Yunanistan atağa kalktı
Yunanistan Ocak 1981’de Avrupa Birliği (AB) üyesi olunca, dışarıda kalan Türkiye’yi sıkıştırmak açısından bulunmaz bir fırsat ele geçirdi ama bir kaç yıl öncesine kadar AB’yi bu amacı doğrultusunda istediği ölçüde kullanamadı. Türkiye’nin özgül ağırlığı, stratejik önemi Yunanistan’ın sikletinin çok üzerindeydi.
Son yıllarda ise, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde yaşanan olumsuz gelişmelerin rüzgarını arkasına alan Yunanistan‘ın atağa kalktığını, Türkiye’yi yalnızlaştırmada ve AB ile zaten gergin olan ilişkileri daha da germekte başarı sağladığını görüyoruz.
Avrupa‘nın veya Batı‘nın güvenliğinin artık Ege’de ve Yunanistan’ın doğu sınırlarında başladığı, Türkiye’nin tampon bölge olduğu havası hâkim.
Yunanistan Türkiye ile ikili sorunlarını AB’nin de sorunu haline getirmeyi başardı. AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi kararlarında, aslında üyelik konusu artık tamamen geçtiğimiz yüzyılda kalmış gözüken Türkiye’yle ilgili her şey “Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik yasa dışı faaliyetlerin durdurulmasına yönelik yapıcı adımların kalıcı hale getirilmesi“ şartına bağlandı. Yani, Türkiye ne yaparsa yapsın, AB’yle ilişkilerde gaz ve fren Yunanistan (ve GKRY)’da.
Yunanistan, ABD’yle ilişkilerinde de mesafe aldı. Ocak 2020’de Savunma İşbirliği Anlaşması güncellendi. Girit Adası‘ndaki Suda Üssü’nde deniz ve hava faaliyetleri için altyapı modernizasyonu ve uyarlamalar yapıldı. Larissa Havaalanı ve Dedeağaç Limanı‘na da el atıldı.
Türkiye Rusya’yla yakınlaşma gösterdikçe, ABD de Yunanistan’ı (ve Suriye’de YPG/SDG’yi) daha fazla kucaklıyor.
Yunanistan Türkiye’nin jeo-stratejik ve jeo-politik açıdan artık vazgeçilmez olmadığı, kendisinin de önemli bir konumda bulunduğu, teknolojik gelişmelerin de bu anlamda da işleri çok kolaylaştırdığı mesajını veriyor.
Yunanlılar, Orta Doğu’da da Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinin bozulması sonucu meydana gelen boşlukları dolduruyorlar. Doğu Akdeniz Gaz Forumu oluşturuldu, İsrail’le, Mısır’la, BAE’yle, Suudi Arabistan’la iyi ilişkiler kurdular. GKRY’yle birlikte bu ülkelerle muhtelif askeri faaliyetler düzenlediler.
Yunanistan’ın bölgedeki son hamlesi, ABD’nin çektiği patriotların yerine Suudi Arabistan’a 120 personeliyle patriot bataryası göndermek oldu.
Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerin olumsuz seyrinde iki ülkenin başkanları arasındaki karşılıklı antipatinin önemli rolü olmakla birlikte, Fransa’yla ilişkiler uzun yıllardır sorunlu.
Fransa’da cumhurbaşkanları değişiyor ama Türkiye politikalarının özü değişmiyor, Türkiye’ye hasım ülke muamelesi yapılıyor.
Dış politikadaki yanlışlarımızı, yanılgılarımızı görmezden gelmek mümkün değil ama Fransa’yla ilişkilerimizin bu halde olmasında, Fransa’nın büyük ülke kompleksinin ve her salataya maydanoz olma yolundaki ulusal hasetinin büyük rolü bulunduğu da bir gerçek.
Fransa’nın Orta Doğu ve Türkiye özelindeki ruh halinin tarihi boyutu da bulunmaktadır. Haçlı seferleri 1095’de Fransa’nın Clermont şehrinde Fransız Papa II. Urban başkanlığında yapılan konsülde alınan kararla başladı ve Fransız devleti o tarihten bu yana haçlı kodlarının etkisinde takılıp kalmış gibi.
Fransa, Osmanlı İmparatorluğu‘ndan parça koparma işinde de en hevesli ülkeydi. Napolyon‘un Mısır seferi, Cezayir’i, Tunus’u alması, Lübnan’a müdahaleleri, birinci savaş sonrası Anadolu’daki işgal girişimleri buna örnektir.
Birinci Dünya Savaşı‘nda Avrupa cephesinde boğuştuğu için Orta Doğu cephesindeki savaşa askerle katılamayan Fransa, buna mukabil, başta Sykes-Picot olmak üzere bölgenin kaderini belirleyen anlaşmalarla, İngiltere ile birlikte Osmanlı topraklarını bölüşen iki ülkeden de biri olmuştur.
Fransa Orta Doğu’da kendine biçtiği misyonun perde arkasında ekonomik çıkar kovalar. Son dönemde, gayet iyi işler aldılar. Fransız Total şirketinin Irak’ta 27 milyar dolarlık anlaşma imzalaması ve Musul Havaalanı yenileme projesini bir Fransız şirketinin kazanması bunun örneklerindendir. Bunlar Fransa’nın kazancı ve bölgedeki konumunu son yıllarda kendi eliyle aşındıran Türkiye’nin kayıplarıdır.
Türkiye’yle sorunlu bu iki ülke arasında son yıllarda askeri ve savunma alanlarındaki ilişkilerde hareketlilik var.
Geçtiğimiz Ocak ayında Yunanistan’ın Fransa’dan 24 adet Rafale uçağı alacağı açıklandı.
Son olarak 28 Eylül’de Paris’te bir araya gelen Macron ve Mitsotakis, savunma ve güvenlik alanında stratejik ortaklık anlaşması imzaladılar.
Bu anlaşmayla birlikte, Yunanistan’ın Fransa’dan üç fırkateyn satın alacağı, dördüncü fırkateyn alımı için de kapının açık bırakıldığı açıklandı. Yunanistan Savunma Bakanı ayrıca, korvet alımı/ortak yapımı konusunda da gelişmeler olabileceğini duyurdu.
Uçak ve fırkateyn anlaşmalarının açıklanan toplam bedeli 6 milyar Avro civarında. AB üyesi ülkelerin vatandaşlarının vergileriyle oluşturulan AB fonlarından alabildiğine yararlanan, AB’nin bu cömertliğine rağmen daha birkaç yıl önce iflasın eşiğine gelen, gelir kaynağı bakımından turizm ve zeytinden başka pek bir şeyi olmayan Yunanistan’ın kalkıştığı işlere ve harcadığı paralara bakar mısınız.
(Anlaşmanın Yunan Meclisindeki onay safhasında Syriaza, Komünist Parti ve bir sol parti esas olarak bu temeldeki gerekçelerle anlaşmaya karşı oy kullandılar).
Fransız ve Yunan liderler, anlaşmanın ve silah satışının Akdeniz’deki ortak çıkarların korunmasına katkıda bulunacağını, Avrupa’nın stratejik savunma alanındaki bağımsızlığı yolunda atılmış çok önemli bir adım teşkil ettiğini, ayrıca, karşılıklı destek ve her düzeyde müşterek harekâtı da kapsadığını vurguladılar.
Anlaşmanın 2. maddesinde (NATO’nun 5. Maddesiyle eş anlamlı diyebiliriz) “İki taraftan birinin topraklarına bir saldırı olduğu takdirde taraflar ellerindeki tüm uygun imkanlarla ve gerekirse silahlı kuvvetleriyle birbirlerine yardımda bulunacaklardır” deniliyor.
Tam merkezinde.
Yunanistan Başbakanı Meclis’te anlaşmanın onay görüşmesinde yaptığı konuşmada, bu anlaşmayla, üçüncü bir taraf iki ülkeden birine saldırdığı takdirde diğerinin askeri yardımda bulunacağının ilk kez kayıt altına alındığını müjdeledi ve “casus belli”yle hangi ülkenin (Türkiye) hangi ülkeyi (Yunanistan) tehdit ettiğinin bilindiğini söyledi.
Yunan Ekathimerini gazetesinde de Eylül ayı sonunda, anlaşmanın imzalanmasından sonra, içinde birçok mesaj barındıran şöyle bir karikatür yayınlandı;
“Fransa ile Yunanistan arasında imzalanan anlaşmadan sonra Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile Yunanistan Başbakanı Mitsotakis yan yana kürsülerde basın toplantısı yapıyorlar. Mitsotakis’in eli kolu füzeler, tanklar, uçaklarla dolu, o kadar çok var ki ağırlığından yana eğilmiş. Macron da, konuşmasını tamamlamak üzere ve konuşma baloncuğu içinde şu yazıyor: “Son olarak, Başkan Erdoğan’a teşekkür etmek isterim, o olmadan bu anlaşmanın yapılması mümkün olamazdı“...
Özetle; Yunanistan ile Fransa arasındaki bu anlaşma, iki NATO müttefikinin (Fransa ve Yunanistan) bir diğer NATO müttefikine (Türkiye) karşı yaptıkları bir hamledir ve bu hamleden dostluk, komşuluk, müttefiklik çıkmaz.
Uluslararası ilişkilerde yalnızlaşan Türkiye’nin Batı’da ve Doğu’da ilişkilerin düzeltilmesi amacıyla son iki yıldır girişimlerde bulunduğunu izliyoruz. Bu çerçevede muhtelif görüşmeler yapıldı ama hiçbirinden istenen sonuç alınamadı. (Belki BAE dışında, o da, kendi tercihiyle ilerlediği ve sürecin yöneteni olduğu için).
Macron’la ve Mitsotakis’le Haziran ayında NATO Zirvesi marjında yapılan ve buzları erittiği söylenen görüşmelerin de etkisinin olmadığı açık.
Akdeniz’de ve Orta Doğu’da, ABD’yi de içine alan birçok ikili ve çoklu anlaşmanın/işbirliğinin ortak payda Türkiye ve Türkiye’nin yarattığı boşluklar temelinde can bulduğunu görüyoruz.
Bu durumda, bu işbirliği hamleleri ve alınan sonuçlar işbirliğine girişen ülkelerin başarı hanesine mi yoksa Türkiye’nin başarı ya da başarısızlık hanesine mi eklenecek?
Yanıt ne olursa olsun, yaşananlar Türkiye’nin birleştirici gücünün eseridir diyebiliriz!