Bir efsane daha gitti.
Chirac, yaşarken çeşitli açılardan eleştirilmiş olsa bile toplam olarak yaptıkları bakımından arkasında iyi bir isim bırakarak gidenlerden. Fransa’daki hava onu gösteriyor.
Ulusal planda Chirac’ın mirasını Fransızlar tartışıyorlar. Anlaşılan, çizdiği halk adamı profiliyle çok popüler olmuştu. Güneş Kral kültürünün ülkesinde bir cumhurbaşkanının halka bu kadar yakın olması, gerçekten, Chirac’ı, belki de Gaulle hariç, diğer cumhurbaşkanlarından ayıran bir özelliğiydi.
Kendisinden sonraki bir cumhurbaşkanlığı seçiminde partidaşı Sarkozy’yi değil, sosyalist aday Hollande’ı desteklemiş olması da unutulmayacaktır. Bunu hemşehrilikle açıklamak yetersiz kalır. Chirac inandığı cumhuriyet, devlet, laiklik, sosyal adalet ilkelerine Sarkozy’nin gevşek şekilde bağlı olmasına tepki göstermişti. Böylece partili değil ilkeli bir devlet adamı olduğunu örnek biçimde ortaya koymuştu.
Uluslararası planda da Chirac rahat, kompleksiz, herkesle konuşabilen ve etkili bir lider profili çizdi. ABD’nin Irak’ı işgaline karşı çıkması onu siyasi tarihin unutulmazları arasında soktu. Lübnan’da, arkadaşı Hariri’nin öldürülmesi konusu ciddi şekilde takip ederek Suriye’nin etkisini kırması da onun bir başarısıdır. Bugün o başta olsaydı, Suriye konusu başka türlü gelişebilirdi. Fransızca konuşulan Afrika ülkelerinde de en popüler Fransız Cumhurbaşkanı olmuştur.
Avrupa Birliği’ne öncelikli önem verirdi. Avrupa Birliği’nin, ulus devlet kavramını sulandırmadan genişlemesi ve güçlenmesi için çalıştı. Bu çerçevede Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusuyla yakından ilgilendi.
Çok iyi Fransızca konuşan eski bir dışişleri bakanımızdan dinlemiştim. Strasbourg’da o zamanlar başbakan olan Chirac ile bir vesileyle görüşmüş. Avrupa, falan filan derken iyi sohbet olmuş. Sonunda Chirac, “Dışişleri bakanının Fransızcayı bu kadar iyi konuştuğu bir ülke Avrupa Birliği’ne alınmaz mı?” demiş.
Chirac’ın Türkiye – AB ilişkisi konusundaki performansını 1997 ile 2005 arasında çok yakından olmasa da izledim. Olumsuz şeyler söylemek kolay. Biz birkaç olumlu şey söyleyelim.
Paris’e bir cumhurbaşkanı ziyareti sırasında iki cumhurbaşkanının buluşma yerine heyetteki görevim nedeniyle biraz erken gitmiştim. Karşımda Chirac! Kim olduğumu sordu, sonra benimle belki yirmi dakika AB konusunu olumlu yönde tartıştı. Mitterand ya da Sarkozy olsaydı yüzümüze bakmazdı. Chirac, dedikleri gibi, kompleksizdi. Değişik, rahat ve muhataplarına yukarıdan bakmayan bir Fransız bulmak zordur.
Yemekte şarap yerine bira içmesine çok şaşırmıştım. Meğerse Meksika birasına (herhalde Corona) meraklıymış.
Anlattığı bir anektod özellikle aklımda kaldı. Helmut Kohl ile Türkiye’nin üyeliğini tartışmışlar. “O gün ikimiz de ‘mauvaise humeur’deydik (Kötü ruh hali. ‘Bugün sol tarafından kalkmış’ deriz ya! Öyle bir hal). Anlaşamadık. Önemli konuları ‘bonne humeur’ (olumlu ruh hali) ile görüşmek gerekir.” Diplomaside sonuç almak istiyorsan, olabildiğince olumludan konuşacak, sinirli, gergin, zart zurtçu olmayacaksın. Chirac’ın anekdotu küçük bir diplomasi dersiydi.
Chirac, kendi partisinin, ülkesinin kamuoyunun genel eğiliminin tersine Türkiye ile müzakerelerin açılmasını ve müstakbel üyeliğimizi desteklemiştir. Brüksel’de bizimle ilgili önemli bir kararın öncesinde Fransız televizyonuna özel bir mülakat vererek bu desteğini Fransız kamuoyuna anlatmaya çalışmıştı. TV sunucusu “Üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklık olmaz mı?” diyerek Fransa’nın genel eğilimini dile getirince, “Türkler gururlu milllettir. Böyle bir ikincil statüyü kabul etmezler.” demişti.
Daha sonraları Chirac kendi fikirleriyle partisinin ve kamu oyunun baskısı arasında zig zaglar çizdi. Ancak, toplam olarak bakıldığında, Chirac daha fazla kazanmış ve bizim tarafımıza çekmiş olmamız gereken bir Fransız devlet adamıydı. Ne var ki, bizim de bunu yapmamız kolay değildi. Chirac, bir demecinde, bizim Avrupalılığımızı anlatmak için Osmanlının Bizansın devamı olduğundan söz etmişti. Birçok bakımdan doğru, ama bizdeki müthiş poitikacılar ‘Biz Osmanlıyız, Bizans değiliz, kahrol Chirac’ (karikatürize ediyorum) şeklinde açıklamalar yaptılar. Bir zamanlar kaderini etkilediğin Avrupa’ya bu kafayla ne kadar dönebilirsin ki? Orta Doğu’da dolaşıp durursun.