Trump, çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği vergilerle daha önce de ele aldığımız ticaret savaşlarını başlatmış oldu. Üzerinde durulması gereken konu sadece bu iki ürünün ticareti değil, ABD’nın yeni dış ticaret felsefesi.
Ticarette ve genel olarak ekonomide aşırı milliyetçilik, korumacılık dünyayı iki genel savaş götüren nedenler arasında sayılır. Tarihin tekerrürünü önlemek için İkinci Dünya Savaşından sonra yeni bir uluslararası sistem kurulmuştur. IMF ve Dünya Bankası’ndan sonra GATT meydana getirilerek uluslararası ekonomik ve ticari ilişkilerde çok taraflı ve küresel kurallara bağlı bir düzen benimsenmiş; bu düzen zamanla gelişmiş, bölgesel anlaşmalarla çeşitlenmiştir. 1995 yılında da GATT Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) dönüşmüştür.
Trump, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan bu uluslararası düzene meydan okumaktadır. Çünkü anılan düzen içindeki gelişmelerin ABD’nin aleyhine olduğu kanısındadır. ABD’nin dünya ticaretindeki payı gittikçe azalmaktadır. Son yirmi yılda yüzde 25’lerden yüzde 15-18’lere inmiştir. İniş trendi de sürmektedir. Trump bu trendi tersine çevirmenin çaresini ticaret partönerleriyle teke tek ilişki kurmak, onları ikili ilişkide baskı yoluyla hizaya getirmekte görmektedir. Bunun en çarpıcı örneği NAFTA yerine Meksika ve Kanada ile ayrı ayrı anlaşma yapmayı tercih etmesidir.
Gene aynı anlayışın sonucu olarak, Trump ürünler itibarıyla çıkan sorunlara kolektif çözüm aramak yerine ticaret savaşı açarak çözmeye yönelmektedir. Örneğin, çelik ve aluminyum ile ilgili sorunlar aslında küreseldir. Bu nedenle G20, 2016 yılında çelikteki kapasite fazlası sorununu çözmek için bir küresel forum kurmuştur. Aynı şeyin alüminyum için de yapılması mümkündür. Sektörden bu yönde talep de vardır. Gel gör ki, Turmp efendinin uzun giden çok taraflı müzakareler ve süreçlerle kaybedecek vakti yoktur. O “Önce Amerika” diyerek bir an önce sonuç almak, seçim vaadlerini yerine getirmek istemektedir. Dış ticaret ve ekonomik ilişkiler alanında Trump katı bir ulusalcı anlayışı dillendirmektedir.
Bugünlerdeki G7 toplantısı Trump’ın kararlılığını test etmek bakımından önem taşıyacaktır. G7 Batı dünyasınını büyüklerinin kulübüdür. Trump’ın davranışları bu toplulukta büyük bir çatlak oluşturup, Batının genel olarak çıkarlarını, geleceğini tehdit edebilecek boyutlara yönelmektedir. Görünen o ki, iş ticarete, ekonomik ilişkilere gelince Trump AB’yi de, Kanada’yı da, Çin’i de aynı şekilde rakip, hattâ hasım olarak algılamakta, ‘Batılı / Batılı olmayan’ ayırımı yapmakta güçlük çekmektedir.
Oysa uluslararası rekabet açısından öncelikle Çin’i hedef alması, Batılı ülkeleri ve örgütleri yanına çekmesi gerekir. Buun yapmamasının bedelini hem Batı, hem ABD pahalı ödeyebilir. Ancak: Trump’ın ABD ile AB arasında olası bir serbest ticaret anlaşması Trump’un gündeminden hepten düştü mü acaba? ABD’nin AB ile teke tek bir ilişki düzeni kurmasının yolu böyle bir anlaşamadan geçer. Trump’ın genel yaklaşımına aykırı olmaz. Göreceğiz!
Öte yandan, ABD’nin Çin’e karşı yaklaşımının gittikçe sertleşmesi beklenmelidir. İkili ticarette Çin lehine olan fazla konusunda yapılan müzakerelerde alınan mesafenin Trump’ı kesmediği, daha ileri gitmek istediği anlaşılmaktadır.
Uzmanlara göre, çelik / alüminyum işi ticaret savaşlarının peşrevidir. Uzun ve çetrefil DTÖ prosedürleri ABD’yi çıktığı yoldan döndürmez. Asıl mücadele fikri mülkiyet alanında başlayabilir. Geçtiğimiz Ağustos ayında ABD Çin hakkında 1974 Ticaret Yasasının 301’inci bölümüne dayanan o meşum ve meşhur fikri mülkiyet soruşturmalarından birini başlatmıştı. Soruşturmanın olası sonuçlarına dayanarak ABD Çin’e karşı bir takım yeni adımlar atabilir.
Trump’un yaklaşımı yüzünden bildiğimiz uluslararası ticaret ve iktisat düzeninin sorgulanmanının ötesinde sarsıldığı bir döneme girdik. Bazılarına göre, birinci ve ikinci dünya savaşlarının öncelerine dönme yolundayız.