Dağları, tepeleri çepeçevre dolanan rüzgâr, ormanın içine girer, ağaçların arasında fısıltılarla dolaşır. Bir kovuğun içine dolar kimi zaman, vınlayarak döner durur. Ladinlerin, köknarların, meşelerin, sığlaların arasında ıslıklar çalarak gezer. Gökten düşen yağmur damlalarının yapraklara dokunduğunda çıkardığı bir ses vardır, pıtırdar; sürekli tekrarlana tekrarlana doğal, yüzde yüz organik bir ritme dönüşür.
Ormanın sesleri vardır… Kurumuş yaprakların hışırtısı. Bir İspinozun dallara konuşu, türlü türlü kuşların, börtü böceğin birbirine karışan ötüşleri, sesleri. Kuru dalların çıtırtısı, uzaklarda akan bir derenin gümbürtüsü. Hatta sessizliğin bile bir sesi vardır ormanda; gölgeli, loş orman kuytularının dingin sessizliği de bir sestir. Duyulabilir sessizlikler üretir orman. Bu büyüleyici akustik ve ritm zenginliği biraz ürpertir belki ama yine de kendine çeker, peşine takar insanı. Ağaçlar da, bu doğal senfoninin tınılarını gövdelerinde depolarlar: Bir ağaçta bu zengin filarmoniden sesler saklıdır. Ağacın gövdesinden çıkan Bağlamadan, uddan, kemandan, klarnetten yayılan melodilerin altında bu sesler de gizli gizli, sessizce yaşarlar.
Müzik tarihimizin en eski sazlarından, atası kopuz olan bağlama bir ladin, ceviz, gürgen, kestane, ardıç ya da dut ağacı bileşimidir örneğin. Dağların, tepelerin tenha bir köşesinde yaşamının artık son demlerine gelmiş ağaçlar, kuruyup gideceklerken bir parçaları saz olur. Organ bağışlarlar sanki yaşama, şarkılarla, türkülerle hepimize hayat verirler. İçinde topladıkları o sesler, hünerli ustaların ellerinde insanın içinin sesleriyle birleşir, bir türkü oluverir Bağlamanın tellerinden yayılır: “Allı turnam bizim ele varırsan…”
Ağaç, müzik ve insan… Ağaç, bir Bağlama formuna bürünüp, “Dağlar duman böyle, geçti zaman böyle” türküsünde insanın pişmanlıklarına ortak olur. Ya da "Güzelim haydı haydı"da dünyaya sığmayacakmış gibi çoğalan, patlayan neşesine… "Her dem ey zalım felek sineme dokunma benim"de bu uzun havanın aralarına, türkünün sözlerini tasdik eder gibi giren notalar, bir sazın gövdesinden çıkmaktadır.
Ağaç insanın dert ortağıdır; sevincinde, hüznünde, öfkesinde, özleyişinde, haykırışında, susuşunda bağlama, keman, kanun, tanbur formunda görev alır. Kurumuş sanılan gövdeleri bir besteyle, bir güfteyle can bulur. Kuruyup ölmüş gözükse de şarkılarla, türkülerle hep hayat doludur ağaç, böylece sonsuzluğa uzanır.
Gövdesinin üzerinde “Güvercin uçuverdi, kanadın açıverdi” çalınan saz, bir zamanlar dalına konan kuşun bıraktığı şen şakrak nağmeleri insanın gönül seslerine katıştırıp uçurur… Kuru ardıçın ses verdiği bir saz, “Kurumuş bir dal gibiyim suyu neyleyim” çalınırken usul usul gülümser…
Anadolu yollarından geçerken çokça görülen, uçsuz bucaksız bozkırın ortasında tek başına duran ağaçlar vardır. Bir çığlık gibi yükselirler göğe. “Hastane önünde incir ağacı, doktor bulamadı bana ilacı” ile çaresizliğin, dünyanın ortasında bir başına kalınmışlığın türküsü yakılıverir. Derdini ağaca döker insan, sonra onu yontar, biçimlendirir, bir enstrüman haline getirir. Sonra bir başkası kederinden acı bir türkü yakar. Sonra tüm bunlar bir araya gelir. Söz, beste ve icranın arasına çok güngörmüş, bilge bir ağacın gövdesi yerleşir. İşte türküler, şarkılar böyle kolektif bir çabanın, bir imecenin meyveleri olarak dalından toplanırlar.
İnsan, bir ağacın kurumuş gövdesiyle seslenir dünyaya: “Kurusa fidanın, güllerin solsa, yine taze bahar dalımsın benim” derken, ölümüne bir aşkın ölümsüz türküsüne saz olur katılır ağaç.
“Eklemedir koca konak”ta, “Kerpiç kerpiç üstüne”de, “Gönül dağı yağmur boran olunca”da, “Değme felek değme telime benim”de; insanın ellerinin arasında bir ağaç da konuşur, ses verir yaşama.
Ormanla, ağaçla, yağmurla, rüzgârla, besteyle, sözle, sazla;
duygu duyguya, ses sese karışır, adına hayat denir.
Ağaçlarla, şarkılarla, türkülerle, hayat böyle rüzgâr gibi geçer…
Ömer Sercan kimdir? Ömer Sercan 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamlayarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı. Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/ belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı. Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor. |