“…Ve şimdi binlerce yıllık bu tarihi topraklar canlanıyor. Bereket hikâyesi yeniden yazılıyor. Tarihe tanıklık eden bu surlar tüm heybetiyle yeniden dikilecek Dicle’nin karşısına. Sur açacak kapılarını tüm endamıyla. Yeniden güzelleşecek bu kıymetli şehir. Camiler mescitler yeniden selamlayacak gelenleri. Bursa Ulu Cami'ye kardeş Diyarbakır’ın Ulu Camisi'nin minaresinden yükselen ezanlar hiç dinmeyecek. Diyarbakır evlerinin kapılarında bulunan hayratlar gürül gürül akacak ve şehrin susuzluğunu giderecek yeniden. Sıcak yaz günlerinde avlular serinlemek ve dinlenmek isteyenlerle dolacak. Avlularda bulunan süs havuzlarının sesi çocuk kahkahalarına karışacak. Çardaklar Güneş'e kafa tutacak, gölgesinde ağırlayacak ev halkını. Eyvanlar sohbetlerle keyiflenecek yeniden. Evlerin salonlarında Selçuklu ve Osmanlı'nın el işleri sergilenecek. Aileler huzur bulacak yeniden. O güzel sedirler ve halılar hayranlık uyandırmaya devam edecek. Her avlu bir aile hikâyesine dönüşecek. Tarihi merdivenlerin her bir basamağı geleceğe ilham verecek. Nefes alacak tüm avluları odaları. Meşhur Dört Ayaklı Minare herkese hatırlatmaya devam edecek birliğimizi beraberliğimizi…”
Bu sözler Başbakanlığın Sur için hazırladığı animasyon filminden. Filmin içinde bol ezan sesi, bibloya benzer yapılar ve tabi surların üzerinde dalgalanan koca bir Türk bayrağı var. Oldukça kötü hazırlanmış bu film 7000 yıllık Sur’un ruhundan epey uzak.
Başbakan Davutoğlu Diyarbakır ziyareti sırasında kendisini koruyan binlerce asker ve polis arasında, hemen arkasındaki keskin nişancıların gözetiminde, bir avuç Kürde, aylardır Kürtlere kapalı olan, henüz birkaç haftadır açılmış olan Hasanpaşa Hanı'nda sesleniyor:
“Biz yürekten Diyarbekirliyiz. Birileri yüreğimizi parçalamak istiyor. Birileri semaya sanki tek vatanın tek yürek olduğunu göstermek isteyen Suriçimizi parçalamak istiyorlar.”
“Mülkiyet hakkına riayet edilecek. Mimari doku kesinlikle korunacak. Burada mülkü olanlar eldeki imkânlarla neler yapılacaksa yapma hakkına sahip olacaklar. Kirada olanlar kira öder gibi ev sahibi olacak şekilde düzenleme yapıyoruz.”
“Bunlar, ‘Burayı insansızlaştıracaklar’ diyorlarmış. Hayır. Aksine Sur’u aziz Diyarbekirlilerle buluşturacağız. Sur’u ebediyen insanların barış içinde dolaştığı, birbirine selam verdiği, birbiriyle kaynaştığı, güzel bir mekân eyleyeceğiz.”
“Biz bu topraklara sevgi tohumları ekmeye geldik. Bir idealimden de bahsedeyim. Sare Hanım’a söyledim. Sur’da bir evim olsun istiyorum.”
Elle tutulur hiçbir yanı olmayan bu konuşmaya değinmek bile istemiyorum. Ancak Başbakan belli ki Sur’u tanımıyor. Sur zaten insanların birbirlerine selam verdiği, kaynaştığı, güzel de laf mı, dünyanın en güzel mekânlarından biriydi. Animasyonda gösterildiği gibi ruhsuz bir biblo, yapay bir Toledo değil, onlarca kültürün küçelerinde bir arada yaşamış olduğu bir yerdi. Unuttuysanız hatırlatalım Başbakan, binlerce yıllık bu mekânı devlet yakıp yıktı!
Doğrudur, hendekler kazıldı bu sokaklara. Ama hendeklerle mücadelenin başka birçok farklı yolu varken, siz 7000 yıllık kenti “kamu düzeni” adına tankla topla bombalamayı tercih ettiniz. Hendekli ya da hendeksiz yüzlerce yeri yıktınız.
Ve şimdi bu yetmezmiş gibi, “kamulaştırma” adı altında, yangından mal kaçırır gibi evlerimize, sokaklarımıza, küçelerimize el koymaya kalkıyorsunuz! Bir yandan alelacele “kamulaştırma” kararı çıkarıyorsunuz, diğer yandan tepkiler artınca “mülkiyet hakkına riayet edilecek” diyorsunuz! Bakanlar Kurulu kararına mı inanalım, yoksa sözünüze mi?
Bu arada Başbakan, bilmiyorsanız söyleyeyim:
Siz Hasanpaşa’da konuşma yaparken, sadece birkaç yüz metre ötenizdeki Dicle-Fırat Kültür Merkezi'nde aylardır evlatlarının cenazelerini alamayan anaların çığlıkları gökyüzüne yükseliyordu!
Siz Sur’da cuma namazınızı kılarken, Kürt analar evlatlarının cenaze namazını bile kılamıyorlar!
Siz konuşmanızı yaparken Sayın Başbakan, güzelim Suriçi, yıkılmaya, hafriyatı Dicle kenarına atılmaya devam ediyordu.
Siz Başbakan bu konuşmayı yaparken, Kürt analar bölgenin birçok yerinde evlatlarının tanınmayan cenazelerini bulmak için kan veriyordu.
Sayın Başbakan madem buraya kadar geldiniz, neden gerçekleri görmek için Diyarbakır sokaklarında dolaşma zahmetine girmediniz? Eğer Diyarbakır sokaklarını gezmiş olsaydınız, tüm cadde ve sokaklara asılan şu bilbordu da görmüş olacaktınız:
“Tarihe, inanca, hayata, SUR’a karışma!
Hızla Esnafın ve Halkın Zararını Karşıla”
Madem Diyarbakır’a kadar geldiniz, biz sizden barışa dair bir çift laf duymak isterdik Sayın Başbakan! Hiç değilse yakıp yıkılan memleketim, 7000 yıllık tarih için ufaktan da olsa bir özür beklerdik. Gelecek adına bir umut görmek isterdik!
Bu ülke için savaş tek seçenek değildi. Savaş dışındaki tüm diğer seçenekleri elinizin tersiyle ittiniz Başbakan! Siz savaşı tercih ettiniz! Yaşam yerine ölümü tercih ettiniz! Yıkımı tercih ettiniz!
Ne yapacaksınız, bu yıkıntının, Sur’da yıkılan bu evlerin üzerine kendi evinizi mi yapacaksınız şimdi? Ev yıkanın evi olur mu Başbakan!
Size benden söylemesi Sayın Başbakan!
Şehrimizi yakıp yıktı bu devlet ama elimizden alamaz! Bizi kimse kentimizden söküp atamaz! Biz gelmiş geçmiş bütün yönetimlerin onca zulmüne rağmen Amed’i, Amida’yı, Diyarbakır’ı, Dikranagerd’i terk etmedik ve etmeyeceğiz. Sur Amed’in kalbidir. Sur’u terk etmek demek, Amed’i terk etmek demektir. Tarihimizi, kimliğimizi, Ermenileri, Süryanileri, Keldanileri, ortak geçmişimizi, komşuluklarımızı, hatıralarımızı, yaşanmışlıklarımızı terk etmek demektir!
Bizim satılık şehrimiz yok Başbakan!
Siz buyurun Toledo’dan bir ev alın, Toledo sizin olsun, Sur bizim!