5. Olağan kongresi sonrası Ak Parti'nin nerede olduğunu tahlil etmek yıllardır büyük bir başarıyı yakalamış parti için gerekli ve önemlidir.
Ak Parti 2012'ye kadar sürekli yükselişte olan bir partiydi, çünkü devletin zorbalığına uğruyor, devletle mücadele ediyordu ancak en kuvvetli yükseltici olan halk desteği yanındaydı. Ceberrut devlet politikalarına karşı, darbe tehditlerine rağmen oylarını yükseltiyordu. Oy vermese de farklı her kesimin sempatisini kazanıyordu. 367 zorbalığı, onu durdurmak yerine oy patlamasına yol açıyor ve eşi başörtülü olan birisi, Ak Parti kurucusu Abdullah Gül cumhurbaşkanı oluyordu. Sudan bahanelerle kapatma davası açılıyor ama oyları yine düşmüyor aksine yükseliyordu. Zulme uğradığı her an mazlumdu ve halkın teveccühüne mazhar oluyordu. Ancak o çok istediği anda, devlete tam hakim olduğu anda, ne olduysa oldu, zirveden iniş başladı, nasıl mı?
İktidarının ilk yıllarında AB uyum yasalarıyla özgürlük rüzgarı estiren Ak Parti tezgahlanan darbe girişimlerini ezip geçiyordu, çünkü yükselen bir güçtü ve darbe için askerlere taban yoktu. 2007'de Cumhurbaşkanlığı seçimleri için iyice yükselen tansiyonla güç odaklarının hedefi haline geliyor, provokasyonlar yapılıyor ama bu da geri tepiyor, halk mazlumun yanında yer alıyor ve oyunu daha da yükseltiyordu. 2008'de yüksek yargının da boyunduruğundan da kurtuluyordu, çünkü vicdanların kabul etmediği bir kapatma davasına maruz kalıyordu.
Ak Parti ardından 2009'da açılım politikaları yürütmeye başladı. T.C. devletinin genetik yapısına ters olsa da yürütülen açılım politikaları Ak Parti'yi zarara uğratmadı aksine desteği yine arttı. Devlet politikalarına ters hatta muhafazakâr camiaya da yabancı olan azınlıkların, ötekilerin haklarının gündem edilmesi politikası oylarında yine düşüşe yol açmadı. Zira mağdurun, mazlumun yanında yer almaya çalışıyordu ve bu, oy vermese bile çok kesimin sempatisini kendisine kazandırıyordu.
Ak Parti 12 Eylül 2010 referandumuyla tarihinin en büyük desteğini aldı ve , "evet" cephesi %58 oy oranıyla yükselişi devam ettirdi. PKK ile MİT arasındaki Oslo görüşmelerinin sızdırılması da oylarını düşürmedi. Zira toplum sorunların çözümüne müsamahakar bakıyordu ve "öcü" gibi gösterilene fazla itibar etmiyordu, partiye tolerans tanıyordu. 2011 seçimlerinde de yükselişini devam ettiren Ak Parti, Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü de bastıran dominantlığı yüzünden sorun yaşamaya başladı. Basında her ikisinin eşinin anlaşamadığı yönünde haberler çıkmaya başladı. Gül, sıkıntılıydı, danışmanı Ahmet Sever tarafından sonraki yıllarda yayınlanan "Abdullah Gül'le 12 yıl" kitabına da yansıdığı şekilde Erdoğan'la sık sık ters düştü ve aralarında gittikçe artan açı ve yöneliş farklılığı oluştu. Bu durum sonraki yıllarda partinin kurucusu ve ilk başbakanının tasfiyesiyle sonuçlandı. Bu sıralarda yeni kan kayıpları da yaşanmaya başlamıştı. Zira çok seslilik yerine tek seslilik iyice hakim olmaya başlamıştı.
2012 yılı Ak Parti için zirveden inmeye başlama yılı oldu. Roboski'de bombalanan köylüler karşısındaki Erdoğan dili ve tavırları bir mentalite değişimini gösteriyordu. Mazlumlara karşı, hakkını arayanlara karşı sert, buyurgan, soğuk bir devlet diliyle cevap veriliyordu artık. 10 yıl boyunca güce karşı milletin iradesinin galip geldiğini söyleyen Ak Parti, Roboskili anaların ağıtlarına duyarsız kalıyor, dosya sümenaltı ediliyor, acılı aileler kahroluyordu. Bu olay zirveden inişin başlangıcı oldu, vicdanları sızlatacak dereceye varan ve "ah"ı çıkacak olan bir büyük yanlış yapılmıştı. Bu olay sonrası olumsuz örnekler durmadı, artık devlet gücü ele geçirilmiş ve devlet olma benimsenmişti.
"3Y" ile mücadele ile çıkılan yolun sonunda yolsuzluk söylentileri önce fısıltı gazetesi sonra tüm çıplaklığıyla ortalığa dökülmeye başlıyordu. Yoksulluk için verilen söze rağmen zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyordu. Yasaklar dindarlar için kalkıyordu ama devletin ötekileştirdiği diğer mağdurlar için başlatılan açılımlar durduruluyordu.
2013 yılının başlarında başlayan çözüm süreci bir bahar havası oluşturuyordu ve yeni girişime soğuk bakanların bile engelleyemediği bir umudu oluşturuyordu. Ancak Mayıs ayında başlayan Gezi olayları iyice otoriterleşen Erdoğan dilinin önemli bir yansımasını gösterecekti. Gezi parkındaki ağaçların kesilmesine yönelik sivil tepkiye Arınç ve Gül'e rağmen sert Erdoğan tepkisi önemli bir kamplaşma ve kutuplaşma ortamı oluşturdu. Ardından yılın sonunda patlayan iktidar, Cemaat kavgası ortamı iyice sertleştirdi ve Erdoğan'ın dili daha kutuplaştırıcı oldu. Ortaya saçılan ses kayıtları karşısında ürperen Erdoğan kurt siyasetçiliğiyle oluşabilecek tepkiyi dindirdi. Kendisinin mağdur ve mazlum, etrafının düşmanlarla dolu olduğunu söyledi ve parti tabanına inandırdı.
Ancak Ak Parti'nin yükseliş sihri ve ruhu kaybolmuştu. Devlete, güce rağmen durdurulamayan yükseliş sayısal olarak 2014 yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde devam etse de nitelik olarak gerileme içindeydi, dışta kemmiyet artsa da içte keyfiyet çürümesi yaşanıyordu. Her geçen gün bir önemli isim eleştirilerle partiden ayrılıyor, bu sefer her eleştiren "hain ve düşman" ilan ediliyor, bu artan bir kısır döngüyle devam ediyordu. Çevrenin düşmanla dolu olduğu duygusu politikaları sertleştiriyor ve daha çok yanlış yapılıyordu.
Tüm toplumun umudu çözüm süreci de bundan nasibini alıyor ve karşılıklı anlayışla başlayan süreç kötü yönetilmesiyle her iki taraf için de savaşa hazırlık süreci oluyordu. Çünkü var olan özensizlik sonucu sürecin ruhuna tamamen aykırı kavga dili ortama hakim oluyor, çözüm ve barış nefessiz kalıyordu. Sonunda beklenen patlama yaşanıyor, ipler kopuyor ve süreç de buzdolabına konuyordu. Kavga dilinin hakim olduğu bir ortamda "çözüm ve barış" demenin uzun süreli olamayacağı ortaya çıkıyordu.
Zirveden iniş bir başladı mı tutamazsınız, fabrika ayarları da kurtarmaz. Zira artık ne yapsanız fabrika ayarlarına dönemezsiniz. Davutoğlu'nun son kongrede etik kurulu oluşturması, insan hakları, çevre, şehir ve kültür alanında genel başkan yardımcılıkları oluşturması bahsedilen alanlardaki büyük gerileme ve eksikliği görmesindendi. Ancak bu yönelişin başarı şansı yok, çünkü istenen genel nitelik yönelişi devleti kutsamaya, güce ayarlı. Palyatif tedbirlerin başarı şansı yok artık. "Milli irade" ise iktidar getirmiyorsa değer bulmuyor.
1 Kasım seçimlerinde kaos ortamından bıkan, tek parti iktidarının çözüm olacağını düşünenlerle ve SP, BBP ittifakıyla, oy oranını arttırma ihtimali olsa da, kaybedilen ivmenin tekrar kazanılamayacağı, zirveden inişin devam edeceği bellidir. Genel gidişatı kuşbakışı tahlil eden herkesin gördüğümüzü göreceği ortadadır.
@gergerliogluof