Ara sıra Batı basınına, televizyon kanallarına Türkiye nasıl görünüyor diye bakıyorum. Başka bir âlem gibi görünüyor genellikle. İki gün önce görüntü berbattı. Üç olay üsüste ele alınıyordu.
Birincisi, Şahin Alpay ve Mehmet Altan ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı. Bu vesileyle bizim Avrupa değerlerinden nasıl uzaklaştığımz, ifade özgürlüğü ihlallerinde dünya şampiyonluğuna soyunduğumuz bir güzel anlatıldı.
İkincisi, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin Türkiye’nin güneydoğusuyla ilgili raporu. Zehir zemberek, ama içerdiği tavsiyelerin üstünde dikkatle çalışmak gerekiyor. Eskiden bu tür raporlar çıkınca, bir yandan mecburen uygun bir diplomatik tepki gösterirken, öbür yandan içerikleri üstünde yararlanmak amacıyla çalışılırdı. Şimdi ne yapılıyor bilmiyoruz.
Üçüncüsü, Afrin’den sahneler....Boşaltılmış bir kasaba. Ruslar. Esadçılar, YPG hepsi gitmiş. Halk da terk etmiş. Giden halkın görüntüleri... Ardından Türkiye ile ilgili bildiğimiz iddialar, ancak gerçekte ne oluyor biliyor muyuz?
Özellikle, birinci ve ikinci hususlar için söylüyorum. Eskiden Türkiye’yi insan hakları alanında eleştiren haberler ciddi bulunursa bizim basın tarafından manşetlere, ana haberlere aktarılır, böylece hükümetler üzerinde olumlu baskı kurmaya çalışılırdı. Nerede o basın ve mensupları?
Şimdi siyasilerimiz, Batıya, uluslararası kuruluşlara dönüp halkımızın işiteceği şekilde, yüksek sesle zılgıtı basıyorlar, sonra içimize dönüp kendi işimize bakıyoruz. Bizi çekemiyorlar, o kadar (!)
Afrin konusunda TSK dikkatli bir dil kullanıyor. Operasyon, harekât diyor, uluslararası kurallara riayetten söz ediyor. Ancak, siyasi cephede bir fetih, savaş edebiyatı almış başını gidiyor. Belli ki seçim hazırlığı, ama bu söylemler dış dünyada çok olumsuz etki yapıyor. Hukuki açıdan yineleyelim: Afrin’in fethi demek, uluslararası hukuk açısından istila, işgal demektir. Afrin’de geçici olarak bulunuşumuzun, yanlış hareketlerimiz sonucunda yanlış algılanmasının önüne geçmek gerekir.
Türkiye aleyhine işgalci algısının yaratılması YPG’nin de işine geliyor. Yaptıklarında ve yapacaklarında haklı görünmek için çalışıyor YPG. Uluslararası kamuoyunda sempati ve destek toplayarak, bundan sonraki aşamada girişebilecekleri gerilla (?) hareketleri için moral ya da haklılık üstünlüğünü (moral high ground) kazanmaya çalışıyorlar.
Öte yandan, Afrin’in Türkiye’nin eline geçtiği söylemi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) bakımından da sakıncalı. Bu sözleşmeyi taraf devletler kendi ülkelerinde olduğu kadar, efektif kontrol altına aldıkları dış topraklarda da uygulamak zorundadır. Eğer Afrin bizim efektif kontrolümüz altına girmişse ya da girerse, orada AİHS geçerli olur. TSK’nın bunun farkında olduğundan eminim, ama ya siyasiler!
TSK’nın terörle mücadelesini elbette destekiyoruz, ama siyasilerin bu olayı takdim biçimleri söz konusu mücadeleye uzun vade açısından ne derecede katkı sağlıyor, bilemiyoruz.
Ayrıca, yineleyelim: Afrin olayının Türkler ile Kürtler arasında ayrışmaya yol açmaması gerekir. Bu konuda neredeyiz? Bizim basında çıt yok. Zaten bir kaç muhalif gazete, site dışında basına güven de yok.
Öte yandan, Ruslar ellerini ovuşturarak bizim Menbiç’te ABD ile kafa kafaya gelmemizi bekliyor, hattâ çabuklaştırmaya çalışıyor.
Bütün bunlar Batı televizyonlarında özel oturumlarda da tartışılıyor. Bizim olan bu meseleleri biz de açıkca tartışabilsek, eleştiren eleştirse, kürt kardeşlerimizi de işitsek, ne olur?
Dışarıdan gösterilen Türkiye ile içeriden gösterilen Türkiye hiç benzeşmiyor. Öyle olunca, olayların dışında sade vatandaş olarak biz de neye inanacağımıza şaşırıyoruz.