Tüstav (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) dijital arşivinde dolaşmaya devam ediyorum. O kadar zengin bir kaynak ki sanırım uzunca bir süre oradan çıkamayacağım. Bu sefer, ismini defalarca işittiğim ama bir türlü bulamadığım Gün Dergisi koleksiyonunda bir süre zaman geçirdim. Türkiye'nin ilk legal sosyalist partisi olan TSP'yi 1946'da kuran Esat Adil Müstecaplıoğlu'nun "müessis ve başmuharrir" olduğu bu derginin sahibi olarak dergide de birçok yazısı olan Hasan Tanrıkut'un ismi yazılı. İlk sayısı 3 Kasım 1945'te yayımlanan bu derginin ömrü de 1940'lı yıllardaki diğer sosyalist dergiler gibi oldukça kısa sürecek ve 15 Ağustos tarihli 30. sayısından sonra Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılacaktır. Derginin TSP'yi kuracak olan bir başyazara da sahip olması kapatma sürecinde etkili olmuş olmalı. Bu yazı bağlamında, işin Türkiye sol tarihine ilişkin kısmıyla ilgilenmekten çok içindeki yazılara ve yazarlara bakmayı tercih ettim. Ama bu tarihle ilgileniyorsanız, Esat Adil Müstecaplıoğlu (1904-1958) üzerine çok yakında, 2019 yılında tamamlanan Dr. Selçuk Gürsoy'un doktora tezine bakmanızı öneririm. Çok titiz bir şekilde yazıldığı izlenimimi edindiğim bu önemli tez çalışmasına internet yoluyla kolayca ulaşabilirsiniz. Şahsen çok şey öğrendim ve içindeki bilgilerden bazılarını bu yazıda da kullandım.
Birçok açıdan çok ilginç olan bu derginin özellikle yazar kadrosundaki isim zenginliği hemen dikkat çekiyor. Kimler yok ki aralarında? Sait Faik, Sabahattin Ali, Oktay Akbal, İlhan Berk, Attila İlhan, Necati Cumalı, Orhan Kemal, Cahit Irgat, Enver Gökçe, Rauf Mutluay, Arif Barikat (Damar), Yaşar Kemal ve diğerleri. Dahası, bu yazarların birçoğu henüz 20'li yaşlarındaydı! Mustafa (mim) Uykusuz derginin sürekli çizeri ve inanılmaz ama, ilk karikatürü yayımlandığında 17 yaşında. Fikir yazıları derseniz? Biraz önce sözü edilen Hasan Tanrıkut (çok ilginç bir yaşam öyküsü olduğunu tezden öğrendim), Rasih Nuri İleri, Mehmet Ali Aybar, Asım Sarp (Kemal Sülker), Nasri Nihat, Cemil Meriç ve mizah yazılarıyla Aziz Nesin. Mizah demişken, benim açımdan en ilginç keşiflerden biri Esat Adil'in bir "kara mizah" üstadı olduğunu farketmem oldu. İlk sayılarda "Bizim Ansiklopedimiz" başlığı ile madde isimleri ve tanımlarını veren ve imza olarak, Adiloğlu'nu kullanan Esat Adil, 6. Sayıdan itibaren "Lügatçei Adil" olarak bu başlığı değiştiriyor ve oldukça eğlenceli tanımlar yapmaya başlıyor.
Ne yazık ki, derginin ilerleyen sayılarında bu köşe kayboluyor ve dergi iyice ciddi bir havaya bürünüyor. Köşenin bir iki görselini bu yazıya ekliyorum ama, içlerinden bazılarını yazmadan geçemeyeceğim. İlk olarak "Bizim Ansiklopedimiz"den.
"Lügatçei Adil"de ise tanımlar daha da kısalıyor, güçlü kara mizah "damlalarına" dönüşüyor.
Lügatçei son olarak 12. sayıda görüyoruz ve devrin diğer gazetelerine dair sert ama vurucu "damlalardan" oluşuyor. Basın tarihi açısından trajikomik tanımlamalar:
Neyse, gördüğünüz üzere aslında müthiş bir kara mizah dili var Gün'ün ve rakiplerinin de sinirini bozmuş olmalı ki hakkında onlarca tevatür dolaşıma girmiş görünüyor. Örneğin 9. Sayıda, "Haftanın kültür hareketleri" başlığı altında birçok kültür etkinliği sıralandıktan sonra birdenbire "Kervan Yürür" ve Şark Nezaketi" başlığı altında ancak Gün'e yapılan baskılarla anlaşılabilecek iki "kültür hareket"ini daha görüyoruz. Görseline bakınca anlayacaksınız. Zaten bir sonraki sayıda Aziz Nesin'in yazdığı G harfine ilişkin mizah yazısından bir başka eski "hastalığımızın" tezahür ettiğini anlıyoruz. Bilimsel kılıklı ama özünde komplocu grafik okumalar. Benim iyi hatırladığım karton kare kapaklı Bahar sigarasının üstündeki soyut desenden Mao bulma gayretiydi. Öyle demeyin, sonunda değiştirilmişti o desen.
Gün'ün de logosunda "Orak" arıyorlar belli ki, Aziz Nesin de tiye alıyor madde madde. Yazının ortasından bir bölümün görseline bakın ve okuyun, eğleneceksiniz. Yazının baş taraflarındaki bölümler ise bir mizah şaheseri, "evvel zaman içinde" diye başlayan bu bölümde G'nin böyle bir özelliği olsa alfabeye bile alınmayacağını söylüyor Aziz Usta. "Her nasılsa bir yanlışlık yapıp, bu G harfini alfabenin (…)ncı harfi olarak kabul etmişler… G'yi kullanmasalardı ne olurdu? Olsa olsa genel yerine kenel derdik, gün yerine kün derdik..Kel zaman kit zaman bu G harfi bir dergi isminin baş harfi olmuş. İfitracılar, yalancılar, çatacak bir şey aramışlar ve bula bula bu G harfini bulmuşlar…Bu zavallı G, eğribüğrüdür, deveye benzer. Onun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Neyse efendim, bu G'yi bir şeye benzetmek lâzım. Amma neye benzetecekler?" Ondan sonra da görselden okuyacağınız "orak" bölümü başlıyor.
Son olarak, okurken birdenbire gözüme çarpan bir isimden, Fethi Çelikbaş'tan da bu vesileyle sözetmek isterim. İsmine rsatlayınca bir yerden hatırladığımı düşündüm ama hemen çıkaramadım. Sonra Sakıncalı Piyade geldi aklıma da anladım kimle karşılaştığımı. Bence gerçek bir kara mizah şaheseri olan rahmetli Uğur Mumcu'nun Sakıncalı Piyade'sinde geçen bu ismin ilk "hâlini" 1945 yılında görmek hoş bir "keşif" oldu böylece benim için. Sakıncalı Piyade'nin başındaki "içindekiler"de "Çelikbaş'ın Telgrafı" diye bir bölüm vardır. Partilerden partilere geçmiş, neredeyse içinde yer almadığı hiçbir parti kalmayan ve sonunda CHP'den kopanların kurduğu meşum Güven Partisinin İstanbul İl Başkanı olan bu zatın bir politik figür olarak siyaset sahnesine nasıl girdiğini de anlamış oluyoruz. Marksizm düşmanı olarak! Derginin önemli kalemlerinden Nasri Nihat, "Bir Doçentin Apolitik Makalesi" başlıklı yazıda ilk başta mizahi bir dille daha sonra da çok sert sözlerle Fethi Çelikbaş'ın Tasvir'de yazdığı yazıyı eleştiriyor. Doçentimiz, artık bilimsel dergilerde yazmanın yanısıra, halka daha yakın olmak için, gazetelerde daha sade, tarafsız ve bilimsel iktisadi analizler yapmaya da karar veriyor. Tabii ki ilk eleştirdiği şey de Marksçı iktisat olacak ve bir süre sonra DP'ye katılacak, milletvekili seçilecek, bakan olacaktır. Gün'deki eleştiri yazısını okuyarak bu kişiye dair siz de "fikir sahibi" (Uğur Mumcu, çok önem verirdi) olabilirsiniz.
Ama önce biraz da Mumcu'dan dinleyelim bu zatı muhteremi: "Fethi Çelikbaş'ı tanır mısınız? Tanırsınız, tanırsınız. Çelikbaş, politikada demirbaştır. Yirmi-yirmibeş yıldır çok partili yaşamımızın birçok partisinden ayrı ayrı boy göstermiş olan Çelikbaş, bir ara, bizim davaya da kafasını sokmuştu… Profesör dediysek, kitabı, teksiri var sanmayın, üstadın yayınlanmış bir tek kitabı bile yoktur. Bir makale yayınlayarak profesör olmuştur". Gerçekten çok tanıdık, hayatından dersler alınması gereken "muzaffer" bir siyasetçi portresi. Çünkü aynı Çelikbaş, 27 Mayıs darbesinden hemen sonra CHP'ye katılacak, milletvekili ve bakanlık aşamalarından geçecek ama partisiyle anlaşamayarak 1967'de Güven Partisine katılacak, 12 Mart darbesinden sonra ise Cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatör seçilecek, Naim Talu kabinesinde bakanlık yapacaktır. 1980 darbesinden hemen sonra, artık şaşırmayın, Danışma Kurulu'a seçilen bu zat, daha sonra ANAP'a katılmış ve tabii ki milletvekili seçilmiştir. İşte fırıltısıyla "başdöndüren" bu siyasî sergüzeştin bir istasyonunda, 12 Marttan hemen sonra, aralarında dönemin Hukuk Fakültesi dekanı Uğur Alacakaptan (bir başka güzel insan) ve Uğur Mumcu'nun davasına müdahil olmaya çalışan (Güven Partisi İstanbul İl Başkanı olarak Alacakaptan'a telgraf çektiği ve kendisine cevap verilmediğini gerekçe göstererek!) çok ilginç bir karakter. Sakıncalı Piyade'de Mumcu müthiş bir mizah diliyle durumu özetliyor, okumanızı özellikle salık veririm. Mahkemedeki konuşmaları aktaran son bölümü tam bir şaheser, kendi kendine durumdan vazife çıkaran ve gönderdiği telgrafa Alacakaptan'ın mahkeme eliyle cevap vermesini talep eden Çelikbaş önce Askeri Yargıç tarafından haşlanıyor, sonra da salondan çıkartılıyor.
Gün Dergisi gerçekten çok ilginç ve içerik anlamında (edebiyattan, sanattan birçok farklı sosyal bilime, mizah yazılarından kapsamlı hukuk analizlerine kadar) çok zengin bir dergi. Esat Adil, temel kavramları tanımlamaya, elindeki birçok istatistiği (hukuk, üretim, basın vesaire) sunmaya özellikle çaba gösteriyor. Ayrıca, yazar kadrosu, mizahî üslubu ve her şeyden öte Türkiye'de sosyalist düşünceyi geliştirme çabalarıyla, sadece 30 sayı yayınlanabilmiş de olsa, kültür tarihimizde önemli bir katkı olarak yerini alıyor.