Charlie Hebdo katliamının, depreminin artçı sarsıntıları daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor. Bu olay ve sonrasında ortaya çıkan tablo en çok araştırmamız, tartışmamız, geliştirmemiz gereken kavramın ifade özgürlüğü olduğunu gösteriyor. Her yerde karşıt kesimler tartışıyor. Çoğunlukla at gözlüklerini takarak ve bir değişim olmadan bitiriyorlar tartışmalarını. Kimi zaman da kendi özeleştirilerini yapıyorlar. Karşıt kesimler özeleştirilerini yaparken bile ölçüyü kaçırabiliyor. Özeleştiri yaparken görüntü şık olsa da karşıt kesimin hatasını görmezlikten gelmek doğru değil. İslami kesimin çok özeleştiri ihtiyacı var ve bunu yapan çok az, ancak burada kriter hakkaniyet olmalı. "Özeleştiri yapayım" derken farklı kesimin yanlışını görmemek, göstermemek söyleminizin önemini eksiltiyor. Adil duruş her zaman için en doğru duruş. Örneğin İhsan Eliaçık, köhnemiş İslami geleneğe haklı ağır eleştiriler getiriyor, sahih kaynaklara inmede haklı ama toplumsal barışın ve çoğulculuğun sağlanması için üslubuna ve farklılıkların varlığına dahası gerekliliğine dikkat etmeli, eleştiri yapma ihtiyacı ve hakarete ulaşma sınırından kaçındırmayı iyi ayırt etmeli.
Laik kesim ise düşünce özgürlüğünün önemini anlatmada çok haklı. İfade özgürlüğü olmadan insanoğlu gelişemez, ancak konunun sınırsız olmadığını ve gözlerden kaçırılamayacak, izah edilemeyecek çifte standartların varlığını pek önemsemiyor, toplumun hassasiyetini pek umursamıyor bu da anlaşılmalarını zorlaştırıyor. İfade özgürlüğü çekişmesi, yıllarca "dini dünyaya, siyasete indirmem ama dine saygı duyarım, kutsala dokunmamak gerekir" diyenlerimize bile "ifade özgürlüğünün önemi" diyerek kutsala dokunmayı rafa kaldırtabiliyor, empatiyi ifade özgürlüğünün sınırsızlığına (!) kurban edebiliyor. Cumhuriyet gazetesinin yazarlarının tavrı tartışılıyor. Cumhuriyet köşe yazarı Ceyda Karan, kendisi açısından cesur bir eyleme imza atmış olabilir, ancak bu hakikaten ifade özgürlüğünün daha genişlemesine hizmet edecek mi?, edecekse bunu desteklemek lazım. Desteklemez, çünkü körler sağırlar diyaloğundan kurtulamıyoruz. "O kapak benim için bir insanlık, bir hoşgörü çağrısıdır. Ben böyle anladım. Süzgecim hep barış ve uzlaşma olur." diyor Karan ama bu karikatürden rahatsız olan adına konuşuyor. Karikatür tartışmasının bir özgürlük genişlemesi değil de bir inat mevzuu haline geldiğini görmüyor mu? Katliam öncesi ve sonrası herkesin aldığı pozisyonlar adına tehlikeli ve diğerini anlamaya müsait olmayan bir ortam oluştuğunu görmüyor mu? Son sayıdaki karikatürün kendisinin değil, çıplak Hz. Muhammed karikatürü basılması üzerinden başlayan, katliamla herkesi şoke eden bir kamplaşma ve kutuplaşmanın sonu olduğunu görmüyor mu? Yazarı olduğum T24 sitesinin de son karikatürü yayınlamasını desteklemediğimi belirtmiş olayım. İfade özgürlüğünün genişletilmesi ve saygın yayıncılığı konusunda ciddi bir prestiji olan T24'ün daha kuşatıcı bir tavır içinde olmasını beklerdim. Zaten ifade özgürlüğünün sınırlarının herkese göre flu olduğu bir tartışmayı inat ekseninde mi yapmak gerekir, yoksa birbirimizi daha iyi anladığımız ve ortak payda oluşturabileceğimiz bir eksende mi?
İfade özgürlüğü tartışmasının zor ve uzun sürecek bir tartışma olduğu belli. Düşünce özgürlüğünü kendimize göre anlayıp ötekinin hassasiyetini umursamamayı mı tercih edeceğiz, yoksa ötekinin hassasiyetini mi ön planda tutacağız? Esasında cevabımız ne olursa olsun bu faydalı bir tartışma, zira tartışılan insani ilişkilerdeki hassasiyet ve çok değerli olan ifade özgürlüğünün korunması.
Uluslararası belgeler ise sürekli olarak herhangi bir vakada tartışılan inceliğin, diğerini ilgilendirmese de bir grubun hakarete uğradığını hissetme hassasiyeti olduğunu gösteriyor. "İfade özgürlüğü veya bu karikatürü şu şekilde anlıyorum, sen niye farklı şekilde anlıyorsun, hassasiyetini tanımıyorum, yanlış, özgürlük kısıtlayıcı" üzerinden tartışmak yanlış. Evrensel sözleşmeler üzerinden tartışalım. AİHM “Yasak tümceler” isimli kitapla ilgili, İ.A /Türkiye (2012) kararında “Allah‟a, Dine, Peygambere ve Kutsal Kitaba» hakaret gerekçesiyle yerel mahkemenin verdiği kararı doğru bulmuştur. Kararda "ifade özgürlüğünün kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu ancak ifade ve düşünce özgürlüğünün bazı «görev ve sorumlulukları» beraberinde getirdiğini, bunlar arasında yer alan din ve inanç özgürlüğü söz konusu olduğunda başkalarına zarar verecek nitelikteki söylemlerden ve saygısızlık edecek davranışlardan kaçınılması gerektiğini, ilke olarak, büyük hayranlık ve sevgi duyulan dini hedef alan aşağılayıcı eleştirilerin yaptırıma tabi tutulması gerektiğini, mevcut durumda, bunun yanı sıra yalnızca çakışan veya şok edici, «kışkırtıcı» fikirler değil aynı zamanda, İslam dinindeki Peygamberin kişiliğine karşı hakaret dolu bir saldırı söz konusu olduğunu" belirtmiştir.
Dindarların zaten insan hakları ve özgürlükler alanına kuşkuyla baktığı günümüzde bir de bu gerilim üzerinden ifade özgürlüğünden soğutulmasını doğru bulmuyorum. Bu, yıllardır gündemde olmasa bile ifade özgürlüğü konusunda ilkesel bir mücadele veren insan hakları örgütlerini de zor durumda bırakır. Bu tavır, Voltaire ruhuna uymaz. Bu Fransa için de geçerli. Fransa'da solun saygın yayın organlarından Le Monde Diplomatique'in önde gelen yazarlarından Alain Gresh, "Fransa'da Cezayirli ateist bile gerginlik hallerinde "Müslümanım" diyor, herkes kabuğuna çekiliyor, Mesela ben asla Peygamber karikatürü yayımlamazdım. Evet, yasalar bana bu izni veriyor ama bence bu sorumsuzluktur. Çünkü Fransa’da Müslümanların durumuyla ilgili eleştirilecek o kadar çok önemli şey varken toplumun bazı konularda en hassas, en zayıf, en yoksul kesimine saldırıyorsunuz." diyor. Bu durum Türkiye için de çok farklı değil. Nilüfer Göle, 'Paris yürüyüşü, 11 Eylül sonrası gibi olmaması adına beni umutlandırdı' diyor, ama sonraki günler sokak böyle olmaz. 11 Ocak yürüyüşü kimseyi aldatmasın, herkes maalesef öngörülen rollerine doğru yönelecek. Toplumsal kenetlenme gevşer ve bilinçaltı ortaya çıkar zamanla. Bunu önlemek için ifade özgürlüğü konusunda evrensel bir mutabakatı başarmalıyız. Gelin salim bir kafayla, içinde inat, ön yargı olmadan ifade özgürlüğü sınırları tartışmasını bizler başlatalım. Bu tartışma insan hakları, özgürlük ve nitelikli demokrasi isteği üzerinden yürümeli, aksi olumsuz duygu ve davranışların ön plana geçmesi demektir.