Özgecan Arslan cinayetinden sonra kadın konusu tekrar hararetle tartışılıyor. Vahşi bir şekilde işlenen bu cinayetin son cinayet olması için ne yapılması gerektiği çok önemlidir. Ama yine sorun çeşitli politik polemiklere ve kutuplaşmalara çekildi. "Yüzyıllar boyu erkek egemen bir toplumun hakimiyeti nedeniyle bu cinayetler işleniyor" deniyor. Bu iddia üzerinde durmak gerekir. "Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadığı sürece kadın erkek eşitliği sağlanamayacak ve şiddet artacaktır" deniyor. Bu iddia da çok önemlidir ve üstünde ayrıntılı durmayı gerektiriyor. Ancak şablonik ifadelerden kurtulup konuyu derinlemesine analiz etmezsek körler sağırlar diyaloğundan kurtulamayacağız. Erkek egemen kültür hem kültürümüze hem de dini geleneğimize sinmiş. Kültürel öğeler dünya çapında farklılıklar gösterebiliyor ama genel olarak erkek egemenliği var. Dinin yaşandığı toplum kültürel yapısını pek terkedemediği için dini gelenek içinde de erkek egemen bir dil hakim olmuş ve yer yer kadının dışlandığı bir dil hakim olabilmiş. Peygamber adına uydurulan sözlerde bilhassa kadın için gayriislami bir dil kullanılmıştır. Ancak doğuştan gelen fıtri özellikler ile erkek ve kadına tanınması gereken fırsat eşitliği arasındaki ayrım da dikkatle yapılmalıdır. Erkekliği sadece kışkırtılan bir özellik olarak görüp erkek fıtratındaki özellikleri sonradan oluşmuş ve yapay davranışlar olarak görmek doğru bir yaklaşım olmaz. Kadınlığı da sadece bastırılmış yönüyle görüp doğuştan gelen fizyolojik, anatomik ve psikolojik özelliklerini hesaba katmadan değerlendirmede bulunmak bizi yine doğru bir yere ulaştırmaz. Vahşi bir cinayet sonrası duygusal bir yoğunluktan kurtulamayıp sorunu tüm boyutlarıyla değerlendiren analizler yapmazsak hem kadın erkek eşitsizliği üzerine varacağımız nokta doğru bir sonuç olmaz hem de idam, müebbet hadım etme gibi seçenekleri konuşarak vakit geçirir ve tecavüzleri yine de önleyemeyen bir durum oluştururuz.
Feminizm kadını güçsüzleştiren bir ortama isyan olarak ortaya çıkmış ama günümüzde yaratılıştan gelen özellikleri de inkar edebilen bir duruma düşmüştür. Kadının sosyal hayatın her alanına eşit şartlarda katılmasını teşvik etmek başka bir şeydir bazı alanların kadın fıtratına, sağlığına ve psikolojisine çok uygun düşmeyeceği başka bir gerçektir. Fıtrat kelimesi güncel siyasi tartışmalardan ve kalıplaşmış ideolojik tartışmalardan ari tekrar değerlendirilmelidir. Kadınlar bugün birçok mesleği başarıyla bazen erkeklerden çok daha iyi ifa etmektedir. Ancak bazen kadın bir yönetici fazlasıyla erkeksi bir yöneliş içine girip hem fizyolojisine hem de psikolojisine zarar verebiliyor. Çalışan kadınlar az çocuk düşünebiliyor bu da sağlık açısından kadın organlarıyla ilgili kanserleri arttıran bir etken olabiliyor. Kadın sporcular hormonal dengelerini bozan bir çalışma ve doping yönelişi içinde olabiliyor.Toplumsal cinsiyet eşitliği istenirken kadının kazandığı ve kaybettiği özelllikler kıyaslaması ve hesabı iyi yapılmalıdır. Fıtrat kelimesinden güncel siyasi tartışmalardan dolayı rahatsız olanların bilmesi gereken yaratılıştaki gerçek yönelişleri bilmememizin kısır çekişmeleri arttıracağıdır. Fıtrat bilinirse kadın ve erkeğin mutlu ve huzurlu gelişimi sağlanır. Bu bilinmez ve modern popülariteye yöneliş olursa belki zenginleşen, güçlenen ama mutsuz bireyler oluşur. Taciz ve tecavüzün tercih edilen yaşam tarzı ve giysi şekliyle ilişkili olması üzerine de yoğun bir tartışma var. Erkek ve kadın arasında fıtrattan gelen bir ilginin olması dolayısıyla pratikte taciz ve tecavüz olayları artmış olabilir. Ancak bunu sadece giysiye bağlamak doğru değildir. İd'den gelen dürtülerine süperego'nun yaptığı müdahaleleri umursamayan kişi her dini veya kültürel ortamda çirkin yönelişlerde bulunabilir. Sosyal hayatta erkek ve kadın arasında olan yaklaşma mesafesi gözardı edilecek bir husus değildir. Din, dinli dinsiz her kadın ve erkeğin tacize yol açabilecek ortamlar konusunda biraz dikkatli olmasını önerir. Tacize yol açabilecek ortamlara karşı uyarılarda bulunur. Bu, kadın erkek eşitliğini ihlal eden bir yaklaşım değildir. Var olan özelliklerle erkek egemen kültürün öğütleri ayırt edilebilmelidir. karşısındakini güç yoluyla teslim alabileceğini sanan zihin bunu cinsel, fiziksel ve ruhsal yolla yapıyor ki asıl mesele bunu anlamaktır. Kadına şiddeti önlemek, aslında sadece erkeğin iktidarıyla açıklanabilecek bir durum değildir. İnsanların ve toplumların bencilleştiği, benliğin en üstün öğe halini almış bir toplumda şiddet olaylarının artması çok garip değildir. Gerek erkek gerekse de kadın benmerkezci bir yaşam tarzı yönelişinden uzaklaşmadıkça şiddeti önlemek çok mümkün değildir. Benim çözüm önerim, sadece aile kurumunun güçlendirilmesi değil, cezaların artttırılmasının da faydasının çok olacağına inanmıyorum. Gittikçe bencilleşen bireyi tedavi etmekten başka şansımız yok. Bireyselleşmenin, hedonizmin, güç arzusunun zirve yaptığı, diğerini ezmekten rahatsız olunmayan bir toplumda hangi şiddeti önleyebileceksiniz ki? Aile içi anlaşmazlıklarda çok sıklıkla görülen eşlerin tamamen kendi hakimiyetlerini kurma isteğidir. Bunun erkeği kadını yoktur. Bu, toplumsal ilişkilerde de çok farklı değil. Bu anlayış boşanmalara, sahipsiz çocuklara, anne, baba, çocuk depresyonlarına ve son vakada görüldüğü gibi yaygın kişilik bozukluklarına ve şiddet eğilimlerine yol açmaktadır.Velhasılı kadına yönelik şiddet sadece erkeğin şiddetini önleyici palyatif tedbirlerle sınırlı kalırsa sonuç alınmaz. Zira bu tedbirler ne kadar sıkılaştırılsa sıkılaştırılsın erkekler bir yolunu bulup şiddet uygulayabiliyor. Bu vahşi cinayetten sonra duygusallığın hakim olması geçici bir bir süre için insani olabilir ama doğru teşhislerde bulunulmayan kör dövüşleri devam ederse şiddeti hiç azaltamayacağız.