Her ne kadar ağır, kalplere balyoz gibi inen bir eser olsa da bana tuhaf bir neşe verir Aşk Kitabı, eğlendirir. Bu garip neşenin nereden geldiğini de tam olarak tanımlayamam. Sözlerinin taşıdığı anlama muhteşem uyan tam kafiyeli şiir yapısı bu istemsiz eğlenceye yol açıyor olabilir: "Her seven sonunda düşüyor derde. Bu aşk kitabının yazanı nerde?" Nilüfer - Hayko Cepkin düetiyle dinlediğimiz Aşk Kitabı, aşkın farklı yüzlerini sanatçıların özgün yorumlarıyla çok açık biçimde ortaya koyar. Dahası şarkının ilk çıktığı günden bu yana geçen 40 yılda değişen algıların ipuçlarını da verir.
Müthiş bir söz ve beste birliğine sahip bir eserin, seslendirenlerin yorum farklarıyla duygularımız üzerinde yaptıkları oynamalara, algı operasyonlarına şahane bir örnektir Aşk Kitabı Nilüfer-Hayko Cepkin düeti. Bu yorum farkları, şarkıyı biz nasıl istersek öyle duyabilelim diye, ayrılıkların ertesinde yaşanabilecek olası duyguların her birine alan açar. Bu iki yorum -yorumlayanlar arasındaki 20-30 yıllık bir müzikal kuşak farkını da cepte tutarak- geçen zamanla birlikte aşkın algılanış ve yaşanış biçiminin değiştiğine de örnektir bir bakıma.
Aşk bugün artık bir itirazdır. Yeri geldiğinde isyandır. Gün batımlarının hüzünlü renklere boyadığı kumsallardan çıkıp şehrin gürültülü caddelerinde aramıza karışmış öfkeyle, bitirim bitirim gezmektedir. Kırk yıl öncesinin Aşk Kitabı'nda yazanlar bugün de geçerli elbette ama değişen şey aşka tepkilerimiz, onu yaşayış biçimimiz.
Parçayı ilk kez ondan duyduğumuz jenerik ses olarak Nilüfer'in yorumu, bir iç çekiş, sızlanma ve kabulleniştir. Hayko Cepkin'inki ise reaktif, hırçın, isyan doludur, olan bitene külliyen itirazın sesidir.
Nilüfer'den mendille dinlenen şarkı, Hayko Cepkin ile gürültülü bir isyana dönüşür, Harbiye Açıkhava'nın plastik oturaklarını zangır zangır titretir. Hayko Cepkin'in yorumunda terk edilen aşık kendini bırakmaz, düşmez, bu ayrılığın kendisini yıkmasına izin vermez. Nilüfer ise kederine gömüle gömüle, acısıyla yumak yumak ola ola yaşar günlerini.
Biri kendini o hale getirenlerden hesap sormaya niyetliyken diğeri ise acısına aşıktır. Biri protesto eder yaşanan ne varsa, diğeri naiftir, kalbinin kırıklarını sever usul usul. Biri sansasyonel, sarsıcı, diğeri acıklı ve acınasıdır. Birinin icrası, olayın faturasını sorumlusuna kesmeye meyyaldir, diğerininki ise terk edilmişliğin boşluğunda bir yardım çığlığı gibi yankılanır.
Biri rock formunda keskin, sert, acıtıcı diğeri kendi halinde, bir melodram tadındadır. Biri barut fıçısı gibi alev alev patlamakta diğeri titrek mum ışığında dalıp gitmektedir.
"Ne olur söyleyin sevenler bana, terk etmek kanun mu aşk kitabında?" Beklenmedik bir ayrılıkla afallamış aşığın yüreğinden bir anda fırlayıvermiş ve içtenlikle, hatta safça sorulmuş çok basit bir sorudur bu. Yetişkinlerin uluorta söylemekten çekindikleri netameli konularda merak ettiklerini hesapsızca soruveren küçük bir çocuğun yaşananları anlama çabası gibi…
Hayat bir anlama mücadelesidir. Anlamak, anlamlandırmak istiyoruz olan biteni. Aşk da bu anlam arayışımızın üzerine en çok kafa yorulan mevzularından. Şarkılar söyleniyor, filmler yapılıyor, kitaplar yazılıyor; üç küçük harf yan yana geliyor ve nasıl da meşgul ediyor ömrümüzü…
Ömer Sercan kimdir? Ömer Sercan 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamlayarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı. Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/ belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı. Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor. |