1970'lerin Fransa Cumhurbaşkanı öldü. Bir efsane daha öbür tarafa geçti.
Fransız kanallarında Valery Giscard d'Estaing'i (VGD) reformcu olarak andıklarını görüyorum. Doğru. 1968 döneminden sonra biz daha otoriter bir yaşam şekline yönelirken, Batı Avrupa'da, özellikle Fransa'da insanlar daha serbest yaşamaya başladılar. Zihinlerde oluşan serbestlik yasalara da yansıtıldı. Özellikle kadın haklarıyla ilgili konularda VGD döneminde reformlar yapıldı. VGD eski maliye, ekonomi bakanıydı. Bu konularda da iddialıydı. Ancak petrol krizine rastgelmesi onun talihsizliği oldu. Fransa'nın ünlü utkulu otuz yıl dönemi (les trente glorieuses) o başkanken sona erdi. (Fransa hâlâ o otuz yılın nostaljisiyle yaşıyor.) Ayrıca ilk başbakanı Chirac ile anlaşamaması ve onun gönüllü desteğini sağlayamaması 1981 başkanlık seçimlerini kaybetmesinin nedenleri arasında sayılır.
VGD Avrupa Birliği açısından da önemli bir isimdi. Helmut Schmidt ile birlikte bir yandan Fransız – Alman işbirliğini güçlendirdiler, öbür yandan Avrupa Birliği sürecini geliştirdiler. Bizim AB ile ilişkilerimiz açısından olumlu bir dönem değildi bu ikilinin teşrik- i mesai yaptığı yıllar. Yunanistan'ı aslında kriterler bakımından hazır olmadığı halde 1981'de Avrupa Birliğine aldılar. Gerçi o tarihlerde kriterler konusunda o kadar ince eleyip sık dokumuyorlardı ama Yunanistan teknik olarak hazır değildi. Bunu bedelini onyıllar sonra yaşadığı krizle ödedi. Yunanistan'ı antik elen uygarlığının Avrupa bakımından önemi nedeniyle "Avrupa'nın doğduğu yer" diye üye yaptıkları da doğrudur. Ancak, VGD'nin "AB'ne Yunanistan değil Karamanlis girdi" yönünde bir demeci de anımsanır. Karamanlis Avrupalı bir Yunan devlet adamıydı. VGD ve Schimdt ikilisiyle kurduğu olumlu ilişki gerçekten Yunanistan'a hızlı (fast track) üyelik yolunu açmıştır. VGD'nin Karamanlıs'in kızkardeşiyle ilişkisinden söz edenleri de işittim, ama Baltacı- Katerina öyküsünü anımsatan bu magazin kültürü dedikodusu ne derece doğrudur, kanıtına henüz rastlamadım.
Aynı yıllarda biz AB'den ve Avrupa'dan uzaklaşmaya koyulduk. VGD – Schmidt ikilisi Türkiye'nin AB üyeliğine olumlu bakmazdı, ama buna rağmen bizim de Yunanistan ile aynı dönemde tam üyelik başvurusu yapmamız gerekirdi. Yunanistan'ın önüne kırmızı halı sererken Türkiye'ye "git işine" demek öyle kolay olmazdı. Ne ki, biz "onlar ortak, biz pazar" havasındaydık, ilişkilerimizi askıya bile aldık. Yunanistan ile aynı yıllarda NATO üyesi olmuşun, Avrupa Konseyi üyesi olmuşun, AET'ye ortak üye olmuşun, AET'ye, dolayısıyla AB'ne katılmı süreçlerin birbirinin aynı olarak öngörülmüş, Yunanistan tam üyelik başvuru yapıyor, sen yapmıyorsun, Avrupa ile bütünleşmede aranızdaki paralel süreci kırıyorsun, o senden önce AB üyesi olursa başına ne çoraplar örebilir, en azından bunu bile düşünmüyorsun. Büyük hata. Zaman zaman bu hatamızı Osmanlının 1815 Viyana Kongresi'ne katılmamasına benzetirim (Bu katılmayışın öyküsünü Ahmet Rasim'den okuyun.)
VGD edebiyatçıydı. Başka bir edebiyatçı olan Mitterand'a karşı seçimi kaybetti. Roman yazarıydı VGD. 2003 yılında Fransız Akademisi'ne üye seçildi. Fransızların deyişiyle bu "ölümsüzlük" payesini ne ölçüde haketmişti, bilemiyorum, ama çok mutlu olduğu kesindi. Ancak, altını çizmem gerekir: VGD'nin Fransızcası yazınsaldı, çok yüksek düzeydi. Gramer kitabı gibi konuşurdu. Ben onu Avrupa konvansiyonu toplantılarda dinledim.
Avrupa ile ilgili olanlar anımsar. 2000'li yıllarda bir Avrupa Anayasası yazmak üzere AB çerçevesinde bir konvansiyon toplanmıştı. Biz de aday ülke olarak bu konvansiyona katıldık. Başkanlığını VGD yapıyordu. VGD bu konvansiyonu ABD anayasasının yapıldığı Philadelphia konvansiyonuna benzetiyordu, kendisini de George Washington'a. Doğacak anayasanın Avrupa Birleşik Devletlerinin temeli olmasını, kendisinin de ileride Avrupa'nın anayasal kurucu babası olarak umuyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Kendi ülkesi o anayasayı reddetti. Ancak, söyleyelim: daha sonra kabul edilen belge büyük ölçüde benzerdir. Bu bakımdan VGD'nin Avrupa Birliği'ne büyük hizmette bulunduğu rahatlıkla kesinlenebilir. Konvansiyonu imzalamış olmak da bize anı olarak kaldı.
VGD Türkiye'nin AB üyeliği olmasına karşıydı. O yıllarda bize karşı açıkça kampanya açmış gibiydi. Brüksel'de onunla dolaylı bir tartışma halindeydik. O günün koşulları içinde tartışma lehimize gelişiyordu. Avrupa Konvansiyonu'na da aktif olarak katılıyorduk. VGD ulusal parlamentoların AB ile ilişkilerinin güçlendirilmesini, Avrupa Parlamentosu'nun (AP) yanısıra bu ulusal boyutun ikinci plana itilmemesini istiyordu. Haklıydı. Nitekim, AP genellikle ikinci sınıf politikacılardan oluşur. AP seçimleri pek dikkat çekmez, katılım düşüktür. Birinci sınıf politikacılar ulusal parlamentolarda kalır. Bu da AB'de demokratik açık (deficit) dediğimiz sorununun kaynağındadır. VGD'nin önerilerini desteklemiştik. Memnun olmuştu, ama kabul edilmedi bu öneriler.
VGD ile güzel bir görüşmemiz de oldu. Orta Doğu konularına çok meraklı çıktı. AB üyesi bir Türkiye'nin Orta Doğu'da daha etkili olacağı, Orta Doğu'da etkili bir Türkiye'nin AB'ye daha fazla katkı yapacağı fikrine karşı çıkması da zordu. Bizimle ilgili birkaç olumlu demecini anımsıyorum. Konvansiyona katkımızdan olumlu söz etmişti. Bir kere de, Türkiye'nin belirli bir kesimin zaten Avrupalı olduğunu, ancak genel olarak Türkiye nüfusunun Avrupa ile uyum sağlayabileceğini düşünmediğini söylemişti. Anadolu'nun Avrupa'da değil Asya'da olduğu argümanını sık vurgulardı. Görüşmemizden aldığım izlenim: Avrupalılığı tartışılmayacak, Avrupa'yı bilen bir Türk lider tarafından ikna edilmeye sımsıkı kapalı değildi.
2002 yılında Paris'te Giscard'ın konuşmacı olarak katıldığı bir yemek düzenlenir. Bir Türk kalıtımcı Giscard'a Türkiye'nin AB adaylığına ilişkin fikrini sorar. Giscard, "Doğu Bloku varken NATO üyesi Türkiye'nin AB'ye girmesinin mantıklı olduğunu, ancak 90'lardan sonra birçok açıdan Avrupalı kimliğine daha yakın Polonya gibi ülkelerin çıktığını. Dolayısıyla Türkiye'nin AB'ye katılmasının pek anlamı kalmadığını" söyler. Giscard'un bu sözleri, 1970'lere ilişkin değerlendirmemizi doğrulamaktadır. Ayrıca Giscard'ın Türkiye'nin AB üyeliğine mutlak karışı olmadığını, kapıyı sımsıkı kapatmadığını da göstermektedir (Yoksa daha kategorik konuşurdu).
Sevsek de, sevmesek de VGD politikada belirli bir düzeyin adamıydı, kültürlüydü. O düzeyde politikacı sayısı çok azaldı.