Devlet ve PKK savaşıyor. Bu durumu daha kötüye mi götürelim, yoksa daha iyiye mi? Taraftar olsanız ve "ancak kendi isteğimin gerçekleşmesiyle olan bir barışı kabul ederim" deseniz de, herkesin arzuladığı bir an evvel barışa dönülmesidir. Bu gürültüde duyulmak istenmeyen tarafsız barış gözlemcilerine göre ise yapılması gereken koşulsuz olarak, biran evvel çatışmaların durması ve konuşmanın başlamasıdır. Bu yüzden hükümet ve HDP'nin siyaset kanallarını açık tutma konusunda özel bir sorumluluğu vardır. Siyaset de tıkanırsa çıkış yolu tümden kapanır.
HDP hangi şartlar vuku bulursa bulsun siyasetten kopmamalıdır. Bu, hem kendisini koparmaması, hem de diğerlerinin onu koparmaması anlamındadır.
Savaşın başlaması, siyasetin zor durumda kalması demektir. 6 aydır HDP bu sorunu yaşıyor. Yükselen bir güç, düşen bir güce dönüştü. Böylesi bir durumda HDP yöneticileri siyaset kanallarını açık tutmak için ellerinden gelen herşeyi yapmak zorundadır. HDP, İlk başta savaşı bitirmek için yoğun bir mesai harcamalıydı. Bu konuda gecikmiş ve cılız sesler çıktı, etkili olunamadı çünkü savaş kararı alıcılar, çok sertti ve belirli bir çatışma süresi geçmesi kaçınılmazdı. 24 Temmuz'dan çok önce çökmüş olan bir süre için artık kısa sürede yapılacak yeni birşey yoktu.
Savaşı önleyemiyorsanız da siyaset kanallarını kapatmamak için azami gayret sarf etmeniz gerekir. Savaşın devamıyla her geçen gün gerilen ortam ve insani felaketlerin getirdiği ruh hali, radikal çıkışlara ve kopmalara yol açabilir. Bu, zaten her savaş ortamının doğal sonucudur. Buna karşı hazırlıklı olmak ve günlük değil, kavramsal düşünmek zorundayız.
Kürtlerin başına gelenin "devletsizlikten" olduğunu söylemek öfkeli kalabalıkların kulağına hoş gelebilecek bir söz olabilir ama içinde yer aldığınız siyaset arenasında çözüme hizmet eden bir tavır olmadığı bellidir. Egemenlik tartışması ayrı bir konudur ama eğer cari sınırlar içinde siyaset yapıyorsanız kendi ayağınıza kurşun sıkmanızın getireceği bir fayda yoktur. Bu ve benzeri sözler siyasette bir çare kalmadığı vurgusudur, sonucuna da katlanmak zorunda kalırsınız, siyaset tükenmeye gider. Sırrı Süreyya Önder'in kaçak çay tartışması da buna bir başka örnektir. Hükümetin ve HDP'nin zaten pamuk ipliğine bağlı iletişimini bozmamaya gayret etme yerine çok sorumluluk taşımayan demeçler vermenin yanlışlığını her kesim eleştirmelidir. Ancak şu da bilinmelidir ki tüm hata Önder'de değildir, zaten siyaset kanalları çok daralmış, kopma noktasına gelmiş durumdaydı ve son damlayı beklemekteydi.
HDP, PKK'nın pazarlık kozu olarak vazgeçmeyeceği ortada olan ve kendisinin önleyemediği hendek, barikat siyasetini tabanıyla da kopmama adına sahiplendi sanırım. Çatışmaların yaşandığı sahada yaşanan duygusal ortamla özdeşleşmek için "yanlışa devam" demek durumunda kaldılar. Bu, bir yere kadar mazur görülebilir ama kalıcı çözüm açısından cari şartlara bağlı kalmadan, yeni çıkışlar ve atılımlar yapmanın önü tıkanmamalıdır. "Direnişi selamlamak" gibi ifadeler seçmek, seçmenin frekansını yakalama açısından önemli olabilir ama çözüme hizmet etmez. Müzakere ortamının görünmediği ve savaşın derinleştiği günlerde özerklik çağrısı da aynı siyasetsizliğin devamıdır. Özerklik ile ilgili konuların teknik anlamda konuşulması ayrı bir konudur, gerekli ve önemlidir ama daha müzakereler bile başlamamışken batı kamuoyu açısından çözümsüzlüğe işaret eden bir çıkış yapmak, çatışma çözümlerinin genel mantığına uymamaktadır. Bu ülkede herşeyi konuşabilmeliyiz ama konuşma birinci basamaktan başlar. Özerklik, federasyon ve ayrılma isteği konuşulabilir olmalı. Devletlerin bu konulara yaklaşım farklılığı ayrı bir konudur ama konuşmanın önünün kapatılmaması gerekir. Ama HDP'nin ipekböceği gibi yaptığı kendisini kozasında hapsetmek olursa nefes alınacak bir açıklık da kalmaz.
Siyasetin iyice tıkandığı bugünlerde bir de tüm bunların üzerine dokunulmazlık tartışması başlatılması, kabul edilemeyecek bir tutumdur. Cumhurbaşkanı, savaştaki sert politikasını siyasette de devam ettirir ve yaptığı konuşmalarda HDP'lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasını teşvik ederse, tüm kanalların tıkanacağını görmüş oluruz. HDP'lilerin de "kaldırırlarsa kaldırsınlar" tavrı içinde olması sorunu çözücü olmayacaktır.
Sırrı Süreyya Önder'in T24'te yayınlanan, Hazal Özvarış'ın yaptığı söyleşisinde "...PKK bahsedildiği gibi savaşma arzusuyla yanıp tutuşan bir örgüt değil, çözüme onlar da hazır, donanımlı ve istekliler. Bu konuda aradıkları kriterler ciddiyet, tutarlılık ve güven....Öcalan’ın ve Kürt tarafının savaş değil, statü sahibi olarak birlikte yaşam iradesinin tanığı oldum, buna dayanarak söylüyorum." sözleri önemlidir. Meselenin siyaset kanalları içerisinde çözümünün hem arzulandığı hem de yolunun gösterildiği ortadadır. Pazarlık kozu olarak bazı argümanlardan geri adım atılacağının sinyalini vermektedir Önder. Hükümet kendisine uzatılan bu dalı görmeli, kendisi de bir adım atmalıdır. Güvensizlik gibi, artması bu topraklarda her kesime ihanet olan bir unsuru azaltıp, yok etmenin tek yolu çatışmayı durdurup, konuşmaktır. Yapılması gereken hükümet ve HDP arasında tekrar bir görüşmenin sağlanmasıdır. Bu görüşmeler çözüm ve müzakerenin ilk adımı olması açısından önemlidir. Böylesi ortamlarda, trajik felaketlerin yaşandığı, sivillerin bile değersizleştiği ortamlarda, siyasilerin çözüm için geceleri uykularının kaçması gerekir. Çözüm için en olumsuz ortamda bile bir yol yaratma uğraşısı içinde olmalıdırlar. Bu, ağır bir sorumluluktur. Yüzbinlerce insan evlerini terk etmek zorunda kalmış ve aralarında kadın ve çocukların da olduğu yüzlerce sivilin ölümü vuku bulmuş durumdadır ve trajik olaylar devam etmektedir. Umalım ki aklı selim galip gelsin ve çatışma ve ölümler dursun herkes tekrar birbirini affetsin ve konuşalım.
@gergerliogluof