Hrant Dink'in katlinin üzerinden 6 yıl geçti. Tetikçilere kesilen ceza ile örgüt karartılmaya çalışıldı ancak tüm deliller, karartmalar bir örgütü işaret ediyor.
Hrant Dink cinayeti basit bir cinayet değildi. Türkiyeli bir Ermeni aydını olarak demokrat bir tavırla adaleti hedefleyerek , doğrunun peşinden giden bir kişiydi o. Büyük bir acı ve yara üzerine konuşmanın ahlaki duruşunu korumaya çalışmanın zorluğunu bilen ama bunun hakkını veren bir aydındı o. Hrant tarihte ne hiç bir şey olmamış gibi davrandı ne de yapıcı olmayan bir tavra yöneldi. O küçük yaşlarından itibaren zor bir hayatı yaşadı ancak insanı sevmesi ve omuzlarına yüklenen sorumluluğun ağırlığını hissetmesinden dolayı kem gözlü bakışları üzerine çekti. Onun talebi, bu topraklarda yaşananların konuşulması, bundan sonra da ırkçılıktan ötekileştirmeden kaçınılmasıydı. Sadece Ermenilerin değil bu topraklarda yaşayan tüm kimliklerin eşit vatandaş olmasını arzuluyordu.
Hrant Dink'in öldürülmesinden önce medyada uğradığı saldırılar, yargı alanında ona uygulanan haksızlıklar zalim bir cendereye dönmüştü. Öldürülmesinin üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen cinayetin arkasındaki örgüt bağlantısının ortaya çıkarılmak istenmememesi vefatından önceki uğratıldığı zalimliğin devamı değil midir? Mahkemelerde ona uygulanan linç girişimleri, hakaretleri şimdi hatırladıkça onu çok yalnız bıraktığımızı, çoğunluğun sorumluluğunu yerine getirmediğini anlıyoruz.
Hrant Dink'in bu talebini tüm kesimlerin desteklemesi gerekiyordu. Sadece ırkdaşı, fikirdaşı, dindaşının değil tüm insanların bu tavrı desteklemesi gerekiyordu. Adalet talebimiz var imza grubu olarak İslami hassasiyet sahibi aydınların öncülük ettiği çalışma 2012 yılının Şubat aylarında bu nedenle organik bir tavır ve yapıya büründü. Hrant Dink cinayetinin ilk anından itibaren katillerin bulunması için elinden gelen desteği esirgemeyen Müslüman aydınlar artık somut bir inisiyatif alıyorlardı. İmzaya açılan bir metinle ve oluşturulan web sitesiyle cinayetin derin faillerinin bulunması ve cezalandırılması dışında başka bir seçeneğe razı olmayacaklarını açıklıyorlardı. Önemli bir yankı oluşturan bu çalışma toplumun her kesiminden destek alıyordu. Ardından konu ile ilgili makamları ziyaret etme kararı alan inisyatif ilk olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşüyordu. Hrant Dink cinayeti hakkında DDK raporu hazırlatmış olan Cumhurbaşkanı "Türkiye Cumhuriyeti bir vatandaşına sahip çıkamadı, göz göre göre onun öldürülmesini izledik "diyordu. T.C tarihinin en önemli raporlarından biri hazırlanmış, rapor sert bir mevzuat, yargı ve bürokrasi eleştirisi yapmıştı. Ancak yine harekete geçilmiyor ve gereken incelemeler yapılmıyordu. "Cumhurbaşkanlığının hazırlattığı raporlar rafta kalacak raporlar değildir" diyen Cumhurbaşkanı Gül, konuyu takip edeceği sözünü veriyordu. Cinayetin asıl faillerinin bulunmasının normal bir sonucu olan İslami kesim aydınlarının gayreti şaşılası bir durum değil , bir görevdir.
Hrant Dink cinayetini soruşturmak, gerçek faillerin bulunmasını istemek aslında insan hakları, adalet, insaf, vicdan gibi kavramlarda nerede olduğumuzu gösterir. Bu erdemli kavramlar üzerinde konuşmak kolaydır ancak gerekeni yapmaya çalışmak insan haklarının pratiğe dökülmesinde bir turnusol kağıdı işlevi görür. Yaptığımız lütuf değil insanlık görevimizdir. Yapılan çoğunluğun bir hoşgörüsü, hamiyeti değil insani ve İslami olmazsa olmazımızdır. Zira konu bir Ermeni veya Türk'e sahip çıkmak değil, çok zalimane bir süreçle öldürülmüş bir kişinin ve kimliğinin yanında olmaktı. Uygulanan mevzuat etnik kökeni Türk olmayanların dışlandığı bir hali ortaya çıkardığı için çoğunluğun ayrımcılığa karşı sorumluluğunu hissetmesi gerekiyordu..
Hrant Dink, eşit vatandaşlık hakkı istiyordu. Bir röportajında çocukluğunda polis olma hayalinden bahsediyor; 'Beni polis yapmazlardı', diyordu. Adını niye Fırat diye değiştirsindi ki. Niye bir güzellik olan farklı dilinin gerektirdiği ismini gizlesindiki. Kimliklerin farklılığı, çoğunluğu temsil eden Müslümanlar için Kur'an-ı Kerim'de buyrulduğu gibi Allah'ın varlığının ve rahmetinin bir eseri olmalıdır. Ancak Devlet tarafından dikte edilmeye çalışılan bir anlayışla "tehlikeli ve nefret edilmesi gereken bir topluluk" oldukları aşılanmaya çalışılıyordu. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ile somutlaşan tavrıyla devlet aslında sonradan olan birçok kötülüğün derin faili oldu.1930’ların hükümet başkanı İsmet İnönü’nün sözlerinde bu anlam kendini gösteriyordu: “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahipti(r). “Türk milleti/ulusu”, Türkiye toplumunun etnik, dini ve kültürel farklılıklarını tanıyan bütünleştirici ve kuşatıcı bir ifade değildir. Tersine bu terim, tamamen Türk etnik kimliğini referans alır, onun diğerleri karşısında yüceltilmesi işlevini görür ve sadece onu korur. Bu jakoben anlayış tüm kimlikleri Türk milli kimliği içinde eritip yeniden bir Türk insanı yaratmak istiyordu. "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" ifadesi ile vatandaşlık bir etnisiteolarak tanımlanmıştı. Eşitsizliğe uğrayan tüm dini ve etnik kimliklerin yanında olduğumu beyan ediyorum. Bir müslüman olarak eşitsizlik düzelene kadar bir Ermeni'nin, gayrimüslimim yanında olduğumu ilan ediyorum.
Hrant'ın öldürülmesi sadece şahsının öldürülmesi sorunu değil, aynı zamanda Ermeni sorununun dışa vurumudur. Hrant Dink Vakfı’nın yayımladığı ‘2012 Beyannamesi’, İstanbul’daki Ermeni vakıflarının bugüne kadar sahip olduğu mülklerin yarısının cumhuriyet döneminde gasp edildiğini gösteriyor. Son on yılda ise, gasp edilen mülklerin yaklaşık beşte biri iade edilmiş.
Hükümet, bütün mülkleri kapsamamakla birlikte, gayrimüslimlere “zulüm”den başka kelime ile ifadesi mümkün olmayan bir uygulamaya son verdi: 1936′dan sonra edindikleri ve 1974′ten bu yana Hazine’ye devredilen taşınmaz mallarının asli sahiplerine iade edilmesine karar verdi. Bu çerçevede , din ve ibadet özgürlüklerini kısıtlayan yasakların kaldırılması izlemelidir.Kamulaştırılarak üçüncü kişilere satılmış mülkler de iade edilmeli, edilemiyorsa tazmin edilmelidir.
Müslüman çoğunluğun sorumluluğu, ırkçılığın zalimliğini algılayamamış toplumu İslami bir kılıf ve jargonla etkilemeye çalışan basın yayın organlarına karşı net tavır göstermekle olur. Yeni Akit gazetesi ve Habervaktim sitesinin takip edip yaygınlaştırmaya çalıştığı nefret söylemi İslam'ın şiddetle eleştirdiği bir söylemdir. İslami hassasiyet sahibi camiaların net bir tavır göstermemesi nedeniyle varlığını devam ettirmeye çalışan bu zihniyete karşı mücadele, İslami hassasiyet ve samimiyet konusunda bir gösterge olacaktır.