Sedat Peker, bu kez eski SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ile kardeşi AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu ve TOBB’dan Salih Orakçı’nın da içinde olduğu büyük bir “rüşvet çetesi” olduğu iddiasını ortaya attı.
Dahası Hürriyet internet editörü Burak Taşçı ile Borsa Gündem sitesi sahibi Orhan Pala’nın da bu “rüşvet çetesi” ile birlikte çalıştıklarını, “borsa manipülasyonları konusunda başrol oyuncuları” olduklarını ve “huysuzluk yapan şirketlerle ilgili karalama kampanyası yaptıklarını” öne sürdü. “Rüşvet çetesi”nin milyonlarca lira rüşvet aldığı, ancak anlaşmazlık çıkınca “sahte haciz” uygulattığı Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren aleyhine Hürriyet ve Borsa Gündem’de “İmzalar Mine Tozlu Hanıma aitmiş” haberleri yayımladıklarını da iddia etti.
İddialar bu kadar ciddi ve somut olmasına rağmen Burak Taşçı ve Orhan Pala’dan, Peker’in iddialarına ilişkin bir yalanlama ya da açıklama gelmedi. Borsa Gündem sitesini geçtim; Hürriyet ve Demirören Medya’dan da ses çıkmadı. Hürriyet, Sedat Peker’in “rüşvet çetesi” iddiasını haber de yapmadı.
Oysa Hürriyet gibi büyük bir gazetenin editörünün “rüşvet çetesi” içinde yer aldığı, gazetenin bu çetenin faaliyetlerinde kullanıldığı, manipülatif haberler yapıldığı öne sürülüyor. Elbette peşinen bu iddialar doğrudur denemez ama araştırmaya muhtaç olduğu da ortada.
Hürriyet yönetimi bu kadar ağır suçlamalar karşısında suskun kalamaz, üç maymunu oynayamaz. Harekete geçerek araştırmak ve sonucuna göre gereğini yapmak zorunda. En azından “güvenilirliği” hâlâ önemsiyorlarsa okurlarına samimi bir açıklama borçlular…
Medyamız Le Figaro’daki yazıyı geç algıladı. Mayeul Aldebert’in Türkiye hakkındaki analizini Anadolu Ajansı bile iki gün sonra fark edebildi de gündeme öyle girdi.
AA, 21 Ağustos’ta yayımlanan “Le Figaro: Erdoğan’ın diplomasisi Türkiye’yi uluslararası sahnede vazgeçilmez konuma getirdi” başlıklı haberinde Le Figaro’da Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki arabulucu rolünün “diplomatik başarı” ve “Türkiye, Ukrayna’daki savaşın ilk galibi” diye değerlendirildiğini duyurdu.
AA’nın haberi, iktidara yakın internet sitelerinde uzun süre manşetlerde kaldı; televizyonlarda geniş haber yapıldı. Basılı gazeteler Akşam, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Türkgün, Türkiye, Yeni Akit ve Yeni Şafak 22 Ağustos’ta “Türkiye vazgeçilmez ülke” gibi başlıklarla yayımladılar.
Tek kalemden çıkmışçasına hepsi aynı başlığı kullanan iktidar medyası, Le Figaro’daki yazı nedeniyle adeta bayram yapıyordu. Manşetlere yansıyan bu mutluluk havasını Erdoğan’ın Ukrayna’daki başarısını öven yazılar tamamlıyordu.
Oysa Le Figaro’da Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında geçmişte pek de öyle övücü yazılar yayımlanmıyordu. Doğu Akdeniz krizi ve Suriye haberlerinde Erdoğan’ı “Neo-Osmanlı” olarak tanımlamıştı. Daha bir ay kadar önce Erdoğan’ın, Putin ve Reisi ile Tahran’da buluşması hakkında Le Figaro’da yayımlanan “İran, Rusya ve Türkiye: Otokratlar tarafı Tahran’da iş birliğini güçlendiriyor” başlıklı analizde şöyle denilmişti:
“Ukrayna’daki savaş, ortak çıkarları olan bu ülkeler arasındaki Batı karşıtı ittifakı güçlendirdi. Grupta tek eksik kalan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping. Tayyip Erdoğan, Ibrahim Raissi ve Vladimir Poutine: Batı demokrasilerine sıkça meydan okuyan otokrat cumhurbaşkanları, salı günü Tahran’da üç kişilik bir uluslararası zirvede buluşacak.”
Le Figaro, bu analizinde Erdoğan’ı açıkça “otokrat” olarak nitelendirmişti. Tahmin edileceği gibi, Türkiye medyası bu analizdeki ifadelerden hiç bahsetmedi, görmezden geldi. Madem Le Figaro’nun Türkiye hakkında yazdıkları bu kadar önemli, o zaman sadece övgüleri değil bu tür olumsuz ifadeleri de aktarmaları beklenir.
İktidar medyasının uluslararası medyaya bakışı çoğu zaman böyle. Erdoğan ve iktidarıyla ilgili olumlu ifadeler içeren haber ve yazıları alıntılıyorlar ama olumsuz değerlendirmeler olduğunda yok sayıyorlar. Uluslararası medyanın Erdoğan’ı “büyük lider”, “başarılı politikacı” olarak gördüğü gibi bir “sahte gerçeklik” yaratmaya çalışıyorlar.
Alkış tutmanın ve bir lideri övgülere boğmanın gazetecilikle ilgisi olmadığı gibi, dünyayı sürekli olarak Erdoğan’ı alkışlıyormuş gibi göstermenin de gerçekle ilgisi yok. Gazeteci alkışlamayı değil, eleştirmeyi bilen kişidir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, Etiler Polis Okulu arazisi üzerinde yapımı devam eden gökdelen projesinin ruhsatını iptal etmesinin ardından medyada sahiplenme yarışı başladı.
Sözcü gazetesi “SÖZCÜ yazdı, Etiler Polis Okulu arazisindeki inşaat mühürlendi” başlıklı haberinde “buradaki yapılaşmayla ilgili son bir ayda çok sayıda haber yaptığını” vurguladı. Cumhuriyet gazetesi, sosyal medyadaki “İBB, Etiler Polis Okulu arazisindeki inşaatın ruhsatını iptal etti” paylaşımına “Cumhuriyet gündeme getirmişti” notu düştü.
TV100.com yazarı Barış Yarkadaş, “İBB Bşk. Ekrem İmamoğlu, @tv100’deki yayında dile getirdiğim çağrı ve Mimarlar Odası’nın uyarısı üzerine Etiler Polis Okulu arazisindeki inşaat ruhsatını iptal etti” paylaşımında bulundu.
Prof. Dr. Emre Kongar da paylaşımında Cumhuriyet’ten Barış Terkoğlu’nun bu konuyu yazdığını anımsatarak, “Beklenen karar: Yoksa @ekrem_imamoglu bu şaibenin altından kalkamazdı” dedi.
Aslında bunlardan biri değil hepsi doğru. Bu projeyle ilgili olarak Cumhuriyet, Sözcü ve Barış Terkoğlu da yazdı; Barış Yarkadaş da konuştu. Hatta bunların dışındaki eleştirel medyada da birçok kere dile getirildi bu proje.
Buna rağmen medya kuruluşlarının ortaya çıkan olumlu sonucu tek başlarına sahiplenmeye çalışmaları haksızlık. Sorunu gündeme getirenlerin tümünü birden hatırlatsalar daha doğru olur. Zaten “Biz yaptık” diye ortaya çıkmaya da gerek yok, bırakın okur ve izleyici değerlendirsin…
Tek cümleyle: Karar’ın internet sitesinde banka ve akaryakıt şirketleri kampanyaları “Benzin ve motorine büyük indirim”, “Böyle indirim görülmedi”, “Akaryakıtta görülmemiş indirim” başlıklarıyla yayımlanarak haber görünümünde örtülü reklam yapıldı. Halk TV, Sözcü gazetesinin “10 bin doktor ayrıldı sağlık alarm veriyor” yazısını aktarırken, kaynağını belirtmedi. HaberTürk, düzensiz göçmenleri “Yunanistan’a geldiniz” diye Kekova adasında ıssız bir koya bırakan göçmen kaçakçılarını “organizatör” olarak nitelendirdi. CNN Türk, Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet’te “Aziz Sancar büyük bir keşfe daha imza attı” başlığıyla duyurduğu keşfi, iki gün sonra uzmanlarla konuşurken ekrana “Son Durum” anonsu koydu. “Sel” zaten “taşkın su” anlamına gelmiyormuş gibi, BirGün’de “Sel sularına kapılan kadın öldü”, Yeniçağ’da “Sel sularında can pazarı” başlığı atıldı. Akşam’ın Gaziantep’teki kaza haberinde “İbre 130’da takıldı” başlığı kullanıldı ama takograflarda ibre bulunmuyor. Hürriyet’in, “Arel’in dramı” haberinde Manisa’nın Kula ilçesi, Afyonkarahisar’ın ilçesi olarak yazıldı. Türkiye gazetesi, “Beykoz’da vatandaşlar isyan etti: Evlerini boşaltmayanlar sebebiyle mağduruz” haberiyle Tokatköy’de evlerin polis zoruyla boşaltılmasına destek verdi. Kızı suikast sonucu öldürülen Aleksander Dugin için “Putin’in beyni”, “Putin’in danışmanı” denildi ama hiçbir zaman Putin’in “beyni” olmamıştı ve resmi görevi yoktu. Albayrak Medya, Gerçek Hayat dergisinin tanıtımında “alternatif tıbbı” simgeleyen otlar bulunan fotoğrafın üzerine “Tıp karmaşa sömürü zehir” yazarak modern tıbbı karaladı. |
Okur Görüşleri:
Bülent Büber: “Kese kâğıdından matbuat (basın) yapılmaması kanunu” ifadesinin doğrusunun “Basılı Kâğıtların kese kâğıdı olarak kullanılmaması kanunu” olduğunu yazmıştınız. Bu kanun 1932 yılında değil 28.6.1938 tarihinde kabul edilmiş olup 26.4.2007 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.
Ülkü Demirtepe: Gazeteciler, özellikle köşe yazarları, sanki hükümetin icraatlarının içindeymiş gibi “BİZ” dili kullanıyorlar. Halbuki ya özne olarak hükümet demeliler ya da pasif fiil kullanmalılar.
Kağan Özerhan: “Bir kadın cinayeti de Şırnak’ta” haberinde “cenazesi bulundu” ifadesi doğru mu? TDK sözlüğünde cenazenin ilk anlamı “Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü”. İkinci anlamı da “ölü, ölü kimse” ancak böyle kullanılmıyor.
Ombudsman yanıtı: Haklısınız, “cansız bedeni”, “cesedi” ya da “ölüsü” denilmeliydi.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]