Kalem tehlikelidir, gitar da… İkisiyle de can evinden vurabilir, yıkıp devirebilirsin hedefini. Üstelik kana anında karışıp duyguları hızla harekete geçirebilmek gibi bir avantaja sahip olmasıyla kimi zaman kalemden daha güçlü bir devrim aparatıdır gitar. Hele telleri kalbe, vicdana bağlanabiliyorsa, perdelerin üzerine içeriden bir tel daha çekilebiliyorsa, yedi notayla yedi düvele meydan okunur onunla. Bir enstrümandan çok boynuna mitralyöz gibi astığı gitarıyla Nazan Öncel'in müzikal tavrı, böylesi bir mücadele alanının sınırlarını çizdi. Onun elindeki gitarla bireyin özgürlüklerine ve insanca yaşamasına kast etmiş kişi ve kurumlara nişan alan şarkılarına kulak kesildik. Protest, kışkırtan, toplumun sorgulanmamış değerlerine çomak sokan kendi yazdığı şarkı sözleri ve yaptığı bestelerle, sarsılmaya hazır olarak dinledik her yeni albümünü. Oysa melodisiyle pamuk gibi sarıp sarmalayan, bahar dalı, aşk böcüğü çok başarılı eserleri var ama sanki o, daha çok dinler kitleyi sarsmaya kalkıştığı şarkılarıyla Nazan Öncel… Bu konudaki haklılığıma da 1982 tarihli ilk albümüne "Zalimin Zulmü Varsa"yı alıp söylemesini pekâlâ dayanak yapabilme imkânım var. "Damarımda Kanımsın"la, "Kaderimde Hep Güzeli Aradım"la artık yerleşmiş tarzından çok farklı bir Nazan Öncel duymak isteyenler bu ilk albümünü bir dinleyebilirler.
O; emperyalist, istilacı bir saldırganlığa büründüğü durumlarda aşkı bile hizaya gelmeye çağıracak kadar haktan, hukuktan, insandan, vicdandan yana oldu. Hassas bir kalple hayata meydan okuyan bir 'deli' kızın itirazları gibi işittik şarkılarını. Lafını esirgemeyen, sözünü sakınmayan şarkılarını 90'larda ilk duymaya başladığımızda, görücüye tuzlu kahve getiren kızın, bir tutam tuzla topluma vermek istediği asıl mesaj kahvenin telveleri arasında eriyip giderken, o aşktan yana cephe aldı, tuzu işaret etti. Neydi peki göstermek, ifşa etmek istediği? İlk albümünde "Bir sen, bir ben, bir aşk olsa, nokta nokta" diye kapattığı cümlenin sonunu sonraki yıllarda iyice açacaktı. 'Nokta nokta' diyerek ima ettiklerini ilerleyen albümlerinde açıkça söylemekten hiç çekinmeyecek, işi "Sokarım Politikana" demeye kadar vardıracaktı.
Şarkıları, müzikal üslubu ve hayattaki duruşuyla tarzını adlandırmada, bir yere koymada zorluk yaşayan ülkesi için 1996 tarihli "Sokak Kızı" albümüyle kendi adını da kendi koydu. Sokaklara inmiş vicdanların sesi olabilmeyi gözetti. İlhamını sokaktan alan her eser, her sokağın meydanını buluşu gibi ardına toplanmak isteyenleri takıp çıkarır meydana. İşte 'Sokak Kızı' Nazan, sokağa çağırdı vicdanımızı. İster aşktan, ister toplumun yozlaşmış adetlerinden, isterse yönetenlerin nobranlığından, nereden kaynaklanırsa kaynaklansın itirazını insani olmayan ne varsa ona yaptı, gitarının namlusunu korkusuzca çevirdi zalimleşen, canavarlaşan hayata. Gitarıyla, şarkılarıyla cepheye atmaktan korkmadı kendini. Aşk da, politika da kendi doğasını aşıp hegemonyaya dönüştüğünde, o kabarıp genişleyen, öfkelenen kalbinden etrafa açılmış ateşler gibi ulaştı şarkıları kulaklarımıza. Kalbin inceldiği, zayıfladığı ama inceldikçe de güçlendiği zamanlardan sözler, besteler çıkarıp getirdi. Bana bir gitar verin, hem sarayım hem sarsayım sizi diyen şarkılar dinledik ondan. "Âşıklar Parkı"yla sallanıp sarmalanırken, "Demirden Leblebi"yle irkildik, sarsıldık. "Göç"le kıyıların, kuytuların, tenha yerlerin iyi dinlendiğinde çığlık çığlığa yükselen sarsıcı seslerini duyurdu, "Aşk Beklemez"le bir an evvel gelsin diye sevdiceğine börekler açtı, bunca emeğe nankörlük edip gidenlerin ardından "7'n Bitirdin"le anlattı geride kalanı. Aşkın da politikanın da örselemediği daha insani bir yaşam için elinden ne geldiyse yaptı, yapıyor Nazan Öncel.
Korkunun kol gezer olduğu günümüzde onun gibi lafını sözünü ve de bestesini esirgemeyen gözü pek kadınlara çok ihtiyacımız var.