Gezi Parkı olaylarının sonunda devlet herkesi evine gönderdi, direnişi bitirdi ama kazanan kim oldu gerçekten, gönüller bu sonuçtan tatmin oldu mu?
Başta varılabilecek uzlaşı 100 trilyonluk zarar, 4 ölü binlerce yaralı ve kutuplaşmış bir toplum sonrası sağlanabildi!.. Devlet muzaffer bir komutan olarak galibiyetini ilan etti ama bu yeni kırılmalara yol açabilecek bir sonuç oldu.
Hak arama kavramı bu olaylardan bir miktar kazançlı ama daha çok yaralı olarak çıktı. Sonunda şimdi galibiyet, mağlubiyet hislerinin arasında çok iyi görülmese de direnişi başlatanlar Taksim'deki uygulamayı durdurdular. Yargının kararları belirleyici olacak veya referanduma başvurulacak. Demokratlar ne kadar yorgun değerlendirmeler yapsa da Türkiye tarihinde sivil toplumun sözünü dinletmeyi başarması anlamında bir adım atılmış oldu. Bu kazanç hanesiydi. Ama bir de toplumsal olayların sahada, pratik olarak yaşayabileceği handikaplar ortaya çıktı. Hak arayanlar bu ciddi toplumsal olayı iyi yönetemeyerek hak gaspına varan olaylara yol açarak bu sonucu oluşturdu. Fiili gösterilerin doğal sonucu nefret dozunun yükselmesiyle dindarların rahatsız olduğu başörtülülere tacizler vb. olaylar oldu. Taş atan, duvarlara küfürlü sloganlar yazan topluluk kendisini toplumdan tecrit etti. Bu da zarar hanesiydi. Toplumsal gerilimin artması samimi anlamda hak arayanların da şeytanlaştırılabilmelerine zemin hazırladı. Hak kavramı yerine taraftarlığını şiddetle uygulamak isteyenleri ayrıştırabilecek bir belirteç olamadığı için toplum herkesi aynı kefeye koydu.
Taksim dayanışmasının nihayette uzlaştığı nokta sonrası direnişin devam etmesi anlamlı değildi. İktidarın “bunların niyeti başka” propagandası, uzlaşı noktasından sonra da eylemlerin devam etmesiyle toplum nezdinde olumlu karşılık buldu. Hak arayanlar ne kadar ince, titiz bir işle uğraştıklarını unutmamalılar.
Karşılıklı kutuplaşma kazandı adalet, hakkaniyet, vicdan hisleri kaybetti. Yandaşını eleştirebilenler gelinen aşamada fanatik taraftar oldular her iki yanda da. Türkiye, demokratik kazanım alanında toplumsal anlamda 10 yıllık bir geriye gidiş yaşadı. Mitinglerle güç gösterisi yapıldı, hâkimiyet pekiştirildi ama devamını önleyemeyeceğiniz devletçi, güvenlikçi bir üslup dünün mağdurlarının diline yerleşti. Toplum adalet ve demokrasi yolunda mesafeler kat ederken olaylardan ve tavırlardan sonra artık geriye taraftarlık günlerine adım atmaya başladı.
Başbakan'dan hazzetmeyen iç ve dış güçler var tabiî ki. Ancak bu olaylar abartılmış iç ve dış güçler evhamını daha da büyüttü. Bu da dindar aydınların bile hakkaniyet hislerini kaybetmelerine neden oldu. Kemik bir kitle olma belki safları sıklaştırdı ama ortak payda olma duygusunda genel hayal kırıklıkları oluşturdu. Dış güçlerin, iktidarın eleştirileri anlayabilecek olgunluk kazanmış demokratik uygulamaları karşısında bir varlık gösteremeyeceği gerçeği göz ardı edilmiş oldu. Bu olayların hükümet devirebilecek bir toplumsal desteği olmadığı iktidar tarafından görülmedi. Kaybeden ifade özgürlüğü oldu. Polisi eleştiren Başbakan, orantısız gücün suçunu memuruna yükledi. Acelecilikle güç gösterileri denendi. Aslında bu yıllardır söylenen iktidarın demokrasi söylemlerinin imtihana tabi tutulmasıydı. Sonuç, polisin daha da güçlendirileceği söylemini ortaya çıkardı. İktidar protesto gösterilerini kontrollü takip ile izlemekten sonunda vaz geçti gücü ile ezdi geçti ama gerçekten ezilen kim ve neydi?
Başbakan “başörtülülere saldırı” veya “Camide içki içtiler” gibi argümanları kullanarak dindar kitleyi arkasına aldı, kamplaşmayı besledi, oyunu arttırdı ama sonradan üzüleceği yaraları ve içindeki ve dışındaki kırılmaları zor engeller. Belki kendisine yönelmiş komploları bastırdı ama geriye otoriter bir söylemin haklılaştırılması, güven kaybı kaldı.
Adil duruş sergilemeye çalışan dindar aydınlar İslami camianın kabuğuna çekilme refleksinden dolayı eleştiri oklarını üzerlerine çektiler. Günah keçisi oldular. Ama heyecanın azalması sonrası sakin kafayla yapılacak geriye bakışlar, eleştiren aydınların birçok noktada haklı olduğunu gösterecek. Tarih eleştirinin hakkaniyetle yapılması gereken zor zamanlarda ilkeli duruşları hep ortaya çıkarmıştır, çıkaracaktır.
Abartılan olaylar, tahrik edici yalan tweetlerle dezenformasyona boğulan ortam, hükümeti eleştiren demokrasiye gönülden inanmış muhalif kesimlerin heyecana kapılmasına, üslup sertliklerine neden oldu. Heyecan dozunun azalması sonrası söylediklerini geriye dönük değerlendirecek birçok aydın söylemlerinin, üslup sertliğinin demokrasiye zarar verdiğini hissedebilecektir.
Gergin ortamlar çatışmalara kapı aralar. Mezhep çatışmaları çıkarabilecek tansiyonu yüksek günler yaşadık. Görüntüde kazananların her iki tarafın hakkını gözetmeyip ajitatif söylemler kullananlar olması üzücüdür.
Barış süreci devam ediyor ama barışın ruhu kaybetti. Barış dilinin terk edildiği bir ortamda Türkiye'nin dev meselesi olan Kürt sorununda alınan yollar hoyratça harcandı. Güvensizlik ortamı kuşkularla beslendi. Devlet ve örgüt aralarındaki anlaşmaya zarar gelmeyeceğini düşünüp önemsemeyebilir ama toplumsal barış ruhunda önemli sarsıntı oldu.
Gelinen noktada her farklı kesim iktidarı ve gönüldaşlarını itidale çağırmalı. Çatışmacı ortamın bitirilmesi, demokrasinin daha fazla zarar görmemesi, bugünleri de aramamamız için bu şart.