Türkiye 12 Haziran genel seçimlerinden sonra çok ciddi bir anayasa tartışması ile sarsılacaktır. Bu artık belli oldu, herkes buna hazır olsun. AKP’nin planı, yüzde 45-50 civarında oy alarak, yüzde 10 barajının getirdiği temsiliyet sorunundan da yararlanarak, yani sandıkta aldığı oy oranından çok daha yüksek bir oranda milletvekili koltuğu alarak, yani orantısız bir temsiliyetle, TBMM’deki çoğunluğunu kullanarak anayasayı değiştirmektir. AKP’nin önde gelen kurmaylarından Bülent Arınç geçtiğimiz yıllarda, hem de TBMM’nin kuruluş yıldönümü olan bir 23 Nisan günü, anayasadaki laiklik ilkesinin de tartışılabileceğini söylemiş, Türkiye toplumunu anti-laik bir düzene alıştırmaya çalışmıştı, psikolojik harekatı başlatmıştı. Geçtiğimiz günlerde de Bülent Arınç, anayasanın değiştirilemez olan üç maddesinin değiştirilebileceğini, değiştirilemez olan tek unsurun “Türkiye devleti bir Cumhuriyet’tir” ifadesi olduğunu, seçimden önce bu tartışmaların zamansız olduğunu, seçimden sonra bu tartışmaların gündeme gelebileceğini söyledi. (Seçmene “şimdi planımızı ve gizli gündemimizi söylemeyelim, oylarını alıp sadece uygulayalım” demek istedi herhalde!) Aradan bir iki gün geçtikten sonra da Bülent Arınç, Türkiye’yi birleştiren unsurun laiklik değil, müslümanlık olduğunu ifade etti! Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç üçlüsü, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” diye yola çıkan bu üç silahşörler ve Anayasa Mahkemesi kararı ile “laikliğe karşı faaliyetlerin odak noktası haline geldiği” hukuk kararı ile tescil edilmiş olan AKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik düzenini adım adım, planlı ve sinsi bir biçimde ortadan kaldırma çalışmalarına devam ede dursunlar, TÜSİAD da malum, kısmen AKP’nin çizgisine gelerek, cumhuriyet olma unsuru hariç, anayasada her şeyin değiştirilebileceği sonucuna vardı, bu doğrultuda akademisyenlere raporlar hazırlattı; TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) bünyesindeki bazı hukukçu ve siyaset bilimci akademisyenler de bu doğrultuda raporlar hazırladılar. Bu anlayışa göre, Türkiye’nin laik bir cumhuriyet olduğu ilkesi de tartışma konusu haline gelebilecektir! Türkiye bir cumhuriyet de, nasıl bir cumhuriyet, bu anayasada belli olmayacaktır! İran’da olduğu gibi bir islam cumhuriyeti mi, yoksa din ve devlet işlerinin, din ve hukuk işlerinin, din ve eğitim işlerinin ayrıldığı laik bir cumhuriyet mi? TÜSİAD nedir? Bir dernek. Açılımı da “Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği”dir.Yani TÜSİAD Türkiye’deki binlerce dernekten sadece birisidir. Hukuken, binlerce hemşehri derneğinden, dini hizmet derneğinden, ayrıca spor, folklor, sağlık, kültür, sanat, bilim, düşünce alanlarında faaliyet gösteren dernekten hiçbir farkı yoktur, hepsi gibi dernekler yasası bağlamında faaliyet gösteren bir kurumdur. Ama nasıl oluyorsa bu dernek Türkiye’nin politikasını belirlemek, her işe karışmak gibi bir alışkanlığa sahip aynı zamanda. Nasıl oluyorsa bu derneğin sesi tüm derneklerden daha fazla çıkıyor, bir rapor açıklasa, başkanı bir demeç verse, neredeyse tüm gazetelerde ve televizyonlarda haber oluyor. Sanki o anda Tanrı’dan bir vahiy geliyor! Neden? Çünkü yöneticileri, üyeleri Türkiye’nin en zengin insanları arasında yer alıyor! Tam bir görgüsüzlük! 1970’li yıllarda gazete ilanıyla hükümet devirmeye çalışan TÜSİAD, son yıllarda daha “light” yöntemlerle Türkiye’nin siyasetine yön vermeye çalışıyor. Dünyanın hangi uygar ülkesinde, sanayicilerin ve iş adamlarının kurduğu bir dernek, ulusal basında bu kadar yer alır, siyasetin gidişatına bu kadar yön vermeye çalışır ve medya buna müsade eder?! Herhangi bir Avrupa Birliği ülkesinde, kapitalizmin göbeği sayılan ABD’de bile, böyle bir şey olabilir mi? TÜSİAD’ın örnek aldığı ABD’de ve AB’de böyle bir şey yok! New York Times’da, Washington Post’ta, Los Angeles Times’da, NBC’de, CBS’de, ABC’de, Financial Times’da, The Guardian’da, Le Monde’da, Le Express’de, Süddeutsche Zeitung’da, Die Welt’de, Frankfurter Allgemeine’de, ZDF’de, ARD’de, RTL’de, Corriere dela Serra’da, RAI’de vs böyle bir dernek veya vakıf bu kadar çok yer alabilir mi, bu kadar sık haber konusu olabilir mi? Bu ancak geri kalmış ülkelerde, yabani kapitalist düzenlerde olabilecek bir şeydir. Bizim medya adam gibi medya olsa, TÜSİAD’ın açıklamalarını haber bile yapmaz, “Bu da Türkiye’deki binlerce dernekten birisidir, sadece paraları var, en zenginler burada diye, diğer derneklere göre seslerinin daha çok çıkma hakkı yoktur” der, TÜSİAD’ı putlaştırmaktan vazgeçer. TÜSİAD’ın tüzüğünden de anlaşılacağı gibi, bu dernek, Türkiye’de “liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ... benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamayı” amaçlamaktadır. Bunun tercümesi bizim gibi sosyalistler ve sosyal demokratlar için şudur: “Bu dernek halkın bir bütün olarak refahını değil, sadece sanayicilerin ve iş adamlarının refahını amaçlar, böyle bir toplumsal düzen olsun ister”. Ancak nasıl oluyorsa, liberal ekonomiyi, rekabetçi piyasa ekonomisini kendisine amaç edinmiş bu dernek, Kürt sorunundan, anayasa değişikliğine, türban sorunundan, basın özgürlüğüne, Kıbrıs sorunundan, kadın haklarına kadar her konuda bir şeyler söylemektedir. Elbette herkesin herşeyi söylemek hakkı vardır, üstelik söyledikleri her şey olmasa da, bazı şeyler de son derece doğrudur ve yerindedir, ancak bunu TÜSİAD söyleyince bu neden daha önemli olur, daha çok dikkat çeker? Ayrıca liberal ekonomiyi, rekabetçi piyasa ekonomisini kendisine amaç edinmiş bu derneğin, şimdi de, cumhuriyet olma unsuru dışında, anayasanın tüm maddelerinin değişebileceğini savunmasına ne demeli? Üstelik bunu söyleyen MÜSİAD falan değil, göya laik sermayeyi temsil eden TÜSİAD! Anayasanın değişmez maddeleri nedir? Şunlar: Madde 1: Türkiye devleti bir cumhuriyettir.Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.Madde 3: Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır. Şimdi AKP, TÜSİAD, TESEV vs değiştirilmesi teklif edilemez bu maddelerin, özellikle 2. ve 3. Maddenin değiştirilebileceğini savunuyorlar. Örnek olarak da ABD ve AB’deki anayasaları gösteriyorlar. Sanki ABD’de ve AB’de laiklik tehlikede, sanki Türkiye’nin koşulları ve geçirdiği tarihsel süreç ile ABD’nin ve AB’nin koşulları ve geçirdikleri tarihsel süreç aynı! Bunu söyleyenler gerçekten Türkiye’de mi yaşıyorlar yoksa Türkiye’de sadece turist olarak mı bulunuyorlar, bunu doğrusu merak ediyorum. AKP’nin turist olmadığı ve her şeyi bilinçli, planlı bir biçimde gerçekleştirdiği kesin de, TÜSİAD ve TESEV’in laik rejimle bir sorunu olamayacağına göre, herhalde turist konumuna onlar düşmüş oluyorlar. Anayasadaki “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” tanımı hangi akla hizmet tartışma konusu yapılabilir?! (Bu arada Türkiye’nin marşı, bayrağı ve başkenti insanları neden rahatsız eder onu da anlayabilmiş değilim; marşımız THY uçaklarında son yıllarda çalan kasvetli ruhani müzikler gibi bir şey mi olmalı; bayrağımız kırmızı yerine yeşil mi olmalı; başkentimiz Ankara yerine İstanbul mu olmalı, hatta Başbakanlık Topkapı Sarayı’na mı taşınmalı?) Elbette bu maddelerde garip şeyler de vardır. Örneğin “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” olmak meselesi. Çünkü Mustafa Kemal hiçbir zaman milliyetçiliği fetişizm haline getirmemiştir; kurduğu partinin adı da Milliyetçi Hareket Partisi veya Milliyetçi Halk Partisi değil, Cumhuriyet Halk Partisi idi. Bu partinin temel ilkeleri içinde de sadece milliyetçilik değil, cumhuriyetçilik, devletçilik, devrimcilik, halkçılık ve laiklik de yer alıyordu; hem bu nedenle, hem de bir şahsın adının anayasada yer almasının yanlış olması nedeniyle, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesinin anayasada yer alması gerçekten de saçma bir durumdur. Bunun değişmesinde hiçbir sakınca yoktur. “Dili Türkçe’dir ifadesi” yerine “Resmi dili Türkçe’dir” ifadesi de daha uygun olur. Ancak “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ifadesini değiştirmekte amaç ne olabilir, bunu acaba açıklayabiliyor mu AKP, TÜSİAD, TESEV vs.? “Cumhuriyet, halk yönetimini ve demokrasiyi zaten kapsıyor” demek yeter mi bu durumda? Teorik açıdan gerçekten de öyledir, ancak şimdiki zaman dünya pratiğinde, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler içinde adı cumhuriyet olup kendisi diktatörlük olan bir sürü ülke var. Durum buyken “demokratik cumhuriyet” demenin ne zararı olabilir? Bunun da ötesinde laiklik ilkesi ne olacak? Laiklik demokrasinin tek koşulu olmasa bile, bir önkoşulu değil midir? Laik olmayan bir cumhuriyet, gücünü halktan alsa bile, demokratik sayılabilir mi? Bunu söyleyenler acaba Tevrat’ı, İncil’i ve Kuran’ı Kerim’i okumuşlar mıdır? Bunu söyleyenler turist mi? Komşumuz İran da kendisine cumhuriyet diyor, ama resmi adı İran İslam Cumhuriyeti; laik cumhuriyet değil, demokratik falan da değil. “İnsan haklarına saygılı...demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ifadesi kimleri neden rahatsız eder, bunu değiştirmeyi kim, neden ister? Bizden söylemesi, sonra kimse ağlamasın, zırlamasın: Bunu değiştirmek, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullar dikkate alınacak olursa, Türkiye Cumhuriyeti’ne son noktayı koymak, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına fiilen son vermek demektir. TÜSİAD ve TESEV bunu göremeyecek kadar kör mü? İşin komiği, TÜSİAD’ın tüzüğüne göre derneğin amaçlarından bir tanesi de, “laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının ... benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamaktır. ... Atatürk’ün öngördüğü hedef ve ilkeler doğrultusunda, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma anlayışı içinde” olmaktır. Bu durumda TÜSİAD kendi amacına da aykırı bir iş yapmış olmuyor mu, hatta belki de tüzük ihlali suçu işlemiş olmuyor mu? TÜSİAD üyeleri bu konuda ne düşünüyorlar, doğrusu merak ediyorum. Böyle bir tüzük yazıp buna aykırı hareket etmek garip bir durum değil mi? Kendi tüzüğünde amaç edindiği şeyi Türkiye Cumhuriyeti anayasasına çok gören Türkiye Cumhuriyeti’nin bir derneği! Aziz Nesin’lik bir hikaye daha! Siyasetimiz, medyamız, üniversitemiz ne haldeyse, sermaye dünyamız da aynı halde! Bunun en kolay yolu malum Genel Kurul kararıyla tüzükteki amaç maddesini değiştirmek. TÜSİAD ya tüzüğünü değiştirsin ya da tüzüğüne uysun! Ama o TÜSİAD ya, ne isterse onu yapar, ona kimse karışamaz, para ve güç onda. Bir başbakan, iki TÜSİAD ve MÜSİAD, yani sermaye, başka otorite yok, başka büyük yok! Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği genel merkezleri polis tarafından basılsın, belgelerine el konsun, yöneticileri göz altına alınsın ve/veya tutuklansın; Deniz Feneri Derneği insani yardım adı altında topladığı milyonlarca Euro’yu hükümete yandaş medya organlarına aktarsın, bunun Türkiye uzantısı da örtbas edilsin; 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için AB tarafından verilen milyonlarca Euroluk fonlar AKP tarafından bazı olmadık derneklerin olmadık projelerine dağıtılsın, bu fonlardan sadece kendi yandaşları veya onları eleştirmeyenler, onlara yağ çekenler, onların kapılarında bekleyenler, AKP’yi demokrasi şampiyonu ilan edenler yararlansın; binlerce cami yaptırma ve dini hizmet derneği varken, felsefe, sanat, bilim, özgür düşünce alanlarındaki derneklerin sayısı cami yaptırma ve dini hizmet derneklerinin yüzde %5’ini bile bulmasın ve bu sayılı dernek de sözde laik sermayeden doğru dürüst bağış alamasın; bunlar olup biterken, bir de Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği, yani büyük sermaye temsilcileri, Türkiye’nin kaderini tayin etmeye devam etsin, “Türkiye Cumhuriyeti...insan haklarına saygılı...demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ifadesini tartışmaya açsın, bunun halk çoğunluğu ile değiştirilebilir olduğunu savunsun! Bu nasıl bir dernekçilik, bu nasıl bir sivil toplum örgütlenmesi?! Bırakın sosyalist, sosyal demokrat olmayı, sadece “Ben demokratım” diyen birisinin bile bunu anlama olanağı yoktur, tabi eğer kullandığı “demokrat” sözcüğünün ne anlama geldiğini biliyorsa, şuursuzca konuşmuyorsa. Malum dernekler ve vakıflar sivil toplum örgütlenmesinin en önemli unsurları arasında yer alırlar. Ancak şu manzara da bize gösteriyor ki, Türkiye’de sivil toplum örgütlenmesi falan yoktur! Türkiye’de ağırlıklı olarak “sivil toplum” adı altında “diktatörlük örgütlenmesi” vardır! Benim herkese çok basit bir önerim var: Kendi ülkenizde turist olmaktan kurtulun! Böylece bir gün yurt dışına iltica etmek zorunda kalmazsınız, sadece turist olarak veya iş ve eğitim amacıyla yurt dışına çıkmış olursunuz!