Diyarbakır
Sıcak bir gün. Arkadaşım Yüksel Genç ile birlikte yıkımın başladığı Alipaşa’ya gidiyoruz. Alipaşa ve Lalebey mahalleri 2009 yılında kentsel dönüşüm projesi kapsamına alındı. Bu projeye dayanarak 2012 yılında Alipaşa’daki evlerde yıkım başladı. Mahallelinin tepkisi nedeniyle, Belediye projeden desteğini çekince yıkım da durduruldu.
Şimdi, 5 yıl sonra, mahallede yıkım tekrar başladı. Alipaşa mahallesi proje çerçevesinde 2 etaba ayrılmış durumda. Şuan birinci etap, yani 2012’de yıkımın yarıda bırakıldığı alan yıkılıyor. İkinci etabın ne zaman yıkılacağını ise mahalleliler de bizler de bilmiyoruz. Bu konuda ilgili kurumlar tarafından mahalleli aydınlatılmış değil. Görüştüğümüz bir mahalle sakini şöyle söylüyor:
“Şimdiye kadar ne belediyeler, ne kamu kurumları, ne siyasi partiler, hiçbiri gelip bizi bilgilendirmediler. Bizi toplayıp bilgilendirmeleri gerekir. Başımıza ne geleceğini, burası için planlananın ne olduğunu bilmiyoruz.”
Önce birinci etaba gidiyoruz. Bu alandaki evlerin çoğu boşaltılmış ve yıkık. Ancak boşaltılan bu alanın içinde hala insanların yaşadığı bazı evler de var. Biz yıkıntılara bakarken, o sırada yanımıza 40 yaşlarında bir adam yaklaşıyor. Doğma büyüme Alipaşalı olduğunu öğreniyoruz. Kendi evi 2012’de yıkılmış, şehrin başka bir yerine göç etmiş. Annesi ve ailesi hala burada oturuyor. Yıkıntının karşısında anlatmaya başlıyor:
“Ben binaya çıktım ama rahat değilim. Bu mahallede dayanışma yoğundur. Burada insanlar gözü arkada kalmadan mevsimlik işçiliğe gider, çünkü bilir arkasında kalan ailesine mahallelinin göz kulak olacağını. Bu mahallede günlük 20-30 TL. bile kazansanız geçinebiliyorsunuz, çünkü her şey birlikte yapılır. Burada aslında yıkılan binalar değil, bir kültür yıkılıyor.”
Adamla birlikte annesine uğruyoruz. Yaşlı kadın kapının önünde oturmuş yıkılan evlerinin demirlerini toparlamaya çalışanları izliyor. Bizi görür görmez anlatmaya başlıyor: “Ne evden çıkabiliyorum, ne de tapusunu alabiliyorum. İki çocuğum cezaevinde. Doğrusu kızım, akşamleyin yiyecek ekmeğimiz bile yok.”
Birkaç evin içine giriyoruz. Ciddi bir yoksulluk gözlemliyoruz. Bazı kadınlar ellerinde plastik kaplar, sosyal yardımlaşmaya yemek almaya gidiyorlar. Yıkıntıların ortasında bir evde 2 çocuğuyla yaşayan bir kadın ısrarla evine davet ediyor, harabe içindeki evini gösteriyor: “Ben bu evime de razıyım, şimdi buradan çık diyorlar, ama nereye gideyim?”
İkinci etaba doğru yöneliyoruz. Küçelerden birine giriyoruz. Bazalt kaplı sokağın güzelliğinden gözümüzü alamıyoruz. Kadınlar evlerinin önünde oturmaktalar. İnsanlar yıkımın ne zaman bu bölüme geleceği konusunda endişeliler. Genç bir kadınla sohbet ediyoruz. Üç çocuğu olan kadın 13 yıldır kiracı olduklarını, ama hep Alipaşa’da yaşadığını ve buradan çıkmak istemediğini, bu mahallenin dışında bir hayat bilmediğini söylüyor.
5-6 gün elektrik ve suyun kesilmesi insanları çok zor durumda bırakmış. Herkes tepkili. Mahalle içlerine geçiyoruz. Dar küçenin serinliğinde oturan bir grup kadın ve erkekle karşılaşıyoruz. “Dikkat edin sizi de o Danimarkalı heyet gibi götürmesinler” diyor içlerinden biri. “Onları bırakmışlar” deyince, “Danimarkalıyı bırakırlar ama Kürtleri bırakmazlar, bak bizim vekiller, belediye başkanları aylardır içerde” diyor ve ekliyor:
“Baştaki bizi sevmiyor. Bizimkileri niye bırakmıyorlar, çünkü korkuyorlar. Bizim küçük çocuğumuzdan bile korkuyorlar. Adam buraya geliyor, arabasından inmeye korkuyor. Ama bilsinler, biz buradan gitmeyeceğiz!”
Bazı kapılar kırık, geçen yıl sokağa çıkma yasakları sırasında olmuş. Kadınlardan biri, sokağa çıkma yasağının halen devam ettiği Sur’un öte yanını kastederek, “hala yerde ceset var, üzerine ev yapıyorlar” diyor.
Mahallenin duvarlarının çoğuna yazılar yazılmış. Direnişi vurgulayan yazılar bunlar:
“Evimizi vermiyoruz”
“Sur yıkıma hayır diyor”
“Ölümüne direniş”
“Sur bizimdir”
“Uyuyarak olmaz, uyanış vakti”
“Em Sur’ê nadın”
“Sur sevdadır”
“Sur bizimdir, ev namustur”
“Sur halkındır”
“Yıkıma Hayır”
“İsyan Vakti”
“Sur Uyan”
“Direniş vakti”
Mahallede ise duvar yazılarına tezat bir hareketlilik görünmüyor. Duvar yazılarında yazıldığı gibi, halk yıkıma karşı yoğun bir direniş gösteriyor mu diye soruyoruz. Bir Alipaşalı cevaplıyor:
“Halk direnmek istiyor. Ama nasıl? Kimse yok ki yanımızda. Buradaki insanların da gücü yok. Direnmek istiyoruz ama direnemiyoruz. Dün buraya yüzlerce polis geldi. Gücümüz olsa ayaklanırız ama boğazımıza kadar gelmiş durumda her şey, gücümüz yok. Eh öyle olunca biz de yapamadıklarımızı duvarlara yazıyoruz.”
Alipaşa’nın hakikati yoksullukla, duvarlardaki direniş arasına sıkışmış durumda…