Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ile AB Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen'in 6 Nisan günü yaptıkları Ankara ziyaretini medyadan izledim. İki başkanın görüşmelerden sonra basın toplantısında söylediklerini tam dikkat dinledim. Bu iki bööyyük Avrupalının bizi enayi yerine koymaya çalıştığı kanısına vardım. Sizi gidi garp kurnazları sizi! Yemezler! Ben yemem!
Bir hafta öncesine dönelim. AB'nın Dışişleri Bakanı diyebileceğimiz Josep Borrell bir Fransız televizyonunu AB'nin dış politikaları konusunda aydınlattı, pırıl pırıl yaptı. Türkiye ele alınmaz olur mu? Josep Bey Türkiye'ye dostluk elini uzattıklarını, böyle uslu durmayı sürdürürse gümrük birliği görüşmeleri olabileceğini, Türk – Yunan istikşafi temaslarının başladığını ve Nisan sonunda Kıbrıs konusunda BM toplantısı yapılacağını, olumlu bir döneme girildiğini ballandıra balllandıra anlattı. İnsan haklarından söz etmedi. Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinden, adaylığından söz etmedi. Söyleşiyi yapan kişinin, Türkiye – AB ilişkilerinin Suriye konusuna bağımlı hale geldiğini belirtmesi üzerine Josep Bey patladı, "Eğer 4 Milyon Suriyeli göçmeni almaya hazırsanız, ben de hemen Türkiye politikamı değiştiririm." dedi.
6 Nisan Ankara ziyareti AB'nin görünür gelecekte çok olağandışı gelişmeler olmazsa değişmeyeceği anlaşılan bu Türkiye politikasının bir uygulamasıdır.
Bir yıl öncesine de dönelim. Bizimkilerin Brüksel ziyareti sırasında Ursula Hanım basına "Bir süreç için iyi bir başlangıç noktası oldu" demişti. Bu kez Ursula Hanım Ankara'da "Bu bir sürecin başlangıcıdır" dedi. Amma başlamaz süreçmiş haa! Bir yıl önce de şimdi de AB Türkiye ilişkilerinin sanki temel belgesi gibi 2016 göç anlaşmasını andı Ursula Hanım ve Charles Bey.
Neymiş efendim? Türkiye – AB ilişkileri dört alanda gelişecekmiş. Ekonomi alanında gümrük birliği modernizasyonu olabilirmiş. (Ursula hanımın bu konudaki sözleri yeşil vurgulu. Bizimkilere gelmez!) İklim değişikliği (Bu da bizimkilere uymaz) ve kamu sağlığı gibi konularda yüksek düzeyli diyalog olabilirmiş. Halk halka temas, Eramus artı gibi programlarla geliştirilebilirmiş. Suriyeli göçmenler için bize daha çok katkı yapabilirlermiş. 1963'te ortaklık anlaşması yapılmış aday bir ülkeyle ilişkilerin gelişebileceği alanlar olarak çizilen tabloya bakın! Nerde katılım süreci? Nerede adaylık? Nerede yeni fasılların açılması? Gözümüzün içine baka baka gır gır geçiyorlar bizimle.
Ha! Hakların yemeyelim. Son zamanlarda "AB insan haklarını unuttu" eleştirileri arttığı için Charles Bey ile Ursula Hanım bu konulara da girdiler. Ursula hanım İstanbul Sözleşmesi'nden söz etti, vurgulu vurgulu. "İnsan hakları ilişkimizin ayrılmaz bir parçası olmalı" dedi. Yani henüz değil. Sanki Türkiye aday ülke değil. Yunanlının ve Kıbrıslı Rumun kaprislerini tatmin için saçma sapan yaptırım tehditleri savuran AB, insan hakları konusunda yaptırımdan filan söz etmiyor. "Etsin" demiyoruz ama, etmemesi anlamlı, bu konuyu ikinci plana attığının göstergesi.
Basın toplantısında bir gazeteci Ursula Hanıma "Doğu Akdeniz mi öncelikli, yoksa insan hakları mı?" sorusunu yöneltti. Can alıcı soru bu işte! Ursula hanım insan haklarına ne kadar önem verdiklerini anlatmaya çalışmakla yetindi, yani soruya yanıt vermedi, daha doğrusu yanıt vermiş oldu, anlayana!
Garp kurnazlarıyla şark kurnazları kafa kafaya verince Türkiye'nin AB'ye katılım süreci bu hâle geliyor işte! Yersen...