Birkaç gün önce Arap Ligi (AL) Zirvesi’nde Trump’a tepki gösterirken alınan kararda şu ifadeler göze çarpmıştı: Tüm dünya ülkelerinin, 4 Haziran 1967 sınırları çerçevesinde başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti’ni tanımaya davet edilmesi,
Aynı konuda dünkü İslam İşbirliği Teşkilatı ( İİT) Zirvesinde ise şu ifadeler kağıda döküldü: Doğu Kudüs, Filistin Devleti’nin başkenti olarak ilan edilmiştir ve bütün devletler Filistin Devleti’ni ve Doğu Kudüs’ün onun işgal altındaki başkenti olduğunu tanımaya davet olunmuştur
Hiç kuşku yok ki, ikinci karar hem yazım hem de içerik olarak daha güçlü. Basında gördüğüme göre, iki gün önce Filistinliler İİT zirvesinde Doğu Kudüs’ün başkentleri olarak ilânı yönünde bir karar alınmasını önereceklerini söylemişti. Bu bakımdan alınan karar beklenen niteliktedir. Siyasi bakımdan Trump’ın açıklamasına esaslı bir yanıt teşkil etmektedir. Ancak, Filistinlilerin bu kararı Arap Ligi’nde neden aldırmamış oldukları tartışmaya açık önemli bir konudur. Önerdiler de diğer araplar mı kabul etmedi? Yoksa diğer araplara güvenmedikleri için bu kararı İİT’den çıkarmayı mı tercih ettiler? AL ile İİT kararları arasındaki farklar İİT’nin kararını güçlendiriyor mu, yoksa zayıflatıyor mu? O da ayrı bir tartışma konusu...Eğer Filistin bu kararın, Kahire yerine İstanbul’da alınmasının daha çok ses getireceğini düşünmüşse bu lehimize olmuş.
Öte yandan, İİT Zirvesine katılımın zayıf olması, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerin temsil düzeyleri, ne yazık ki, kararın arkasındaki siyasi ağırlığı gerçekten azaltmaktadır. Neden katılmadılar? İstanbul’u sevmedikleri için mi? Yoksa Filistin konusuna bağlılıklarının zayıflığı nedeniyle mi?
Karara hukuki açıdan da bakmak gerekir. Kamuoyunda sürekli Kudüs’ün statüsündan söz ediliyor, ama bir bütün olarak Kudüs’un uluslararası hukuk açısından statüsü soru işaretleriyle doludur. Örneğin, AB hâlâ Kudüs’ü 1947’deki gibi corpus separatum (ayrı gövde) olduğunu söyleyebilmektedir. Oysa Uluslararası Adalet Divanı Doğu Kudüs’ün 1967’den beri işgal altında olduğunu teyit etmiştir. İsrail’in gene işgal yoluyla 1948’de yerleştiği Batı Kudüs’ün uluslararası hukuk açısından niteliği çok açık değildir. Bu karmaşık durum nedeniyle Kudüs sorunu, iki taraf arasında nihai statü müzakerelerine bırakılmıştır. Trump ve İsrail’in tutumu tek taraflı tasarruftur. Buna Filistin bir bakıma İİT yoluyla misliyle mukabele etmiş bulunmaktadır. (Filistin Devleti, başkentini zaten Doğu Kudüs olarak takdim etmektedir. İnternette kolayca ulaşabilirsiniz.) Artık sınır çizimi dışında nihai statü görüşmelerine gerek kalmadığı söylenebilir. O zaman ilerdeki bir anlaşma, İsrail’in Batı Kudüs ile sınırlı kalmayı içine sindirmesine bağlı olacaktır. İsrail, “Bana tek taraflı davranıyorsun, diyorsunuz. Onlar da tek taraflı davrandı işte! Onlar da nihai statü müzakerelerini beklemeden tek taraflı bir karar çıkarttı. Bundan sonra kendimi daha serbest hissediyorum.” de diyebilir. Umarız demez.
Doğu Kudüs kararının siyasi ve hukuki bakımlardan havada kalmaması için BM’den aynı yazımı karar olarak çıkartmak gerekmektedir. Güvenlik Konseyi böyle bir karar almayacağına göre hemen BM Genel Kurulu’na gitmek gerekir. BM’dan çıkabilecek bir kararda İstanbul yazımı aynen yer almazsa geri adım atılmış olur. Ayrıca, en azından İİT üyesi ülkelerin Doğu Kudüs Büyükelçilikleri ihdas etmeleri İstanbul kararının hayata geçirilmesi bakımından gereklidir.
Olağanüstü İİT toplantısı düzenlemek doğru olmuştur. Yazımı güçlü bir karar çıkarılması da zaten bekleniyordu. Ancak, İstanbul yazımının etki yapması için arkasına BM üyelerinin çoğunluğunun yanısıra önemli uluslararası aktörlerin de geçmesi gerekir. Örneğin, dostumuz Rusya! Ya da hasmımız AB! Bu hafta sonu AB zirvesinde Kudüs konusunun ele alınacağı anlaşılıyor. Çıkacak karar İstanbul kararının etkisinin testi bakımından ilk sınav olacaktır. Şimdi Brüksel’e yüklenmek gerekir.
Söylemeye belki gerek yok: Bu kararın, ABD, Batı ve İsrail karşıtlığını arttırmak için değil, onları Filistin konusunda doğru yola sokmak için kullanılması beklenir.
Trump ve damadının, Orta Doğu’daki stratejilerinin İran’a karşı İsrail – Suudi Arabistan yakınlaşmasını olduğu söyleniyor. Trump’un Kudüs ile ilgili açıklaması Suudilerin İsrail’e yakınlaşmasını güçleştirecek bir faktör. Neden böyle bir açıklamayı bu dönemde yaptı? Bilinmez. Bu durumda, Suudilerin İsrail ile yakınlaşmayı sürdürebilmesi için İsrail – Filistin müzakere sürecinin yeniden başlaması gerekiyor. Filistin’in müzakerelere kapalı kalacağını, hattâ ABD’nin katkısına mutlak biçimde hayır diyeceğini sanmıyorum. Ancak, Kudüs konusunu, daha doğrusu Trump’ın açıklamasını bir şekilde aşmak gerekiyor. Belki BM’den çıkabilecek karar, arkasından Trump’ın açıklamasını daha da yumuşatan ikinci bir ABD dışişleri bakanlığı açıklaması yolu izlenebilir. Ne ki, Trump efendinin sağı solu hiç belli olmuyor. Bu arada olan, zavallı Filistin halkına oluyor.