Henüz geçen ay kaybettiğimiz ve benim en sevdiğim film müzikleri bestecisi olan Ennio Morricone (1928-2020) sağlıklı ve uzun yaşayan şanslı insanlardandı. Şöhretle oldukça erken tanışmış (İyi, Kötü ve Çirkin, 1966 Yılında çekildiğine göre), onlarca unutulmaz besteye imza atmıştı. Evet, çok ileri bir yaşta, 2016'da, Tarantino'nun Nefret Sekizlisi ile Özgün Film Müziği Oscarını kazanarak (2007'de verilen Hizmet Ödülünü saymıyorum) ödülü alan en yaşlı kişi unvanına da sahip olmuştu ama, bundan önce birçok Grammy, Golden Globe ve BAFTA ödülleri ile zaten onurlandırılmıştı. Ama, bilir misiniz Ennio'nun (yakın hissettiğim için artık ilk adıyla yazacağım) hep içinde kalan derin bir satranç tutkusu vardı. Ben de hayatımın ilk gençlik yıllarımı sürekli satrançla geçirenlerden olduğum için Ennio'nun nasıl bir tutkuyla tanışmış olabileceğini az çok tahmin edebiliyorum.
Fransa kökenli olmasına rağmen İngilizce yayımlanan Paris Review isimli edebiyat dergisinde (1953'te Paris'te kurulup 1973'te merkezini New York'a taşıyan) bir yıl kadar önce o sıralar 90 yaşında olan "maestro" ile harika bir söyleşisi yayımlanmıştı. Meraklısı için adresini vermiş olayım. Okuduğumdan beri hiç aklımdan çıkmayan bu söyleşi vesilesiyle hem Morricone'yi hatırlamak, hem de müzik ile satranç arasındaki ilişkiye işaret etmek isterim. Bazı müzisyen arkadaşlarıma böyle bu ilişkiden söz ettiğimde, biraz da şaşırarak işi abarttığımı düşünüyorlar. Neden böyle düşündüklerine dair fikrimi yazının sonuna bırakarak, satranç ile müzik arasındaki ilişkiyi söyleşiden de yardım alarak açıklamaya çalışacağım. Çünkü, tüm söyleşi neredeyse bu ilişkiyi açıklamaya adanmış ve benim gibi, her iki cenahla da amatörce ilgilenen biri için bir hazine mahiyetinde.
Satranç tahtasındaki hamleleri kaydetmek için kullanılan notasyon ile müzikal notasyon arasındaki benzerliğe işaret eden Ennio, her iki durumda da belirleyici olanın (besteci/oyuncu için) "zaman" olduğunu söylüyor. Çünkü yapılan her hamle, hem olasılıkları katlıyor hem de tamamıyla yapıldığı anla bağlantılı. Üstelik, satrançta daha az özgürsünüz, çünkü diğer tarafta bir başka oyuncu ve onun tam olarak hâkim olamadığınız hesaplamaları var. Öte yandan, satranç ile müzik arasındaki köprünün matematik bir yapıda şekillendiği gerçeği de var. Evet, teknik bir ayrıntı belki ama, insanî varoluşa özgü en önemli ayrıntılardan birisi tam da bu. İcra edenler fark etse de, fark etmese de dinleyen matematiksel hatayı hemen duyar, "detone" der, "akorsuz" der, ama mutlaka duyar. Matematik acımasızdır. Hele ki satrançta; büyük usta seviyesindeki bir maçta, biraz "zayıf" bir hamle yapmanız işinizi bitirir. Burası çok önemli: ama anında değil, yavaşça, yeteneğinize göre belki birkaç belki de onlarca hamle sonra. Ama sonuç çoktan belli olmuştur, rakibiniz hata yapmazsa kaybetmeye mahkumsunuz.
Ennio, satranç oynayan birçok müzisyeni saymaya başlıyor hemen, Jean-Philippe Rameau (18. Yüzyıl Fransız bestecisi), Sergey Prokofiev (Sovyetlerin, Şostakoviç ile beraber en ünlü bestecisi, Stravinsky dahil 20. Yüzyılın en önemli üç Rus bestecisinden biri. İlginçtir, her üçü de amatör seviyede satranç oynarlardı) ve John Cage. Özellikle sona sakladığım isim ise, satranç dünyasının en önemli oyuncularından olan Mark Taimanov (1926-2016) olacak. Taimanov aynı zamanda çok ünlü bir konser piyanistiydi. İlk karısı Lyubov Bruk ile beraber iki piyano için uyarlanan bir çok ünlü eseri kaydetmişlerdi, biraz YouTube araması ile bu kayıtların bazılarına erişebilirsiniz. Ennio'nun da arkadaşı olan Taimanov'un hikayesi oldukça hüzünlüdür. Robert Fischer satranç dünyasına bir meteor gibi düşüp, dünya şampiyonu olma yoluna girdiğinde, panikleyen Sovyet yönetimi onu durdurmak için birçok yola başvurmuş ve karşısına en parlak oyuncularını sırasıyla koymuşlardı. Gelmiş geçmiş en saldırgan oyunculardan biri olan Fischer'in rakipleri için ne kadar gaddar olabileceğinin en iyi örneklerinden birisi, 1971 Dünya Şampiyonası Çeyrek Finallerinde Taimanov'a yaşattığı 6-0'lık hezimettir. Zavallı Taimanov, maçtan sonra Sovyet satranç elitinden tamamıyla dışlanmış, ülke dışına seyahat izni kaldırılmış, özel yaşamı altüst olmuş, karısından boşanmak zorunda kalmıştı. Kaderin garip cilvesi, aynı Fischer, 1972 yılında, sağlamcı oyunuyla "yenilmez" unvanı verilen, eski dünya şampiyonu Tigran Petrosyan'ı 6,5-2,5 yenince, Taimanov'un üstündeki baskılar bir nebze azaltıldı. Müzik bahsinde örnek olsun diye yazıyorum, Taimanov, Politbüro mensuplarının katıldığı birçok seremonide (satranç, Sovyetlerin en önemli propaganda araçlarındandı) profesyonel seviyede bir tenor olan eski dünya şampiyonlarından Vasily Smsylov'a eşlik ederdi.
Tekrar söyleşiye, müzik-satranç ilişkisine dönelim. Söyleşiyi yapan bir süre sonra anlamaya başlıyor ki, Ennio'nun bu konudan başka bir şeyi konuşmaya niyeti yok, böylece daha sağlam sorular gelmeye başlıyor. Satranç tutkusunun nedeni sorusuna ilginç bir müzisyen cevabı veriyor, satrançta bir sonraki hamlenin bilinemeyeceği gerçeğine işaret ediyor. Çünkü, iyi oyuncular kazanmak istediklerinde mutlaka risk alır ve alışıldık yolların dışına sapar. Bazıları "hata", bazıları, bazıları "şüpheli", bazıları "ilginç", bazılarıysa "harika" seviyesinde yeni hamleler, varyantlar, yollar. Bu noktada, en ilginç oyuncularından biri olan eski dünya şampiyonu Mikail Tal'a işaret ediyor. Fedaları, beklenmedik hamleleriyle ünlü bu oyuncunun maçlarda yaptığı birçok "yeni" hamlesi hiç de o kadar "parlak" olmayabiliyordu. Sonradan masa başında yapılan analizlerde bu sıkça gösterildi. Zaten Tal bunu her zaman kullanmaz, rakibininin zaman sıkışıklığına girdiği anlarda yaptığı beklenmedik hamlelerle köşeye sıkıştırır, hata yapmaya zorlardı. Çoğunlukla başarırdı. Ennio, neredeyse Machiavelli'den ilham alarak, "savaş" metaforu kullanıyor tarif ederken. Bokstan bile daha vahşidir diyor ve bestelerine buradan bir köprü kuruyor. Oscar kazandığı Nefret Sekizlisi'ndeki senaryoya ilk okuduğunda karakterler arasındaki gerilimin yavaş yavaş arttığına fark ettiğini söylüyor, aynen bir satranç oyununda hamleler yapıldıkça taşlar arasında artan, birbirlerini yoketmeye yönelik tehditkâr gerilim gibi. Tabii ki Tarantino filmlerindeki kan ve dehşet sahneleri yoktur satrançta, yine de derininde, sürekli gerilip gevşeyen sessiz bir mücadele sürüp gider. Satranç sessiz bir müziktir.
Yine söyleşiden anlıyoruz ki, birçok satranç dergisine abonedir Ennio, yıllarca satranç dersleri almıştır, yakınlarında bir turnuva olunca koşup gider, bir çok ünlü oyuncuyla maç yapma şansı bulur, dahası 2006'da Turin'de yapılan Dünya Şampiyonasının açılış müziğinin de bestecisidir. Satranç hayatının zirve noktası olarak dünya şampiyonu Boris Spassky ile yaptığı maçtan, yenişememesinden, yani berabere kalmasından övünçle sözeder. Naif hislerle dokunmuş basbayağı çocukça bir satranç sevgisi ile dolu. Yıllar sonra kazandığı Oscar heykelciği yerine dünya satranç şampiyonu olup olmayacağı sorulduğunda verdiği cevap karakterine dair önemli ipuçları sağlıyor. Edeplidir, dünya şampiyonu olmanın ancak "dahi" bir kişilikle örtüştüğünün bilincindedir. Şöyle diyor, inanılmaz! İyi bir şampiyonluk kazansın, birinci sınıf bir turnuvayı kazansın o bile yeter! Oscar heykelciliği, çocukluk hayali? İnsan hayatında hobilerin (ya da katıksız sevme hâllerinin) ne denli güçlü olabileceğinin iyi bir kanıtı.
Biraz psikanaliz. Müzisyen olmaktan çok doktor ya da satranççı olmayı arzulamış çocukluğunda. Tesadüfen tanıştığı satrançla o kadar çok vakit geçirmeye başlar ki durumu fark eden babası onunla ciddî bir konuşma yapmak zorunda kalır. Trompetçi baba, oğluna enstrümanı gösterir, 'Ben bununla tüm aileme baktım (1928 doğumlu olduğuna göre savaşın hemen başlarında yapılmış olması gereken bir konuşma), sen de aynı şekilde ailene bakacaksın'. Satranç oynaması yasaklanır, arzusu ketlenir. Söyleşinin son bölümünde müziği bir keyiften çok bir iş gibi öğrendiğini özellikle belirtir. Satranççı olmadığına pişman mıdır? Başarılı bir müzisyenin, eğer işin içinde tutku olursa, satrançta da başarılı olacağını varsayan biraz da kaçamak bir cevap verir. Sonucu asla Nevzat Süerkestirilemeyen bir hamle olurdu bana sorarsanız, belki bir Tal, belki bir Taimanov, belki de bir Fischer hamlesi. Sorunun cevabı karşısındaki rakipte saklı, o kim olacaktır, bu çok daha önemli.
Şimdi başta dokunduğum, cevabını sona sakladığım soruya dönelim. Neden satranç ile müzik arasında bir ilişki pek bilinmez, fark edilmez bu ülkede? Çünkü, sadece bir "oyun" olarak görülür, stratejik düşünceye dair kökeni askerler dışında pek bilinmez, hatta biraz da "ecnebi" işi olarak algılanır, küçümsenir. Bizim entel tayfası hiç değer vermez, hâlbuki batı dünyasında, siyasetçisinden felsefecisine kadar her zaman önemsenmiş, bir "model" oyundur satranç. Aklı, strateji ve taktikle terbiye eder, çok önemli bir özelliği olarak, "şans" faktörünü olabildiğince azaltmaya çalışır. Bizim dünyamız ise "hislerle", şans ve kaderle dopdoludur. Belki de bu nedenle, tavlaya bayılırız, şansına kazanınca kendimizden geçer, zar tutmamıza rağmen bazen de kaybedince kızar, köpürür "kaderin oyunu" deriz.
Yazıyı bitirirken, yıllarca bu işe emek vermiş, Türkiyenin ilk Uluslararası Ustası olan Nevzat Süer'i (1926-1987) de saygıyla anmak isterim. Süer Satranç Dergisi, Türkçe yayımlanan çok değerli bir satranç dergisi, harika bir bilgi kaynağıydı. Nevzat Bey, dişinden tırnağından arttırdığı paralarla yıllarca bu dergiyi, çoğu zaman zarar ederek çıkardı. Mesleği mi neydi? Bir piyanistti (iyi keman da çalardı), kozmopolit Beyoğlu'nun kulüplerinde, barlarında, belki de pavyonlarında çalan, hayatını böylece idame ettiren nadir bir müzisyendi.