28 Şubat 2015, 1000 yıl sürdürülmeye ahdedilmiş bir zalimliğin adı değil bu topraklarda devlet eliyle yapılmış bir haksızlığın yine bir devlet makamında kabullenilmesi, çözüm arayışı ve önemli bir adımının tarihi adı oldu. Ancak bu anlaşma çeşitli çevrelerde çok sıcak karşılanmadı. "Demokrasi mi önce gelmeli barış mı?" tartışmasından sonra muhaliflerin başaramadığını Kürtlerin yapması istendi. Barış süreci üzerinde ayak sürüyerek Erdoğan'ın otoriterliğine karşı çıkma düşüncesi öne çıkarıldı. Bu düşünce üzerinden yılların savaş acısını yaşamış Kürtlerden büyük bir beklenti oluştu. Bu tavır doğru değildir. Onlarca yıldır tek parti dönemi yaşamış, darbeler muhtıralarla ömrü geçmiş T.C. tarihinde bir önemli sorunun çözümü aşamasında demokrasi mağdurlarının hoyrat davranmasının mantığı yoktur. Yıllardır kandırılmış ve onyıllar sonra yapılan haksızlığın devlet eliyle kabul edildiği bir ortamda Kürtler "önce demokrasi" diyerek hayali bir cennet sonrasına sorunlarını çözmeyi ertelemeyi düşünüyorsa hata yapmış olurlar. Bugün Kürt sorunu yılların ihmalinden sonra çözüm aşamasına gelmiştir ve bu tarihi fırsat kaçmamalıdır. Gezi olayları sırasında da Kürtlerden hükümete muhalif desteğin olmaması beklenen ve kabul edilmesi gereken bir hadiseydi. Zira Kürtler açısından böyle bir içten gelen basınç yoktu. O yüzden Gezi olaylarında da aktif bir katılım olmadı. Hem Gezi'de hem de şimdi "Kürtlerin demokratları satması" olarak görmek doğal olanı görememek demektir. İç güvenlik yasası gibi varolan sorunların üzerine benzin dökmeyle sonuçlanacak antidemokratik girişimler olsa da Kürt sorunu özel bir sorundur. Antidemokratik birçok yasa varken yenisinin eklenmesi can sıkıcı olabilir ama bu Kürt sorununun çözümü için büyük bir engel teşkil etmez. Antidemokratik yasalara yeni bir yasa eklenmiş olur ve yasa barış iptal eden değil ama yol sürecindeki baş ağrılarından biri olur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP'nin aldığı %9.8 lik oy oranı önemli bir sıçramayı gösteriyordu. Ancak bu sıçrama en başta çözüm süreci sayesinde olmuştu. Biten şiddet olayları, can kaybının olmaması herkes için bir umuttu ve Türkiyelileşme mesajları veren genç bir aday pek çok kişi için cazip bir seçenekti. Yapay, yaşlı bir aday olarak çıkarılan ve sağcı mesajlar veren Ekmeleddin İhsanoğlu'yu tercih etmek yerine yerine pek çok solcu CHP'den kayarak HDP'ye oy vermişti . Hatta sağ kesimden de hatırı sayılır oy almış ve Demirtaş'ın oy oranı yükselmişti. Şimdi de kravatını çıkararak aynı imaja sahip çıkmaya çalışan Demirtaş çözüm sürecinde ayak sürüyerek ancak oy kaybedeceğini bilmeli. Neden mi?
Kürtler barışın tadını aldı, artık barışı yıkan kaybeder. Cumartesi günü Dolmahçe'de yapılan ortak açıklama Türkiye'de en çok Kürtler arasında alkış aldı. Her geçen gün önceden sürece soru işaretiyle yaklaşan Kürtler bile sağlanan barış ve huzur ortamının nimetlerinden daha çok istifade etmeye başladı. Yıllarca savaşın acısını yaşayan Kürtler, güzelliğini hissettikleri çözüm ortamının adil bir barışla sonlandırılmasından yanadır. Dağda çocukları olan analar çocuklarının yolunu gözlerken ve en içten barış mesajları onlardan gelirken, tarihi adımları hayal kırıklığıyla sonlandırmada müsebbip olanın kaybedeceği bellidir. Askere gönderdiği oğlu için gece uykuları kaçmayan Türk ana babaların da HDP'ye hali hazırda çok soğuk bakmadığı da bilinmektedir. Ancak bozulan süreç herkes için bir yıkım olacaktır. Seçime kadar olan sürede HDP'nin oylarının artması için barışı isteyenlerin sabrını taşırmaması gerekir. HDP'ye belirgin destek veren Kürtler, barışı bozana karşı soğuyacaktır. HDP'ye sempatiyle bakan Türkler, barışı bozan HDP olursa HDP'den uzaklaşacaktır. Bölgede ve Batı' da yeni şiddet olaylarının ortaya çıkması da seçim sathı mailinde HDP'yi vuracak çok önemli bir konudur. Kobani olayları sırasında doğuda oy kazanmasına rağmen Batıda oy kaybeden HDP'nin barajı aşmak için barış ortamını muhafaza etmek gibi önemli bir meselesi olduğunu unutmaması gerekir. Gerçi barajın altında kalsa bile en önemli sorunun çözümünde muhataplığını kaybetmeyeceği de bellidir ama bu bir siyasi parti için önemli bir handikaptır. Hatta bu nedenlerden dolayı elinin rahatladığını düşünen hükümetin iç güvenlik yasası dayatması yaptığı düşünülebilir. HDP'nin ancak mecliste sembolik bir direniş yapması ve konuyu sokağa taşırmaması da bu tezi güçlendiriyor. Hükümet kurnazca bu kozunu kullanıyor ama o da barış süreci için en önemli olanın samimiyet olduğunu ve bu tür açıkgözlülüklerin uzun süreli bir ömrünün olamayacağını bilmeli. HDP hükümetin dayatmalarına boyun eğmek zorunda değildir ancak seçime kadar olan realite de budur.
HDP seçimi kazanmak istiyorsa Türkiyelileşmelidir. Bu da şiddet olayları çıkmasına prim vermemekle, her kesime kucak açmayla, çarşafı gerilik sembolü olarak lanse eden etkinlikler yapmamakla olur. HDP Metropollerdeki Türklerden oy almalıdır. Kürtlerden aldığı oy her geçen gün artsa da HDP'ye oy vermeyen önemli bir Kürt kesimi de vardır. Türkiyelileşmek demek sadece Batı'ya açılmak, farklı etnik kimlikleri sahiplendiğini göstermek değildir. HDP dini bir görüntü vermek zorunda değildir ancak dine muhalif bir bilinçaltı içinde olmadığını göstermek zorundadır. HDP bunlara dikkat ederse Türkiye'nin üçüncü partisi olabilir, potansiyeli var, ancak etmezse barajı geçemez.