Kısa bir gaybubet döneminden sonra vatan zemininde yeniden zuhur edince ne olup bitmiş diye merak ediyor insan. Medyaya bakıyor. Müthiş neşriyat âlemimizin hakikat ile haşır neşir olmakta zorlandığını biliyoruz. Çektikleri sıkıntıları en kalbi merhamet hislerimizle anlamaya çalışıyoruz. Üzülerek görüyoruz ki, bazı tatsız gelişmeleri âlemi – i ademe itmek mümkün olamıyor. Ne yapalım! Gerçek çuvala sığmayan mızraktır.
Yandaş medyanın kenara itmeye çalıştığı bir haber: ABD, İsrail, Yunanistan ve GKRY bir araya gelip Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla ilgili ortak bildiri yayınlamış. Çok vahim ve Türkiye açısından olumsuz bir gelişme. 15- 20 yıl önce böyle bir şey yapmayı bu dört aktörden hiçbiri aklından geçirmez, Yunanlılar ile Rumlar düşünseler bile bu yönde girişim yapmaya cesaret edemezlerdi. ABD ile İsrail bu kadar açıkca aleyhimize tavır almazdı, alamazdı. Bağıra çağıra herkesi kendine hasım kılarsan, Rusya ile Katar’dan başka partnerin (!) kalmazsa böyle olur işte! Bir Mısır eksik bu fotoğrafta... Biz bu gelişmeyi önlemeye çalıştık mı? Merak ediyorum. Ne tepki veriyoruz? Onu da merak ediyorum. Ancak ne dersek diyelim, karşı tarafın “Hadi canım sende!” tavrı içinde olduğu kesin. Yunan ve Rum diplomatlarının nasıl bir zafer duygusu içinde olduklarını tahmin edebiliyorum. ABD ile İsrail de herhalde “Oh olsun!” çekiyorlardır.
Bu olay bizim küresel ve bölgesel düzeyde etkimizin yeni göstergesidir. Korkarım Kıbrıs konusuna da bizim aleyhimize yansımaları olacaktır.
Aleyhimize olan uluslararası gelişmeleri önleme gücümüz, becerimiz azalıyor. Uluslararası gündeme ancak olumsuz tavırlarımızla yansıyoruz.
Son örnek Yeni Zelanda olayı. Büyük bir trajedi yaşandı bir zamanlar Tevfik Fikret ve arkadaşlarının hicret etmek istedikleri o asude imajlı ülkede. Yeni Zelanda hükümeti ve halkı bu trajedi karşısında insanca tavır takınmasını becerdiler. Olumlu puan aldılar. Nice Batı ülkesine örnek oldular. Utrecht canavarının cinayetlerini dillerine dolayıp, “O da Türk çıktı. Mümkün olsaydı 3 değil 50 kişi öldürürdü” gibi bir söyleme sapmadılar.
Yeni Zelanda trajedisinin siyasal amaçlarla istismar edilmesi bana göre, en hafif kelimeyle ayıptır, kabul edilemez. Benim vatandaş olarak görmeyi istediğim siyaset aktöresinde, kılgısında böyle bir davranışın yeri yoktur. Hele Avustralyalıların kefenlerle geri gönderilmesi edebiyatına çok çok üzüldüm.
Çanakkale Savaşı anısı, Türkiye ile Avustralya ve Yeni Zelanda arasında çok özel, duygusal, içtenlikli bir bağ oluşturmuştur. Bunun temel nedeni, Çanakkale’de ölüp orada gömülen Yeni Zelandalı ve Avustralyalı askerler için Atatürk’ün söylediği sözlerdir. Bu sözleri, savaşın hem kazanan hem de kaybeden için ne büyük bir insani trajedi olduğunu anlayacak ruh asaletine sahip büyük kahramanlar söyleyebilir ancak. Atatürk’ün sözlerinin anlamını hissedebilmek için biraz olsun ruh zarafeti gereklidir.
Avustralya ile Yeni Zelanda yetkililerinin her Anzak gününde Çanakkale’ye geldiklerini biliyoruz. Bu iki ülke, dünyanın temsil edildikleri her yerinde birlikte anma töreni yaparlar Anzak gününde. Türk temsilcisini de davet ederler, Atatürk’ün o sözlerini okuması için. Yüzüncü yıldönümü anma törenleri daha da görkemli olmuştu. Hemen bütün ülkelerde Avustralya ile Yeni Zelanda bayraklarının ortasında Türk bayrağı dalgalanmıştı. Türkiye’nin dünyada olması gereken imajı budur işte!
Umarım bu yıl Anzak gününde üç ülke liderleri bir araya gelir, el ele tutuşup iki tarafın da şehitleri ve barış için birlikte dua ederler. Yoksa açılan yara kolay kapanmaz.
Gel gelelim, son yıllarda dış ilişkilerimizde o kadar çok gedik açıldı ki, bakalım kaç tanesini kapatabileceğiz, eğer kapatmak ihtiyacı duyuyorsak.