Diyarbakır’a gelen Êzidîlerin büyük çoğunluğu şehrin 10-15 km. dışında Mardin yolu üzerinde piknik alanı olarak bilinen Yenişehir Belediyesine ait fidanlıkta misafir ediliyorlar. Çok az bir grup da şehrin içinde Büyükşehir Beledisine ait Sümerpark alanındalar.
Fidanlığa doğru yola çıkıyoruz. Fidanlık girişindeki sarı kırmızı yeşil tabelaya “Piknik alanımıza Şengal Katliamından dolayı gelen Êzidî halkımız yerleştirilmiştir.Girmek Yasaktır” yazıyor. Belediye yetkilileri bugün itibarıyla (4 Eylül) alanda 2700 Êzidînin kaldığını ancak bu sayının hızla arttığını belirtiyorlar. Sadece dün 800-900 kişinin geldiği söyleniyor.
Bu yeşil piknik alanının yerlerine kilimler serilmiş, geçirilen iplerin üzerine serilen çarşaflarla uyku alanları yaratılmış. Sünger yataklar üst üste dizili. Êzidîler geceleri açık havada çimin üzerine konulan bu sünger yataklarda yatıyorlar. Alanda birkaç çocuk parkı mevcut, gönüllü doktorlar da alanda hizmet veriyor. Gelenler Büyükşehir ve tüm alt kademe belediyeler tarafından ağırlanıyorlar. Örneğin küçük bir belediye 100 aileden sorumluyken daha büyükler daha fazla aileye bakıyor. Yemek alanda yapılıyor ve sabah öğlen akşam dağıtılıyor. Belediyelerin çalışanları ailelerle birlikte bu alanda kalıyorlar.
Bol çocuk gözüme çarpıyor. Çocuklar ilginç bir şekilde çok sessizler, kocaman gözleri ile sessizce sürekli anlatılan katliam hikayelerini dinliyorlar. Birkaç tanesi yerdeki boş su şişeleri ile yine sessizce oynuyorlar. Çocukların sessizliği beni ürkütüyor.
Önce 6 çocuklu Besna’nın yanına gidiyoruz. Besna 6 çocuğuyla 28 gün dağda yürümüş. Ailesinin çoğu öldürülmüş. “Yarını bile düşünmüyorum, şuan sadece çocuklarımın karnının doymasını düşünüyorum” diyor. Tam o sırada yemek dağıtımı yapılıyor. Sofra bezi yere seriliyor, Besna’nın 6 çocuğu oturup yemeğe başlıyorlar. Bugün menüde çorba, köfte patates ve yoğurt var. Bugün de doydu Besna’nın çocukları, ya yarın…
Sonra bir kilimin üzerinde erkeklerle toplanıyoruz. Anlatmaya başlıyorlar. Bazı aileler 21 gün bazıları 30 gün yürüyerek Şengal’den kaçmışlar. Herkesin hikayesi birbirinden acı…
Hesen anlatıyor: İŞİD’çiler köylerine gelmiş, kadınları toplamışlar. “Biz kirliyiz, bizi hamamda yıkayın” demişler. Kabul etmeyen kadınları orada öldürmüşler, kabul eden kadınlar onlarla gitmişler.
Başka bir köyde güzel kadınları ayırmışlar, 130 dolara Suudi Arabistan’dan gelenlere satmışlar. 19 köyden 2000’ e yakın Êzidî kadını İŞİD’çiler kendileriyle götürmüş.
Çoğunluğu Şengal dağının eteğinden YPG’lilerin açtığı koridordan Güney Kürdistan’a, Güneyden de Türkiye’ye gelmişler. Pasaportsuz geçişe izin verilmediğini bildiğim için nasıl geçtiklerini soruyorum. Resmi olarak kapıdan alınmadıklarını ancak sınırdan kaçak geçtiklerini öğreniyorum. Bir süredir sınırdan kaçak geçişlere göz yumuluyor.
İçlerinden biri “YPG’li arkadaşlar bizim için öldüler” diyor. Bir diğer kişi “Gerillalar 3 gün boyunca yemek yemediler. Yemeklerini bize ve çocuklara verdiler” diye ekliyor. Başka biri “Onlar sayesinde yaşıyoruz, bunu unutmayacağız” diyor.
Hacı askermiş. Kendi köyünde KDP’nin temsilcisiymiş. Peşmergeler silahını almışlar. “Gelirlerse biz savaşacağız” demişler. Sonra İŞİD’çiler geldiğinde savaşmamışlar. Peşmerge ile aralarında tartıma çıkmış. Köylüler “Savaşmayacaksanız silahlarınızı bize verin” demişler. Tartışma esnasında birkaç Êzidî ve birkaç Peşmerge de ölmüş. Peşmerge komutanı “bize ‘savaşmayın’ emri geldi” demiş. Hacı sürekli “ben askerdim, savaşa bilirdim, silahımı aldılar” deyip duruyor.
Söze karışan başka biri “2 saat bile Peşmerge savaşsaydı, biz o arada kadınları, çocukları kurtarırdık. Savaşmadılar. Biz araçlarla kaçarken Peşmerge de bizim araçların arasına saklanıyordu” diye ekliyor.
Oturduğumuz kilim gittikçe kalabalıklaşıyor. Herkes hikayesini anlatmak istiyor. Anlatmak rahatlatıyor:
“Kadınlara öldürdükten sonra da tecavüz ettiler.”
“Öyle bir ortamdı ki oğul anneyi bıraktı… Herkes kendi canına düştü.”
“Kürtçe konuşursanız öldüreceğiz Arapça konuşun dediler.”
“Hamile kadının karnını kesip bebeği çıkardılar, bebeği köy meydanında kestiler.”
Çocuklar da bizi dinliyor. O yüzden sürekli konuyu değiştirmeye çalışıyorum. Olmuyor. Ellerindeki telefonlardan bana sevdiklerinin nasıl katledildiğini göstermeye çalışıyorlar. İzlemek istemiyorum. “Bak bak diyor, amcamın oğlunun kafasını kesip facebooka koymuşlar, aha bu da çocukları” diyerek bizi sessizce dinleyen bir çocuğu işaret ediyor. Bakmak istemiyorum. Çocukların ellerinde de o kayıtlar dolaşıyor, çocuklardan almaya çalışıyorum. Olmuyor. Videoda İŞİD’çi elindeki bıçakla adamın kafasını kesmeden öne “La ilaha illallah” diyor. Dehşete düşüyorum. Êzidîler “La ilahe illallah” denerek katlediyor.
“Ya gelecek” “Dönmeyi düşünmüyor musunuz” diye soruyorum. Çoğunluk artık Şengal ismini duymak istemediklerini, dönmeyi düşünmediklerini, Şengalde toprağın kan koktuğunu söylüyor. "Şengalde güvende değiliz, buradaki Kürtlere güveniyoruz, gerilla sayesinde yaşıyoruz, bizi geri göndermesinler" diye ekliyor bir başkası. Bir erkek “burada bize kadın ve çocuklarımıza bakacaklarına dair güvence verirlerse, ben geri dönüp savaşırım” diyor. Ama çoğunluk ya Avrupa’ya gitmek ya da burada kalmak istiyor. “Ya toprağınız” diye soruyorum. “Sizin tırnağınız (Kürtleri kastederek) o topraktan daha değerli” diye cevaplıyor biri. Çoğunluk artık Arapların içinde yaşayamayacaklarını belirtiyor. Bir başkası “Nasıl döneceğiz?” diyor, “hayvanlarımızı evlerimizi bıraktık, bunlar unutulur, ama biz gözleri önünde kadınları alınmış, katledilmiş, tecavüz edilmiş insanlarız, nasıl o toprağa dönebiliriz” diye tekrar bana soruyor. Susuyorum.
Artık ayrılırken yazdığımı bilen biri arkamdan sesleniyor: “Bizi Türk devleti mi ağırlıyor, öyleyse onlara teşekkürlerimizi ilet”. Ben cevaplayamadan başka bir Êzidî cevaplıyor: “Türk devleti ağırlasa böyle çimde mi yatardık, bizi yoksul Kürtler ağırlıyor.”