“Korkma!” Kaç milletin milli marşı bu sözcükle başlıyordur acaba? Mehmet Akif’in şairliğinin teknik açıdan değerlendirilmesi bir yana, sırf bu sözcük bile onu büyük şair kılmaya yeter. Bir insan topluluğun belli bir dönemdeki ruhunu okumuştur sanki.
Diyeceksiniz ki, “Korku doğal bir duygudur. Herkesde, her toplulukta görülür.” Öyledir ama zamanla kişiliğinizin bir parçası haline gelmesi, bilinçaltınıza yerleşmesidir bizim sözünü ettiğimiz. Kimi tarihçiler Osmanlının çöküşünü İnebahtı yenilgisiyle başlatırlar. Katılıyorum. Yenilgi üstüne yenilgi, devlette de millette de ister istemez bir korku birikimi, “şuuraltı müktesebatı” oluşmasına yol açar. Bu korkuyu aşıp yenemezseniz, hiç kimseyi yenemezsiniz.
Kurtuluş ve Kuruluş dönemi korkunun aşıldığı mutlu yıllarımızdır. Ne ki, korku daha sonra gene hayatımıza girdi. İrticadan korktuk. Kömünizmden korktuk. Bölünmekten korktuk. Bu korkularımıza yol açtığını düşündüğümüz dış güçlerden korktuk. Eksik olmasınlar, siyasetçilerimiz de bu korkuları milleti kendi çevrelerinde toplamak için pek güzel kullanageldiler. Hâlâ korkuyoruz. Dış güçler bizi bölecek, yıkacak diye korkuyoruz. Gece gündüz, komplo teorileri yoluyla, bu dış güçlerin kimler olduğunu, neler yapmak istediklerini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Her sorunun altında onları arıyoruz, kabahatı hiç kendimizde aramıyoruz. Belki kendimizden de korkuyoruz. Kendi gerçeklerimizle yüzleşmektense kendimize ilişkin güzel imajlara inanmayı tercih ediyoruz.
Elbette, korku güven duygusuyla ilgilidir. Birine güvenmezsiniz, bazı koşullarda ondan korkabilirsiniz. “Güveneceğimiz tek bir kişi, tek bir devlet yok. Korkmamız doğal değil mi?” diye sorabiliriz. “İlişkilerini, hele devletler düzeyinde güven duygusuna göre kuruyorsan, vay haline!” diye de yanıt verebiliriz. Ancak, asıl yanıt başka olmalı. Kendine güvenen, kendinden emin olan kolay kolay korkmaz. Biz kendimize güvenemiyoruz. Çünkü biz birbirimize güvenmiyoruz, biz birbirimizden korkuyoruz. Neden? Çünkü bir sürü yamuk iş yapılıyor, pek pek azı meydana çıkıyor. Genel izlenim bu. Gerçekleri gizliyor, gerçeklerden kaçıyor gibiyiz. “Abi! Zeytinyağını karıştırıp satacaksın. Kimse anlamaz. Kimse hakiki zeytinyağının tadını bilmiyor ki!” demiş biri. Ülkemizde gerçek bize o kadar yabancı hale geldi işte! Benim de aklıma Meksika geldi. O güzelim bağrı yanık ülke hakkında görkemli bir yapıt yazılmıştı dört beş yıl önce: “Pais de Mentiras”. Ülkemizde öyle bir yapıt da yazamazsın. İçeriye atılmaktan korkarsın. Yalan mı?
Dış güçlerden korkuyoruz, bölünmekten korkuyoruz, birbirimizden korkuyoruz, kendimizden korkuyoruz, gerçekten korkuyoruz, derken aklımıza kültürümüzün temel kavramlarından biri geliyor: Allah korkusu. “Allah’tan kork be adam!” deriz ya, o gibi durumlar geliyor aklımıza. Saydığımız korkuların her biri için bir açıklama bulabiliriz ama gerçek korkusu için kolay değildir bu. Çünkü gerçek, Allah’ın bildiğidir. Allah’tan korkan gerçekten korkmaz. Haddimizi aşıyorsak bağışlayın, ama insan sormadan edemiyor: Allah’tan korkuyorsak, üçkağıtçı bir hayali ihracatçının ya da altın kaçakçısının neler yaptığı, kimlerle yaptığı, yani gerçek ortaya çıkacak diye korkuyoruz izlenimini niye yaratıyoruz? Allah’tan korkuyorsak, gerçeği, başkalarına bırakmadan, biz ortaya çıkarmaktan niye kaçındık? Nihayet: Gerçeği biz ortaya çıkarsaydık, bu olayın negatif güçlerce aleyhimize kullanılmasını önlemiş olmaz mıydık? Neden korkuyoruz da, gerçeği, Allah’ın bildiğini biz açıklamıyoruz?
Kış bastırırken gerçek güneşiyle aydınlanmayı, ısınmayı istemek belki abes, ama gerçekten istiyoruz bunu.