etsinler”, “Bunlar kantonlar kurmuşlar. Aman Allahım! Nerede kantonlar, nerede silahlı güçler şimdi!” ve en son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düşüncesizce sarf ettiği “Kobane düştü düşecek” sözleri tüm bu gerginliğe tuz biber ekti.
Akşam üzeri 18.30 gibi ulaştığım Diyarbakır’da tüm yollar kapalı. Köy yollarından eve ulaşmaya çalışıyorum. Tüm caddeler, tüm sokaklar yanmakta. Şehirde inanılmaz bir ses var. Herkes bir şekilde gürültü çıkarmaya çalışıyor. Kimisi eline tencere almış vuruyor, kimi balkon demirliklerine vuruyor, tüm şehir “Kobane” diye inliyor. Kürtler her zamanki gibi Türkiye’nin Batısına seslerini duyurmaya çalışıyor.
Ses duyurmak…
Diyarbakır Cezaevi geliyor aklıma. Cezaevindeki insanlık dışı muameleleri Türkiye duysun, seslerini duysun diye kendini yakan insanlar… Ertesi gün çıkan gazetelerde ise cezaevindeki suçlulara ne kadar iyi bakıldığı yazıyordu. İşkenceler daha da arttırılmıştı.
Biz Kürtler hep sesimizi duyurmaya çalıştık bu ülkeye, bu ülke ise hep kulaklarını tıkadı…
Sese biz de korna çalarak katılıyoruz.
Zengin yoksul Diyarbakır’ın tüm semtlerinde protestolar var. Bağlar, Suriçi gibi semtlerdeki protestolara bu sefer zengin Kayapınar, Diclekent, Ofis gibi semtler de katılmış. Diyarbakır uzun yıllar sonra ilk defa bir bütün olarak sokakta.
1 saat sonra eve ulaşabiliyorum. Çocuklar silah ve patlama seslerinden korkmuş, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. 11 yaşındaki büyük oğlum “Anne sen bugün Kürtlerin öldürüldüğü Kobane’ye mi yardım götürdün?” diye soruyor. “Hayır oğlum” diyorum, “Ben sınıra götürdüm, Kobane’ye şuan girilmiyor”. Oğlum devam ediyor, “Anne orada Kürtlerin boğazını mı kesiyorlar?” Sakinleştirmeye çalışıyorum, “Yok oğlum, hiç insanlar kesilir mi?”
Bilgisayarı açıyorum. Türk medyasında çok az haber var. Mevcut haberler de daha çok kırılan otobüs duraklarının camları üzerine… Kürtlerin canı yine haber olamamış bu ülkede.
Her ilden korkunç görüntüler gelmeye başlıyor. Hemen televizyonu açıyorum. NTV’de bayram eğlence programı var. Bir umut CNN’i açıyorum. CNN ise tatilcilerin dönüş çilesine yoğunlaşmış.
Haber alabilmek için tekrar twittere dönüyorum. Bir yandan çocukları sakinleştirmeye çalışırken öte yandan ara ara Diyarbakır’daki durumu anlatan twitler atıyorum. Bölgeden ölüm haberleri gelmeye başlıyor. Memleketimde insanlar ölürken ben her saniye twitterda faşist ve ırkçılardan ağza alınmayacak tehditler alıyorum. Bu ülkenin bayrağı her türlü pisliği örtmede kullanıla kullanıla ülke bu hale geldi. İnsanlık bitti. Kabul etmek gerekiyor ki vicdansız bir ülkede yaşıyoruz.
Hükümetin yanlış politikaları tüm Türkiye'yi yakıyor. Barbar, vahşi, kafa kesen bir örgüt karşısında vatanını savunan halkı desteklemek bu kadar zor olmamalıydı. Kobane düştü düşecek derken Türkiye'yi daha da düşürüyorlar.
Bir twit alıyorum, “acil Diyarbakır Huzurevleri girişinde bir bina yanıyor, içerde çocuklar var” diye. Yetkililere ulaşmaya çalışıyorum. Belediye, Valilik, kurumlar… kimseye ulaşılamıyor. Ancak tanıdık sağlıkçılara haber verebiliyorum.
Bir müddet sonra Hüda-par’cıların sokaklara indiği haberleri geliyor. 90’lar tekrar gözümde canlanıyor. Ablamın arkadaşı olan, kısa kollu giydiği için Hizbullah tarafından satırla doğranan, Batıdan tayinle Diyarbakır’a gelmiş gencecik öğretmen kadını hatırlıyorum. Arkama bakarak yürüme alışkanlığım o günlerden kaldı. Yutkunuyorum…
Hani bir barış süreci vardı bu ülkede. Bol bol konuşuyordu akillerimiz ve her gün televizyonlarda boy gösteren Kürt entellerimiz. Türkiye yeniydi, artık geçmiş geçmişti, hükümete şans vermek gerekirdi… Bakıyorum bugün konuşmuyorlar, hatta Kobane saldırıları başladığından beri susuyorlar, televizyonlardaki yerlerini şu sıralar pek sevdikleri “stratejist” dostlarına bırakmışlar.
Saatler geçiyor. Tüm Diyarbakır her sokak her mahalle yanıyor ve hala hükümetten halkı sakinleştirecek tek bir açıklama gelmiyor. Ateş ve dumanlara tarama sesleri eşlik ediyor. Dışarıdaki herkese ulaştım, ulaşamadığım bir babam kaldı.
90’lar yeniden mi canlanıyor? Hani barış gelecekti…
Saat 22:00 gibi Diyarbakır’da sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Sokağa çıkma anonsu Kürtçe yapılıyor. Sinirlerim iyice bozuluyor. Desenize Kürt açılımı tüm hızıyla sürüyor.
Saat gece 23:00 gibi gösterilerde 10 kişinin öldüğü haberi geliyor. İçime bir ateş daha düşüyor.
Küçük oğlum yanıma geliyor. “Anne biz bu bayram niye şeker almadık” diye soruyor.
Bugün bayram mıydı?