Libya tartışmasının müthiş bir yararı oldu. İktidar kanadı ve yandaşları Atatürk’ü anımsadılar. Trablus kahramanı olarak Atatürk’ün fotografları, yaptıklarıyla ilgili bilgiler kapladı her yeri. "Meğer ne kadar çok seviyorlarmış Atatürk’ü" diyesi geliyor insanın, ama hiç belli olmaz, koşullar değişir, "Biz Libya’yı asıl 1923 Lozan Antlaşması'nın 22. maddesiyle kaybettik" mealinde sözler işitebiliriz.
Atatürk’ün gittiği gibi gidecekmişiz Libya’ya. O zamanlar Libya Osmanlı Devleti'nin toprağıydı. Atatürk Osmanlı subayı olarak devletinin toprağını savunmak için gitti. Başka bir ülkedeki iç savaşa katılmak ya da yitirilen bir toprağı geri almak için değil. Libya bizim olmaktan çıktıktan sonra gitmedi
Gene de: Demek ki Libya bizimdi! "Bakın burası çok önemli!" Bilirsiniz: İtalya’nın 1911 yılında Libya’ya saldırma bahanelerinden biri, eskiden oranın Roma İmparatorluğu toprağı olmasıydı. Eski imparatorluğa benzemek rüyasının İtalya’yı nelere götürdüğünü biliyoruz.
Biz de şimdi Osmanlı yadigârı diye gidecekmişiz Libya’ya. Zaten neo – osmanî’ye çıkmış adımız, bir bu eksikti. Tarihten ders alalım, efendiler!
Biz kim davet ederse gidermişiz. Maduro davet ederse gidecek miyiz?
Üstelik bir ülkenin tümünün çağrısı değil bize yapılan. Bir Arap ülkesindeki iç savaşın taraflarından biri istiyor Türk askerini. Libya sorunu, nihai tahlilde, Araplar arası bir ihtilâftır. Araplar arasındaki ihtilâflara bu kadar müdahil olunmaz. Hâlâ ders almıyoruz. Üstelik, bizim açımızdan, Suriye’de olduğu gibi bir ulusal güvenlik sorunu da yok ortada. Araplar arasındaki ihtilâfların ideal çözüm yeri Arap Ligi’dir ya da onlar, uzun sürse de kendi aralarında zamanla bir yol bulurlar. Arap Ligi’ni karşına almak yerine orada etkili olmaya çalışmak gerekir. Ancak Arap Ligi’nde etkili olmak için Mısır ve Suudi Arabistan ile normal ilişki düzeni içinde olmak gerekir. Bunlar normal bir Türkiye diplomasinin yapamayacağı şeyler değildir.
Tezkere metnine basında görebildiğim kadarıyla şöyle bir baktım. BM’in 2015 kararlarına göndermeler var. Hefter’e de 2015 jargonuyla 'paralel yapı' diye atıf yapılmış. Bunlar önemli, ama son yıllarda Paris, Palermo, Abu Dabi toplantıları yapıldı, başka kararlar da çıktı BM’den. Örneğin 12 Eylül 2019 günü BM Güvenlik Konseyi bir karar aldı. Bu kararda BM üyelerine, taraflar üzerindeki etkilerini ateşkeş ve herkesi içeren bir siyasi süreç sağlanması için kullanmaları çağrısı yapılıyor. BM üyelerine "Silah ambargosunu delmeyin" diye bir kez daha sesleniliyor. Diğer ülkelerin çatışma müdahil olmaktan kesinlikle kaçınmaları isteniyor. Tezkerede bu karardan neden söz edilmemiş? Tezkerenin bu karara uygun olduğu söylenebilir mi? Libya sorununun gelişimi tezkerede sunulduğu kadar basit değil, karmaşık.
T.C. vatandaşı gencecik insanlarımızın, bütün boyutlarını vatandaşlarımızın bilemeyecekleri bir sorun çerçevesinde Libya çöllerine gidip bir grup Arabı başka bir grup Araba karşı savunmak üzere şehit olmalarını düşünemiyorum. Benim vatandaşlık, insanlık vicdanım bunu düşünmeye elvermiyor. Kimse kusuruma bakmasın. Benim anlayışım bu. Münhasır ekonomik bölge hamlesinin böyle bir ağır insani, siyasi faturası olmasını da, gene kimse kusuruma bakmasın, ben kabul etmiyorum.
Bundan sonra umudumuz, tezkerenin hayata geçirilmemesini, sadece diplomatik bir koz olarak siyasi süreçte daha etkili olmak üzere kullanılmasını beklemek olacak. Bu umudumuz boşa çıkarsa, tabutlar gelirse Libya’dan...
Libya’ya Atatürk ile birlikte Enver Paşa da gitmişti. Ondan pek söz edilmiyor. Birçok uzmana göre, daha sonraki icraatları bakımından Enver Paşa maceracı dış politikanın, Atatürk ise gerçekçi dış politikanın temsilcileri sayılır. Basınımızda gündeş dış politikamızın Enver Paşa’nınki gibi maceracı olduğunu öne süren birkaç yazı okudum. Enver Paşa’ya, 'yanlış dış politika hamleleriyle imparatorluğun yıkılmasına yol açan adam' diyenler de vardır. Dünya, gene, gittikçe karışacak. Lütfen, biraz daha dikkatli, özenli, öngörülü olalım.