Sabahın günün başlamasından hemen önceki vakitleri ürpertici bir huzura sahiptir. Koyu karanlığın açılıp dağılmak üzere olduğu, günle gece arasındaki keskin ayrımın çözülüp seyreldiği o saatlerde, yola koyulanların bilinci de tam olarak yerinde değildir, daha kimse kendine gelememiştir. Sıcacık yatağının içinden, ana rahminden çekilip alınmış bir çocuk gibi şaşkın, şuursuz ve ürkektir sabah yolcuları. Henüz zihinler tam açılmadığı için de yeterince vahşileşmemiştir insan, narkozla yakalanmış aslan gibi sersemdir.
Sabahın erken saatlerinde, bu yarı bilinç halinde yola koyulunduğunda adım atarak değil de sanki yuvarlanılıyormuş gibi ilerlenir. Bir rüzgâra kapılmış çalı öbeği misali caddelerde döne döne yol alınır. İstemsizce, şuursuzca bir yuvarlanıştır bu. Seher yeli önüne katıp sürükler. Şarkılar da bu bilinçsizce sürüklenişe fon müziği olurlar.
Sezen Aksu'dan Zelzele, "Bu gece şehirde bir tevekkül var, Kubbeler Hu çeker kullar sallanır" dizeleriyle rüzgârlı, karanlık bir kış sabahının liste başı şarkısıdır sanki. Şehrin, kalabalıkların üzerine devrilmeye hazırlandığı günün o erken saatlerine korkunç uyar. Ürpertileri büyütürken bilinçleri de sarsarak uyandırır dinleyeni. Gecenin kara feracesi örtüp aynılaştırmışken her şeyi, dünyada hayat gündüz olduğundan daha eşit, daha adildir o saatlerde. Evler, apartmanlar karanlıklar içinden beliren devler gibi ortaya çıkarlar. Etrafta yavaşça aydınlanan günle görünür olmaya başlayan ağaçlar, balkonlar, pencereler, duraklar, tabelalar, dükkânlar, vitrinler daha birkaç dakika önce yoklarken birden oracıkta var olmaya başlarlar. Sultan-ı Yegâh da hem sözleri hem de bestesiyle müthiş bir alacakaranlık şarkısıdır. Telaş dolu bir koşuşturmacaya rağmen ortalığa korkunç bir sessizliğin hakim olduğu sabahların o alacakaranlığında bir ürperiş eşliğinde dinlenen şarkılar, insanı sanki güne hazırlamak için yapılmışlardır. Gün ağarınca karşımıza çıkacak yırtıcı mahlûklarla baş etmek, ayakta kalmak zorundayızdır. İşte gün henüz ağarmadan yollarda dinlenen şarkılar, bu zorlu doğada ayakta kalabilmek için farkında olmaksızın bir destek, bir dayanak arayışımızdır.
Kış sabahlarında işe gitme şarkıları... Bulunduğumuz vesaitin içinde buğulu pencerelerin ardından nerede olduğumuzu seçmeye çalışırken hem müzikal örgüsü ve sözleri hem de bir yere ulaşma, erişme aracının adını taşıyan ismiyle Dedublüman'ın Merdiven'i iyi gider. Sözleri ve yorumundaki o kabulleniş tınısıyla günü daha katlanılabilir yapan şarkılardandır.
Sabahın o kara kızıl havalarında, uyku mahmurluğumuzu okşaya okşaya dağıtacak şarkılar ararız daha çok. Dön Bak Dünyaya - Pinhani, Depresyon Güzelim - İkiye On Kala, Avutsun Bahaneler - Sagopa Kajmer, Kor - Emir Can İğrek, Dip ya da Ne Zamandır Sendeyim - Madrigal, Olur Mu - Gazapizm/Melike Şahin ve Melek Mosso'dan Sabahçı Kahvesi, alacakaranlıkta yolumuza çıkası şarkılardandır.
Daha eskilere gidecek olursak; Dönence - Barış Manço, Olanlar Olmuş - İlhan İrem, Sesler Yüzler Sokaklar - Yeni Türkü, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da - MFÖ, Tepedeki Çimenlik - Bulutsuzluk Özlemi, Sensiz Olmaz - Bülent Ortaçgil, İstanbul'da Sonbahar - Teoman, uykunun peşimizden geldiği alacakaranlıklarda tatlı tatlı uyandıran şarkılardandır.
Uyanmak istemeyen çocukları kandırıp kaldırarak hayata karıştıran ninnilerdir şarkılar…
Ömer Sercan kimdir? Ömer Sercan 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamlayarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı. Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/ belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı. Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor. |