Diyarbakır'a en son gittiğimde Dağkapı önünde polis barikatları önünde bir barış grubu olarak her iki tarafa da yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyerek barış çağrısı yapmıştık. Sur içindeki mahallelerde hendek barikatlar kazılmış, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve devletin sert bir müdahalesi yaşanıyordu. Yaklaşık bir yıl geçti, Sur ve Türkiye için kaygılarımızın ne denli haklı olduğu ortaya çıktı. Çözüm sürecinin bitişi çatışmaları, çatışmalar hak ihlallerini ve sonunda oluşan kaos darbeyi getirdi. Darbe sonucu ilan edilen OHAL ise hak ihlallerini T.C. tarihinde duyulmadık, görülmedik oranda artırdı.
Diyarbakır'a geçtiğimiz gün tekrar gittim. MAZLUMDER Amed şubesi benden düzenlediği insan hakları okulu için "OHAL ve KHK'lar" konulu bir konuşma istemişti. Öncesinde Dağkapı'da kaldığım otelden arkadaşımla çıkarak Sur içine girmeye çalıştık. Çatışmaların başında ilan edilen 4 günlük sokağa çıkma yasağı sonrası içeri girdiğimiz gün aklıma geldi. Sur'da yaşayan insanların sivil felaketini yakinen gözlediğim çok acı bir gündü o gün. Bugün artık o sokaklara giremiyoruz. Belli bir noktaya kadar gidiyorsunuz sonrasında polis barikatı ve "giriş yasak". Barikatın arasından baktığımda dolaştığım eski sokakların yerle bir olduğunu görüyorum. Sadece camiler ayakta kalmış, harabeye dönmüş henüz yıkılmamış bazı binalar, metruk bir alan... İş makinaları çalışıyor, daha bir düzleştiriliyor, kenarda bir adam kedilere et veriyor, "Buralarda kimse kalmadı, bunlara ben de yiyecek vermesem açlıktan ölürler" diyor.
Bir başka açıdan, sokaktan iç mahallelere girmeye çalışıyoruz, belirli bir yere kadar gittikten sonra yine barikatlarla karşılaşıyoruz. Sokaklar çok kalabalık değil, esnaf işlerinin çok düştüğünü, fiyatları düşürdüklerini söylüyor.
Biraz soluklanmak için Hasanpaşa Han'a giriyoruz, tarihi bir mekan alt kattaki kitapçıya girip oturuyoruz, arkadaşımla Sur üzerine sohbet ederken yanımızda kitaplara bakan bir genç herhalde ilgisini çok çekiyor ki dayanamayıp söze giriyor. "Abi ben Sur'da oturuyordum, benden dinleyin, derdimiz çok kimseye anlatamıyoruz, bari siz dinleyin" diyor. Çatışmalar başladığında içeride çok zor şartlar altında günler geçirdiğini, daha sonra askere gittiğini, orada da Kürtçe konuştuğu için komutanı tarafından azarlandığını anlatıyor. "Abi biz Kürdüz, Kürtlüğümüzden de mi vazgeçelim, haa bak bu olmaz" diyor. Askerden döndüğünde çocukluğunun geçtiği evinin yıkıldığını gördüğünü söylüyor. "Abi yıkılan, yok edilen sadece eşyalarımız değildi, hatıralarımız, fotoğraflarımız, hayallerimiz, geleceğimiz gitti" diyordu çok üzgün şekilde. "Hiç kimse bize evimizi yıkıp yıkamayacağını sormadı, yıkıldı ve bizi çağırıp 5000 TL teklif ettiler, almadık tabii ki, 50-60 bin liralık eşyamız, güzel evimiz vardı, bu para değeri ve kaybettiklerimizi karşılar mı?, derdimizi kimseye anlatamıyoruz, askerden geldim aylardır işsizim, meyve, sebze satayım dedim, hava çok soğuk meyveler donuyor, zararına iş olur mu abi. Evdeki erkekler evdeyiz, iş bulabilen yok" diyor.
"Peki sen devlet olsan sana karşı ayaklanana ne yapardın" diye soruyorum delikanlıya, "abi müdahalenin de bir oranı vardır, tankla topla olmaz ki, bize sormadan evimizi yıkarak müdahale mi olur" diyor, barikatlardaki gençleri defalarca uyardıklarını ama onların çok öfkeli olduklarını "Buraya ölmeye geldik, barış değil savaş istiyoruz" dediklerini ve onları durdurmanın zor olduğunu söylüyor. "Abi HDP'ye kırgınız, Ak Parti'ye ise öfkeliyiz" barikatları ve sivil mağduriyetini HDP'lilerin önlemesi gerektiğini, Ak Parti'nin ise ezip geçen bir müdahaleyi tercih etmesini ve sormadan yıkım yapmasını eleştirerek "aslında bunlar bahaneydi, buralara zaten TOKİ yapacaklardı" diyor. Diyarbakırlılara da kırgın, diğer mahallelere sitem ediyor, onlar "Aman olaylar bizim mahalleye gelmesinde ne olursa olsun dediler" diyor. Referandum oyunu soruyorum "Kırgınız ama oyumuz hayır" diyor. O ve diğer Diyarbakırlıları dinlediğimizde Diyarbakır için yüzde 65-70 hayır, yüzde 30-35 evet gibi bir oran civarında referandum tahmini var.
Fırat Felat Söyler önceki dönem genel seçimde Ak Parti'den aday adayı imiş, aday gösterilmemiş, evi Sur içindeymiş ve kendisine danışılmadan yıkılmış, çok öfkeli ve 2 milyon liralık tazminat davası açmış, savcılığa yazdığı dilekçeyi de gösteriyor ve cevap alamadığını söylüyor. Sur'un 33 medeniyete beşiklik eden çok önemli bir yer olduğunu, yeraltında çok tarihi eser, hatta gizli bir yeraltı şehri olduğunu iddia ediyor ve yıkımın aylardır içeriye kimsenin sokulmaması suretiyle yapılmasının tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili şüpheler oluşturduğunu iddia ediyor. Yıkımın önceden tasarlandığı düşüncesi çok kişide mevcut.
Uluslararası Af Örgütü'nün hazırladığı "Yerinden edilenler ve mülksüzleştirilenler" raporuna uygun söz ve haller görüyorum. Rapora göre Sur'da yaklaşık 24.000 kişi evinden edilmiş, bölge genelinde 500.000'e yakın kişinin göç ettiği düşünülüyor. Bu plan çerçevesinde Sur’da 7,000 konut inşa edilmesi söz konusu. Açıklanan plan kapsamında, Sur halkı ile istişare yapıldığına dair herhangi bir bilgi verilmiyor ve yerinden edilen Sur sakinlerinin de geri dönmesi muhtemel görünmüyor. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin yeterli konut hakkını güvence altına alan 11. maddesi ile yasaklanan zorla tahliyenin yapıldığını, keyfi konut yıkımlarının gayri insani muamele yasağını (AİHS, Madde 3) ihlal edebileceğini de iddia ediyor rapor.
Uluslararası Af Örgütü’nün araştırması, yetkililerin yerinden edilen kişilere yeterli konut, yaşam düzeyi ve eğitim dâhil olmak üzere ekonomik ve sosyal haklarına erişim sağlama yükümlülüğünü yeterli olarak yerine getiremediğini ortaya koyuyor.
Rapor kiminle görüşsek benzerini dile getirdikleri insani dramları da dile getiriyor. “Akrabalarla birlikte geniş bir aile olarak 500 kişi hep Sur ilçesinden yaşıyorduk. Her gün sokakta birbirimizi görür sohbet ederdik. Şimdi Diyarbakır’ın dört bir yanına dağıldık ve sadece telefonda konuşabiliyoruz.” H.Y. isimli Sur sakini böyle anlatıyor derdini.
"Ev sahiplerinin haberi ya da rızası olmadan, kendilerine danışılmadan binaların yıkılmış olması, hükümetin, yerinden edilenlerin geri dönme planları ve idaresine tam katılımını sağlama yükümlülüğüne uymadığını gösteriyor. " diyen rapor yüzlerce kişiyle yaptığı görüşme sonucu bu tespiti yapıyor.
Af örgütü raporu Sur sakinlerinin öfkesinin haksız olmadığını ortaya koyuyor. Kamulaştırma kararları, yetkililere kamulaştırmaya konu olan alanları karar alındıktan yedi gün sonra kullanma izni veriyor. Bunun da binalar yıkılmaya başlanmadan önce, kamulaştırma kararına karşı etkin bir itiraz yolunun mevcut olmadığı anlamına geldiğini iddia ediyor rapor.
Çok güzel bir tarihi mekana Sülüklü Han'a gidiyoruz, yer bulmakta zorlanıyoruz. Sülüklü hanın yoğunluğu adeta otantik tarihe tüm Diyarbakırlıların dönme isteğini, özlemini yansıtıyor. Her taraf tarih kokuyor ve avukat arkadaşım "Dağkapı Adliyeye uzak ama bürom burada, her gün surları, tarihi görmeye doyamıyorum"" diyor
Diyarbakır'da OHAL anlatmak belki Diyarbakırlılara karşı hadsizlik, çünkü OHAL'i yeni değil çok eskiden beri iyi tanıyorlar. Konuşmamı büyük bir dikkatle, gözlerini kırpmadan dinliyorlar. Adeta bir çöldeyiz ve hukuksuzluğu eleştiren, ideali isteyen sesler bir vaha müjdesi oluşturuyor gönüllerde.
Evet, Sur'da çatışmalar bitmiş ama sorun bitmemiş, gece 12.00'da gelen patlama seslerine irkiliyorum, meğer havai fişekmiş, Kocaeli'de olsam irkilmezdim ama burası Diyarbakır, ne olur ne olmaz. Bu kadim şehir bölgenin kalbinin attığı şehir, kadim acılar ancak insan hakları alanındaki gayretlerimizle, sorunları dert edinmemizle bitecek, yoksa işimiz çok zor.