Bir süre bir yerlere gitmek durumunda kaldım. Bakımlı bir mezarlık gibi dingin ve güzel yerlerle cehennem gibi hareketli yerleri karşılaştırmak olanağı veren bir seyahat oldu.
Ben giderken papaz meselesi gündemden kaçıyordu, yerini Kaşıkçı cinayetine bırakıyordu.
Papaz işinde hukuki bakımdan sağlam olmayan bir dosya üzerinden Sam amca ile bilek güreşine giriştik ve kaybettik. Adam resmen posta attı. ‘Şu tarihte bırakmazsan külahları değişiriz’ dedi. Anlaşılan elimiz zaten güçlü değildi, yaptık bizden istenileni, aldık aferini, sevindirdik piyasaları. Ne gereği vardı bütün bu tuluatın? Neyse ! Unutuldu gitti bile...Yaşasın yaşadığımız anın egemenliği!
Kaşıkçı olayı ise gerçek olduğu inanılması güç kanlı bir tiyatro oyunu gibi, eskilerin facia dedikleri türden. Olay uluslararası insan hakları hukuku açısından her şeyden önce tüyler ürpertici bir basın ve ifade özgürlüğü ihlali. Herkesin ayağa kalması gerekir. Muhalif bir gazeteciyi gaddarca katlettiler. Sonra ne olduğunu bilmediklerini öne sürdüler. Gene uluslararası insan hakları hukuku açısından bakarsak olay ikinci evresinde bir zorla kaybolma vakasına dönüştü. Bu konuda bir BM sözleşmesi vardır. Ne yazık ki sadece 59 ülkenin katıldığı bu sözleşmeye Suudi Arabistan taraf değildir, tahmin edileceği üzere. Galiba biz de henüz taraf değiliz. Ancak bu tür vakaları aydınlatmak üzere kurulmuş ve BM üyelerinin hepsinin iş birliği yapması beklenen bir komite mevcuttur. Olayın üçüncü evresinde Kaşıkçı’nın bir cinayete kurban gittiği açıklandı. Buna da hukuk açısından yargısız infaz derler. BM’in ve uluslararası toplumunun bu tür vakaları da araştırmak için olanakları, kurumları vardır.
Konuyla ilgili olarak alternatif medyaya talep üzerine birkaç fikir beyan ettim. Olayı uluslararası toplumun ve BM’in bağımsız bir uluslararası komisyon vasıtasıyla araştırması gerektiğini söyledim. Bu fikrimi koruyorum. Washington Post’ta çıkan bir makaleden anladığım kadarıyla Kaşıkçı’nın bazı yakınları da sonunda bu noktaya gelmişler.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin el atması gereken bir cinayettir bu. BM Güvenlik Konseyi bir karar alarak sözkonusu Mahkemeyi harekete geçirebilirdi. Olmadı, kendisi bir araştırma komisyonu kurabilirdi. BM İnsan Hakları Konseyi, uzman araştırma komiteleri üzerinden çalışılabilirdi. BM Genel Sekreteri inisyatif alabilirdi. Eğer bunlar yapılsaydı, ilgili ülkelerin de zorunlu kılınacak işbirliğiyle olayın aydınlatılmasında ve suçluların belirlenerek yargının işletilmesinde daha hızlı mesafe alınabilirdi.
Ancak devletler bu yolu tercih etmediler. BM Genel Sekreteri ve BM İnsan Hakları Komiseri de işi devletlere bırakmayı yeğleyen bir tavır içindeydiler. Neden? Suudi Arabistan söz konusu olduğu için elbette. Anılan ülkeye atfedilen önem malûm. Suudi Arabistan büyük petrol tedarikçisi, büyük silah ve her türlü mal alıcısı, Orta Doğu siyasal denklemlerinde Batı’nın ve İsrail’in büyük müttefiki, Arapların babası... Bu kadar böyyük (!) önemde bir devleti sonunda suçlu duruma sokacak, uluslararası sisteme sağladığı girdileri azaltacak tarafsız, bağımsız bir uluslararası araştırma süreci devletlerin işine gelmedi.
Anlaşılan, biz de konuyu cinayetin işlendiği konsolosluğun bulunduğu ülke olarak bizzat ele almayı tercih ettik. Hem uluslararası imajımız, hem de Suudilerle ikili ilişkilerimiz açısından da baktık bu olaya. Gene de olayı bütün boyutlarıyla aydınlatıp uluslararası kamu oyuna açıklayacağımız umudunu koruyalım.
Ancak, olayın gidişi beklenen şekilde oluyor. Suudi Arabistan devlet olarak bu cinayetin sorumluluğundan sıyrılmak ve suçu bazı Suudi vatandaşlarının üzerine yıkmak stratejisi izliyor. Sonunda birileri bu cinayeti Kraldan ve Veliahttan habersiz olarak işlemiş olacaklar.
O birileri cezalandırılacak (!). Herkesin inandırıcı diyeceği açıklamalar el birliğiyle bulunacak. Kamuoyunun olaya ilgisi yavaş yavaş azalacak. Suudi Arabistan da, devlet olarak, kaldığı kadar itibarını, bundan daha önemlisi sistemdeki yerini korumuş olacak. Bunun karşılığında bir takım ülkeler bir takım şeyler herhalde alacaklar. Sistem bozulmamış ve adalet de tecelli etmiş (!) olacak. Bir süre sonra da başka bir olay gündemde baş köşede olacak.
İnsan hakları ve hukuk adına temennimiz: Umarız yanılırız.