Uzun bir zamandır Türkiye siyaseti seçimlerin ne zaman yapılacağına ve muhalefetin adayının kim olacağına odaklanmış durumdaydı. Kısa süreli bir kriz sonrası Millet İttifakı'nın Kemal Kılıçdaroğlu'nu ortak aday olarak göstermesiyle ve cumhurbaşkanının da seçimleri yenileme kararıyla birlikte şu anda olası senaryoları tartışıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri birinci turda mı bitecek? İkinci tura kalırsa ne olur? İlk turda Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu elde ederse bunun ikinci tura etkisi ne olur? Bugünden tüm bu sorulara net bir cevap vermek zor görünse de özellikle başkanlık seçimleri konusunda biraz olsun akıl yürütebiliriz.
Sadece Türkiye örneklerine bakacaksak elimizde 2014 ve 2018 seçimleri var. Hatırlanacağı gibi her iki seçimde de Erdoğan ipi ilk turda göğüslemeyi başarmıştı. 2014'teki "çatı aday" girişiminin başarısız sonuçlanmasıyla bağlantılı olarak 2018'de her muhalefet partisi kendi adayını çıkarmıştı. O dönem CHP'nin adayı Muharrem İnce bazı İYİ Parti ve HDP seçmenlerinin de desteğiyle partisinin oyundan fazla oy almış olsa da sonuçta "adam kazanmıştı." Bugün gelinen noktada ise Millet İttifakı'nı oluşturan altı partinin dışında HDP ve TİP'in de Kılıçdaroğlu'nu desteklediğini görüyoruz. Bu yüzden CHP-İYİ Parti-HDP bloğunun destek verdiği ve irili ufaklı diğer partilerin de arkasında durduğu Kılıçdaroğlu'nun anketlerde Erdoğan'ın önünde çıkıyor olması hiç de şaşırtıcı değil. Ancak Memleket Partisi'nin İnce'yi ve Zafer Partisi'nin Sinan Ogan'ı aday göstermesi durumunda seçimin ikinci tura kalma olasılığı da var.
Bu yazıda Latin Amerika örneklerinden hareketle başkanlık seçiminin dinamikleri hakkında akıl yürütmek istiyorum. Bilindiği gibi Latin Amerika ülkeleri de Türkiye gibi başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Meksika, Nikaragua ve Venezuela gibi istisnaların dışında bölgede yine bizde olduğu gibi iki turlu başkanlı seçim sistemi oldukça yaygın. Özellikle son yıllarda Güney Amerika ülkelerinde yapılan başkanlık seçimlerinin Türkiye deneyimine belli bir noktaya kadar ışık tutma potansiyeli olduğunu da düşünüyorum.
Bu ülkelerden en çok bilineni ve takip edileni Brezilya. Brezilya'daki 2022 seçimleri yalnızca Türkiye'de değil tüm dünyada ilgiyle izlenmişti. 1985 yılında demokratik rejime geçen Brezilya'da genelde başkanlık seçimleri ikinci tura kalıyor. Lula'nın kazandığı 2002 ve 2006 seçimleri de Bolsonaro'nun kazandığı 2018 seçimleri de ilk turda sonuçlanmamıştı. Geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde de her ne kadar Lula (yüzde 48,4) ve Bolsonaro (yüzde 43,2) toplumdaki iki ana kutbu temsil etse de Simone Tebet (yüzde 4) ve Ciro Gomes (yüzde 3) gibi adaylar yüzünden seçim ikinci tura kalmıştı. İkinci turda Tebet ve Gomes Lula'ya desteğini açıklamasına rağmen Brezilya siyasetinde iki artı iki dört etmedi ve Lula'nın oyu yalnızca yüzde 50,9'a çıktı.
Brezilya seçimlerinden çıkaracağımız iki ana ders olduğunu düşünüyorum. Birincisi, kutuplaşmanın yüksek olduğu ülkelerde seçmen çoğu zaman negatif kimlikler üzerinden oy verme eğiliminde oluyor. Brezilya örneğinde Lula'nın aldığı oyun önemli bir kısmının Anti-Bolsonaro oyları olduğu gözüküyor. Aynı şekilde İşçi Partisi ve Lula tekrar başa gelmesin diye Bolsonaro'ya destek veren seçmenin sayısı da azımsanamaz. Türkiye'de de Kılıçdaroğlu'nun anketlerde yüzde 55 civarı gözüken oyunun ciddi bir kısmının Erdoğan karşıtı kesimden geldiği de çok açık. Aday belirlendikten sonra Kılıçdaroğlu'nun popülaritasinin bir anda artığını söyleyemeyiz. Kılıçdaroğlu şu anda Erdoğan karşısında şansı en yüksek aday olduğu için ön planda olan bir siyasetçi.
Diğer mesele ise ikinci tura kalamayan adayların kendi seçmenlerini ne kadar kontrol edip edemediği. Siyasi parti aidiyetinin genel olarak zayıf olduğu Brezilya'da ikinci turda Bolsonaro'nun Lula'dan daha fazla oy artırdığını gördük. Türkiye'de ise her ne kadar Erdoğan karşıtlığı güçlü bir akım olsa da ilk turda İnce ve Ogan'a giden oyların ne kadarının Kılıçdaroğlu'na gideceğini tam olarak bilmiyoruz. Alternatif olarak ilk turda Kılıçdaroğlu'na oy vermeyen muhalif seçmenler ikinci turda sandığa da gitmeyebilir. Stratejik oy verme davranışının yüksek olduğu Türkiye için bir diğer olasılık da sandık başında bazı seçmenlerin Erdoğan karşısında en güçlü aday olan Kılıçdaroğlu'nu desteklemesidir. Yukarıda bahsettiğim gibi bunu 2018 seçimlerinde hem Meral Akşener hem de Selahattin Demirtaş'ın oy oranları üzerinden gözlemlemiştik.
Latin Amerika'da negatif kimlikler arasına sıkışan tek ülke Brezilya değil. Yakın zamanda Peru, Ekvator, Şili ve Kolombiya'da da başkanlık seçimleri ikinci tura kaldı ve birçok kez daha az sevilmeyen aday ipi göğüsledi. Peru ve Ekvator'da Pedro Castillo ve Guillermo Lasso ikinci turda seçimleri büyük ölçüde Fujimori ve Correa karşıtlığı sayesinde kazandı. Seçimi kazanmalarına rağmen Castillo ve Lasso meclis çoğunluğu olmadan ülkeyi yönetmekte oldukça güçlük çekti. Önümüzdeki süreçte Türkiye'yi de bekleyen tehlikelerden birisi bu olabilir. Eğer Millet İttifakı meclis çoğunluğuna ulaşamazsa Kılıçdaroğlu'nun vaatlerini gerçekleştirmesi oldukça zor. Bu durum Millet İttifakı'nın bileşenleri arasında görüş ayrılıklarına ve kamuoyu önünde ciddi tartışmalara da yol açabilir. Millet İttifakı ve HDP'nin meclis çoğunluğuna ulaşması durumunda ise Kürt meselesi üzerinden görüş ayrılıkları ayyuka çıkabilir.
Yukarıda bahsettiğim Latin Amerika ülkelerinden Türkiye'nin en büyük farkı otoriterleşmenin hem daha uzun süreli hem de daha derin bir şekilde yaşanmış olmasıdır. Her ne kadar Brezilya, Ekvator ve Peru gibi ülkeler kurumsal dinamikler açısından Türkiye'ye benziyor olsa da o ülkelerin hiçbirinde mevcut cumhurbaşkanı anayasaya aykırı bir şekilde üçüncü kez aday olmaya çalışmadı. Adı otoriterlikle anılan sağ popülist Bolsonaro'nun bile Brezilya'da sadece dört yıl başkanlık yaptığını hatırlatmak faydalı olacaktır. Yirmi yılı aşkındır çeşitli sebeplerle iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin seçime iki ay kala yapabileceği hamleler olduğunu unutmamak gerekir. O açıdan tüm eksiklerine rağmen demokratik rejimle yönetilen bölge ülkeleri yerine Venezuela ve Nikaragua gibi tam otoriter rejime geçmiş ülkeler de bazı konularda bize yol gösterebilir. Umarım önümüzdeki iki aylık süreçte demokratik parametreler otoriter pratiklerin önüne geçmeyi başarabilir ve sadece seçim sonuçlarını konuşuruz.
Dr. Orçun SelçukAssistant Professor of Political ScienceDirector of the International Studies ProgramLuther College