Yürürlükteki kolektif akla seza bir seçim sürecine girdik. Bir buçuk ay sonra yerel seçimler yapılacak ve yurttaşlar beş yıl için yaşama biçimlerine, katılımcılık haklarına, hukuki temsillerine vb. karar verecek –mi?
Yok canım, bir aptallık bulutunun altında yaşıyoruz hep beraber. Al Capp’in bizde “Hoş Memo” diye seri edilen meşhur cartoon’unda yerli adı “Felaket Ahmet” olan bir çizgi karakter vardı. Nereye gitse başının üzerinde kara bulutu eksik olmazdı bu Felaket Ahmet’in. Durumumuzu anıştırmıyor değil.
AKP, ustalıklı olduğu kadar çaresiz bir rota tespit etti: Bu yerel seçim bir güven oylamasıdır!
Neyin güven oylaması peki? Bana oy verirsen, demek ki yolsuzluk yapmadım... Bana oy verirsen, demek ki rüşvet almadım... Bana oy verirsen, demek ki yargı bağımsızlığını yok etmedim... Bana oy verirsen, demek ki toplumu kamplara ayırmadım... Bana oy verirsen demek ki ekonomiyi dünyanın “en kırılgan”ı haline getirmedim... Bana oy verirsen demek ki... Öf! Sıkıldım.
Osmanlı’da kimi ara dönemler vardır ama Cumhuriyet tarihinde bu kadar ergen bunalımı yaşayan bir hükümete rastlamadığımı söylemek zorundayım.
Sürekli bağırıp çağırarak, kabahatleri ona buna atmaya ve bedeninin ruhuna göre orantısız büyümesinin ıstırabını atlatmaya çalışan ergen erkini hepimiz yaşadık, geçirdik, atlattık. Bir tek -AKP de diyemiyorum- Erdoğan ve etrafı atlatamadı bu ıstıraplı ara dönemi. Çünkü onlar ara döneme yolun sonunda vasıl oldu. 23 Nisan’da Başbakan koltuğuna oturtulan çocuk, sonunda medar-ı iftiharını tescil ettirmeye kalkıştı.
Erdoğan’ı tanımasam “samimi” diyeceğim bir şuursuzluk içerisinde, şecaat arz ederken sirkatin söyleyen bir kisveye büründü iktidar erki. Erdoğan, “Alo Fatih” hattını doğrularken ne kadar kendinden emin, kızımın Öz Dede’sinin tabiriyle ne kadar, “anasının rahmine haklı düşmüş”lük, sendromu içerisinde...
Bakın, basına, bugüne dek bilinmediği için emsali görülmemiş müdahaleyi –“Evet, Fas’tan aradım Fatih’i”-, kendi terminolojileri ile “paralel” olan bir dinlemenin arkasından teyit ediyor ama sözgelişi İspanya Başbakanı ile ortak basın toplantısında, en azından iki ülke basını önünde gazeteci azarlar ve tehdit ederken de özgüvenli. İki türlü rezalet, yani.
Biz bu soy durumlara “cahil cüreti” derdik ama Erdoğan hepimizi solladı.
Şimdinin Türkiye’sinde “laf lafı açar” lafının herhangi bir anlamı kalmadı. O yüzden kısa kesmek gerekiyor. AKP yerel seçimlere giderken, en ileri vaadini Ankara Gökçek’iyle yaptı.
Neydi?
TRT Çocuk’a uyarlanmış bir Disneyland! Emin olun efendim, Gökçek’in Disneyland ucubesi hayali bile, bugün seçim vaadi, sınıfına giriyor. Böyle bir Türkiye de gördük.
Bu seçimin “mıknatıs parti”si olmaya aday CHP nasıl bir program açıkladı peki?
Hiç!
Ya MHP nasıl bir yerel yönetim va’dediyor?
Hiç!
Kürt halk hareketi, kendi başının çaresine bakmayı tercih ettiği için, derinliksiz bir rotayı tercih etti. Arkadaşım Veysi Sarısözen’i güldürmek bahasına söyleyeceğim: “Erdoğan çekirdeği”nin yeni müttefiklerini okumayı ihmal ettiler. CHP-MHP ittifakı olasılığı yerine, kolu kanadı kırılmış bir Erdoğan AKP’sini tercih ettiklerini fazlaca açık ettiler.
Emniyet’i mesela, Silivri üzerinden yeniden yapılandıran Erdoğan’ı, Cenevre 2 ve Paris suikastı ile birlikte okumamayı tercih ettiler. Erdoğan(lar)’ın güçsüzlüğü güvenilir olduklarına delalet etmez, atladılar.
Kürt bölgesinde, Baydemir faktörüyle güçlenen Urfa dahil, ezici bir üstünlük sağlayabileceklerini sevinerek öngörüyorum. Nedir, ana tercihleri –kolu kanadı kırılmış Erdoğan- daha uzun süre tartışılacak.
Peki, BDP/HDP’nin bir yerel yönetim politikası, önerisi, vaadi var mı? Bölgeyi ayrı tutarak söyleyeyim, kesinlikle yok.
Kısa kesersek, seçime katılan ana aktörlerin hiçbiri, yurttaşa hiçbir şey vaat etmiyor.
Biri kurnaz –AKP-; biri, çaresiz bana gelecekler, diyor –CHP-; biri benim vaadim halkıma, diyor –BDP-; biri aynı zamanda katalizörüm, diyor –HDP-; biri tahkimat tazeliyor –MHP-. Yurttaş mafiş!
İnanılır gibi değil ama, geçmişinden gelen ivmeyle vaadi olan tek parti gene de AKP. “Buildokrasi”yi teklif etmeye devam ediyorlar. Sana yaşayacak tek metrekare yeşil alan vaat etmiyorum, diyorlar. Hayatını betona çevireceğim, diyorlar. Bizim başbakanın çocukluğunda hiç oyuncağı olmadı, “Kanalİstanbul”u çok görmeyin, diyorlar. Kısaca, hayatınızı mahvedeceğiz, diyorlar. E, hiç değilse bir şey diyorlar.
Zaman hızla geçiyor, bir teklifte bulunmuştum, Tony Blair’in seçim kampanyasını örnek göstererek. Arkadaşlar –Taksim Platformu- fazlaca akademize ederek bir metin çıkartmıştı: Kent –İstanbul- Sözleşmesi.
Arkadaşlarıma akademik sosu fazla kaçırdıkları için kızmıştım. Şimdi özür diliyorum. Bu pespayelikte Kent –İstanbul- Sözleşmesi sadece fazla kaçıyor.
Bizimkiler, referandum tuzağına düştü. İhmal ettikleri nokta ise, referandumun temel mantığıydı. Referandumda “Evet” ya da “Hayır” dersin. Bir taraf “Evet”in logic örgütlenmesini yaparken, “Hayır” ikna edici kılınamadı.
Ne büyük şanstı hâlbuki 30 Mart 2014 seçimi. Yerelleşmenin, yurttaş haklarının, katılımcılığın sınavı, makro siyasetin altında kalmayabilirdi.
Görünen o ki, “Yetti Artık” diyenler referandum sandığına gidecek ama bu bir yerel seçim olmayacak.
Geç mi kaldık?
Sizce?