29 Kasım öğle üzeri, tesadüfen Başbakan’ı dinledim. Bir miktar belediye başkanı adayını açıklamak üzere konuşuyordu. Hakim havası ise, her zamanki üstenci, kibir yüklü tonu barındırmakla beraber, hayli korkmuş bir müdebbir tüccara bodoslamış gibiydi.
“Önümüzdeki 4 ay boyunca sadece fitne üretecekler, plan proje vizyon değil. Ne gerekiyorsa yapacaklar, ellerine ne geçerse kullanacaklar. Her fırsatı ve her çirkinliği değerlendirmenin gayreti içinde olacaklar. İçeriden ya da dışarıdan ellerine ne geçerse fırlatacak, işbirliği yapıp üzerimize saldıracaklar”, dediğini gün ortası CNN Türk’te neden izlediğimi düşünmeye bile fırsat bulamadım.
Öyle ya, seçim kampanyası başlamamış, paralı bir reklam/tanıtım izlediğimize dair bir ibare de yok. Ulusa Sesleniş misali –ki bu da faşizm artığı bir Turgut Özal uygulaması esasen- bir canlı yayın. E, canlı yayın ne konuda, diye soracaksınız elbette. Bir siyasi parti aday açıklıyor.
Ana akım (main stream) medyada ne işi var bu “Allahına kurban Tayyib Erdoğan” çığlıklarını fona almış konuşmanın, içinden çıkılır gibi değil -de, ben buna da takılmadım yahut takılamadım pek.
Dahası, siyasi muhataplarını kenidisini hakîr görmekle, bilâterbiye itham etmekle suçlayan ve asla onların dilini konuşmayacağını beyan eden bir adamın ağzından çıkan en hafif itham “hayasız”’, “ar damarı çatlamış” vb. iken mantık (logic) biliminin iflas etmesi de işten değildi. Buna da takılıp kalmayı beceremedim.
Gerek vücut dilinde, gerek il başkanları ve bindirilmiş kıtalarını söyletip dinlemesinde, bir özgüven tahribatı hissettim. Ötesi, olabilecekler konusunda uyarılmış bir özgüvenin korkuyla karılmış halini gördüğümü düşündüm.
Başbakan, korkuyordu. Bana öyle geldi, deyip hafifletebilirim elbette bu tesbiti ama, tekrar tekrar baktığımda, hafifletmemeyi tercih ettim. Bence, düpedüz korkuyordu.
Yasadışı telefon dinlemelerinin, alan dinlemelerinin, sosyal medya takiplerinin, haysiyet kırıcı, kimlik beyanından vazgeçme, taleplerinin bizatihi savunucusu Başbakan, biz komünistlerin mecburiyet saikiyle yapageldiği bir şeyi, nasıl yapacağını bilememe hâli içerisindeydi âdeta:
İki tedbir bir tedbirden iyidir.
Nedir, hiçbir komünist yahut muhalif, hakkında bir fitne üretilebileceği ihtimalini son güne bırakıp, potu zengin bir kumarbaz gibi davranmadı buralarda. Çok çok, arkadaşını, yoldaşını ele güne karşı korumanın derdini taşıdı, dünya görüşüne vahşice saldırmaya yeltenenlere karşı müstahkem alanlar oluşturdu.
Elinde “Tek Adam” sendromuyla bulundurduğu devlet aygıtlarına da sahip değildi hiçbir zaman buralarda muhalifler. Hiçbiri hakkında, ahlâka mugayyir kasetler, kayıtlar, mikrofilmler de bulunmuş değil. Tarih ortada.
Bu aşırı tedbir öngörüsü ve ihtarı için sebebi neydi o halde Başbakan’ın?
Hiçbir zaman komplo teorileri (conspiracy theories) üzerinden akıl yürütmedim. Bizim kuşağın meşhur mavrasını paylaşırım elbette: “Paronoyak olman, izlenmediğin anlamına gelmez.” Çok sevdiğim komplo teorisyenlerini bile –ki en iyisini yakınlarda kaybettik (Aytunç Altındal)- kulağımın bir kenarıyla dinler öbürüyle analize tabi tutarım.
29 Mart’taki, dehşet verici Başbakan konuşmasını izlediğimde ise, dur oğlum, dedim kendime, burada seni aşan bir şeyler var, dön biraz Amerikan –conspiracy- filmlerini seyret!
Bugün, bir oy ne kadar önemli, bunu anlatmaya çalışacaktım. Haftaya kaldı. Sandığa gitmeyen seçmeni, mahalle bazında analiz ettiğimde, AKP’nin ne denli parlak bir parti örgütüne sahip olduğunu keşfettim çünkü. Bekletiyorum o yazıyı.
Faşizme direnmenin devrimci şımarıklıklardan kurtulmadan gerçekleşemeyeceği önermemi de bekletiyorum. Nasılsa 30 Mart 2014 itibariyle bir “domino efekti” yaşayacağımızı daha önce yazmıştım.
Bugün bu yazıyı yazmak zorunda kaldım, çünkü, izlerken tanık olduğum Başbakan’ın bariz korkusu, ayın karanlık yüzünde henüz göremediğimiz etkileri de işaret ediyor.
“Dark side of the moon”u hatırlarsınız, Pink Floyd’un şaheserlerinden bir albümdür: When I see your face in black.
Kimse kusura bakmasın ama bu deprem benzeri bir çatırdama. Temiz kalpli insanlara, ritüel kabilinden söyleyeyim: Allah sabır ve metanet versin.
Durum vahim, ortalık kirli gözüküyor. Neden mi?
“Fitne”den korkuyor Başbakan, tabanını tahkim olmaya davet ediyor. Bir “fücûr” meselesi mi var diye düşünmedim desem yalan söylemiş olurum –ki bu da bana yakışmaz.