Amin Maalouf'un 2020 Ekim'inde yayımladığı son romanı Beklemediğimiz Kardeşlerimiz'in (Nos Frères İnattendus) Türkçesine kavuştuk: Empedokles'in Dostları (YKY, 2021, çev: Ali Berktay). Romanı ben Fransızcasından okumuştum. Türkçesine bakmadım, ama tanıdığımız çevirmen Ali Berktay'ın iyi bir iş çıkardığından eminiz. Başlık, kitabı daha çekici kılmak bakımından değiştirilmiş olmalı. Romanın anlamına, ruhuna aykırı değil yakıştırma başlık. Eğer düzeyli, içerikli ama okuması kolay bir roman arıyorsanız okuyun bu kitabı.
Amin Maalouf ülkemizde zaten popüler. Lübnan çıkışlı yazarın Semerkand'dan başlayarak keyifle okuduğumuz tarihsel romanları yoluyla Doğu geçmişimizle daha sıcak bir ilişki kurduk. Maalouf bizi iyi bilir. Biz de onu benimsemişizdir. Doğru ya da yanlış, kendisine 'Emin Bey' dersek kusurumuza bakmaz herhalde. Maalouf romanlarını büyük yazarlık taslamadan yalın bir anlatımla yazdığı, romanları iyi kurguladığı için yazınsal açıdan da başarılı oldu. Sadelikte derinlik yaratmayı becerdi. Maalouf'un kitaplarının çoğunu ben de okudum. Son döneminde denemeye yöneldi Maalouf. Bölgeselin ötesine geçerek evrensel konuları ele aldı. İnsanlığın, uygarlığın gidişi gibi büyük izlekleri (temalara) gene sade bir yaklaşımla işledi. Bu kitapları da çok tuttu. Okuyanları, kitapları kapattıktan sonra da o konularda düşünmeyi sürdürmüşlerdir, umarım.
Bu kez denemelerinde ele aldığı büyük izlekleri romana taşımış görünüyor. Söz konusu romanına "fabl philosophique" diyenler var. Haksız değiller, felsefi bir masal, daha doğrusu bir bilim kurgu öyküsü bu roman. İnsanlığın gidişiyle hesaplaşma romanı. Büyük resim romanı. Düşünce yazıları değil roman sanatı yoluyla bu gibi evrensel konuları işlemek güçlü bir imgelem ve kalem gerektiriyor. Maalouf'un çizdiği büyük resmi ya da tarih betimini görmeye çalışalım.
Atina ya da Elen Mucizesi denen dönemi biliriz. Milattan önce beşinci yüzyılda Elenler, bilim, sanat, felsefe diye bildiğimiz bilgi dallarının, açıkcası uygarlığın temelini atttılar. Ancak, romanda da öne sürüldüğü gibi, o dönem sona erdikten insanlık Elen Mucizesinin aydınlattığı yoldan sapar. Orta Çağın dinselci bağnazlığına batar Batı. Bir gün yeniden bulunur Elen atalar, ama iş işten geçmiştir. İnsanlar kötü yetişmiştir. Kavrayamazlar Elen aydınlığını, birbiriyle çekişmenin karanlığında nükleer savaş olasılığının eşiğine kadar gelirler. Buna karşılık, bir grup insan Elen Mucizesini gizlice sürdürürler. Bilimde insanlığın çök ilerisine geçerler, çünkü bilimi insanı öldürmek değil yaşatmak için geliştirmişlerdir. Bu gizli grup kendini "Empedokles'in Dostları" diye anar. Neden? Empedokles Sicilyalıdır, Atina'ya gidip gitmediği şüphelidir, ama dönemin adamıdır, bilim ve felsefe tarihinde önemli yeri vardır. Asıl önemi kendini Etna yanardağına attığı yönündeki söylenceden gelir. Gizli gruba göre Empedokles, doğanın gizlerini bulmak, bilimi ilerletmek için ölüme meydan okumuştur. Doğa da benimsemiştir bu çılgın bilim adamını. Yanardağın bu tavrını belli etmek için onun giydiği sandaletleri geri püskürdüğü söylenir. Empedokles'i yalvaçsı yönünü asıl Hölderlin'den okumalı.
Biz ukalalık etmeyelim. Melâhat Özgü 1971 yılında yayımladığı Empedokles'in Ölümü / Hölderlin'in İlk ve Son Tragedyası başlıklı makalesinde yetkince işlemiştir konuyu. Etna'nın ağzına gelen Empedokles'i konuşturur Hölderlin: "Yaşamı arıyorsun sen, yaşamı arıyorsun, / yeryüzü derinliklerinden de sana Tanrısal bir ateş püskürüyor, / aydınlatıyor dört bir yanını. Sen de tüyler ürperten isteğinle / atıyorsun kendini Etna'nın alevlerine." Bilim, bilgi delisi, mistiği. Onun açtığı yoldan ilerlemiş dostları, bizim bildiğimiz, olduğumuz insanlığı çok aşan bir bilim düzeyine ermişler. Romanda onlar sahneye çıkıyorlar işte! Nükleer bombalarla yok oluşun eşiğine gelmiş dünya. Empedokles'in dostları kıyamıyorlar türdeşlerine, hemcinslerine, kurtarıyorlar onları. "Dünyaya çeki düzen verecek, kalıcı barışı mı getirecek bu üstün insanlar?" diye merak ediyorsunuz, çeviriyorsunuz sayfaları iştahla. Bakıyorsunuz, birdenbire ortaya çıkan, bilmediğimiz, beklemediğimiz kardeşlerimiz sağlık alanına öncelik veriyor. Empedokles'in otacı yönünü öne çıkardıkları anlaşılıyor. Gene Hölderlin'den işitelim otacı, can kurtarıcı Empedokles'in sözlerini, Melâhat Özgü'nün aktarmasıyla:
"Ben, aranızda ölümlü olarak ölümsüz Tanrı gibi dolaşıyorum. Beni her yerde, bir böylesi olarak karışılıyorlar, başıma da çiçeklerden taç örüyorlar. Parlak kentlere ayak bastığımda ise, erkek ve kadınlar bara tapıyorlar. Ardımdan, binlerce kişi geliyor ve benden kurtacak yolun nerede olduğunu, ağır hastalıkların derin yaralar açtığı acılardan kurtulma çarelerini, kehanetleri öğrenmek istiyorlar."
Empedokles'in dostları her derde deva buluyor sanki. Birkaç kişiyi ölümden bile döndürüyorlar. "Lazarus gibi" diyor anlatıcı.Empedokles'in en yakını Pausainas'ın adını taşıyan hekim çekiyor filantrofinin başını. Dış güç ve gizli örgüt kavramları olumlu anlamlar yükleniyor Empedokles'in dostlarına gelince. İnsanlar akın akın gidiyor beklemediğimiz kardeşlerimizin tedavi yerlerine. İsa'nın mucizelerinde şifa arayanlar aklımıza geliyor. Bu arada neler oluyor, ne dolaplar dönüyor? Okumak gerek. Sonunda romanın Empedokles'in dostlarının temsil ettiği doğru uygarlık ile sonunda nice yanlışlar yaptığını anlayan bizim yamuk uygarlık bir arada yaşamaya karar veriyorlar. Bizim insanlık adına ABD Cumhurbaşkanı, kardeşlerimiz adına da önderleri olduğu anlaşılan Elektra bir doruk buluşmasında anlatıyorlar gelecek güzel günleri. Neden Elektra? Bildiğimiz Elektra öldürür. Bu yaşatıyor, yani tümüyle değişmeyi simgeliyor. Elektra'yı dinliyoruz. Bakıyoruz: Empedokles'in dostları insan sağlığına adanmışlığın ötesinde ölüme karşı savaş açmışlar. Ölen yerine dirilen bir insanlık. Umutlu bitiyor roman. Anlatıcımızın Eva, yani Havva adlı eşi de gebe. Yeni insanlık doğacak inşallah!
Ben romanın bu yönünü pek beğenmedim. Empedokles reenkarnasyona inanırmış, insanları Hades'ten geri getirebileceğini söylermiş, ama otacılıkla sınırlı değil felsefesi. Toprağı katarak dört öğeyi tamamlayan filozof. Dört öğeyi kaynaşmış halde tutanın sevgi olduğunu söylermiş. Nefretin ise öğeleri birbirinden uzaklaştırdığını düşünürmüş. Ne güzel düşünceler değil mi? Bence roman Empedokles'in bu yönüne eğilseydi daha ilginç olurdu. Bu haliyle pek hristiyanca içerik taşıyor roman.
Meksika'nın yerli inançlarında ölüler yaşamın parçasıdır. İslamda "her canlı ölümü tadacak" derken ölümün doğallığı vurgulanır. Hristiyanlık öyle değildir. İslamdan ayrımlı olarak hristiyanlık ölümü kabullenmekte daha çok güçlük çeker. İsa'nın dirilmesi, Lazarus'u diriltmesi hristiyanlık dininin özeğindedir. İnsan ölüme karşı savaşır hristiyanlıkta. İsa ise manevi mesajlarından önce sağlık alanında mucizevi şifalar dağıtarak çekmiştir insanları. Sağlıklı olmak isteği ölümü yenmek tutkusuna kadar uzanır hristiyanlıkta. Empedokles'in dostları da bu ereğe doğru ilerlemişler meğer, ama doğru bilim yolunu bulmuşlar.
Empedokles'in alternatif uygarlığını öncelikle insan ömürünü uzatmaya ve insanı daha sağlıklı kılmaya indirgemek bence romanı zayıflatan bir yönelim olmuş. Rahmetli Ahmet Cemal güzel bir denemesinde, insanlığın başlıca başarısının ortalama ömrü uzatmak olduğunu, ancak doğasını değiştirip kendini aşamadığını yazmıştı. Doğru! Dört öğeyi nasıl kaynaştıracağız? Mesele bu! Ancak, şu da var: Roman salgından önce yazılmış, ama salgın döneminde basıldı. Salgın sağlıklı olmanın yaşamsal önemini anımsattı hepimize. Bu açıdan bakarsam romana daha olumlu yaklaşabilirim sağlık konusuna öncelik vermesine. Kim bilir? Belki, sağlığımızı güvence altına aldıktan sonra Empedokles'in dostları dört öğe meselesine de el atarlar. Bir sonraki romanda.