Norveç’te Anders Behring Breivik adlı bir ruh hastası vatandaş, Oslo’da Başbakanlık binası önünde bir bomba patlattı; bu eylemde 8 kişi yaşamını yitirdi; daha sonra iktidardaki sol görüşlü İşçi Partisi’nin Gençlik Kolları Yaz Kampı’nın yapıldığı Ütoya Adası’nı elindeki silahlarla basarak katliam yaptı, 68 genç de orada yaşamını yitirdi. Kendisini Hıristiyan, milliyetçi ve muhafazakar olarak tanımlayan Breivik, Norveç’i ve Avrupa’yı Marksizmden ve İslam’dan kurtarmak için bu eylemi gerçekleştirdiğini söyledi. Breivik, Avrupa’nın çok kültürlü yapısına karşı olduğunu, Avrupa’nın sadece Hıristiyanlara ait olduğunu, Müslümanların ve farklı etnik kimlikten kişilerin Avrupa’ya göç etmesinin engellenmesi gerektiğini, çok kültürlülük ve göç konusunda ılımlı politikalar izleyen sol hükümetlerin ve partilerin de vatan haini olduğunu savundu.
İslam dini adına yıllardır şiddet uygulayan teröristler yetmiyormuş gibi, şimdi de Hıristiyan dini adına şiddet uygulayan teröristler türedi. Orta Çağ’ın haçlı zihniyeti yeniden hortladı.
Kendisini ister Musevi, ister Hıristiyan, ister Müslüman, ister dinsiz olarak nitelendirsin, dünyadaki tüm faşistlerde olduğu gibi bu zavallı adamın da bir IQ, zeka ve kavrama sorunu var belli ki.
Birincisi adam Hıristiyanlık nedir onu bilmiyor. Malum Hıristiyanlık, en azından belli bir ölçüde ve İncil’deki belli başlı ayetlere göre, şiddeti teşvik etmez, aksine, şiddete maruz kalınsa bile, buna şiddetle yanıt verilmemesi, yanlışa yanlışla yanıt verilmemesi gerektiğini, yüzünün bir tarafına tokat yiyeyin, şiddete başvurmaktansa, yüzünün öteki tarafını çevirip ikinci bir tokat yemeyi beklemesinin daha doğru olduğunu savunur. Hıristiyan dininin öncüsü Hazreti İsa’nın öğretilerinden birisi budur. Şiddet ve hoşgörü bağlamında, Kuran’da ve Tevrat’ta olduğu gibi, İncil’de de çelişkili ayetler vardır, ancak buna rağmen, Hıristiyanlık dininin şiddet karşıtı bir barış ve sivil itaatsizlik dini olarak yorumlanmasına yol açan ayetler de mevcuttur. Breivik ve onun gibiler, acaba bu ayetler hakkında ne düşünüyorlar?
İkincisi, İslam ve Marksizm hedef tahtasında aynı kefeye konamayacak kadar birbiriyle bağdaşmaz, uyumsuz iki ayrı akımdır. Bu bağdaşmazlık sadece İslam ve Marksizm açısından değil, Hıristiyanlık ve Marksizm, Musevilik ve Marksizm açısından da geçerlidir. Marx dinlere karşı ateizmi savunmuş, kapitalizmin komünizm ile, dinin de ateizm ile aşılması gerektiğini düşünmüştür. Marx dinlerin bir mutluluk ve eşitlik vaadi ile yola çıkmış olmalarına rağmen, gerçek değil hayali bir mutluluk ve eşitlik önerdiklerini, ekonomik temelden kaynaklanan dünyevi eşitsizlikleri anlamakta ve çözmekte yetersiz kaldıklarını, feodalizme ve kapitalizme karşı durmakta yetersiz kaldıklarını, bu anlamda dinin halkın afyonu olduğunu, sadece bir uyuşturucu görevinin olduğunu savunur. Yani Marksizmin İslam ve diğer tektanrıcı dinler ile uzlaşması diye bir şey, yapısı gereği zaten söz konusu olamaz. Hatta İslam dini, Museviliğin ve Hıristiyanlığın, yani tektanrıcı kültürün bir uzantısı olduğu için, Breivik gibi dindar olduğunu söyleyenlerin, Müslümanları Marksistlere tercih etmeleri gerekirdi.
Üçüncüsü, Avrupa’da Marksizm iktidarda değildir. Marx kökenli sosyal demokrat, demokratik sol ve demokratik sosyalist partiler iktidarda veya ana muhalefette görev yapmaktadırlar, ancak bu partilerin hiçbirisi komünist partiler değillerdir. Marx ideal toplumsal düzen olarak komünizmi önermiştir; komünist düzen de üretim araçlarında özel mülkiyetin olmadığı sınıfsız toplum modelidir. Bugün Avrupa sınıflı bir toplumdur, özel mülkiyet ortadan kaldırılmamıştır, Avrupa’da kapitalist düzen geçerlidir. Söz konusu kapitalizm sosyalizm tarafından törpülenmiştir, sosyal politikalarla belli bir düzene sokulmuştur, ancak bu yine de Marx’ın tanımlamaları ve paradigmaları dikkate alınacak olursa kapitalist bir düzendir. Bu durumda da Breivik Avrupa’yı zaten olmayan bir şeyden kurtarmaya çalışmış oluyor.
Tabii eline silah alıp onlarca gencin üzerine kurşun yağdıran bir kişiden çok da akıllı ve bilgili olmasını beklemek zaten hayaldir; ama yine de Breivik’in bu saçma sapan propagandalarına ve takıntılarına karşı tarihe bir not düşmek açısından bu tesbitleri de yapmak gereklidir. Adamın kaleme aldığı ve görsel fotoğraflarla beslediği 1500 sayfalık metin baştan sona bir saçmalıklar zincirinden ibarettir.
Asıl ilginç olan şey, faşizm ile ruh hastalığı arasındaki bağlantıdır. Öyle bir insan düşünün ki, kendisi gibi olmayana karşı yoğun bir nefret duygusu içerisinde olabiliyor; ve bu nefret duygusu o kadar yoğun ki, adam gidip masum insanları soğukkanlı bir biçimde katledebiliyor. Bunun için gerçekten hem ruh hastası hem de aşırı kompleksli ve ezik olmak gerekiyor. Bu nedenle faşizm bir ideoloji falan olamaz; faşizm olsa olsa bir ruh hastalığı olabilir.
Malum bu ruh hastalığına dair iki tanınmış örnek daha var: Almanya’da Hitler ve İtalya’da Mussolini. Bu iki kişi de faşizmin en tipik temsilcileriydiler. Aynen Breivik gibi, Marksizme karşıydılar, onlara göre komünistler ve sosyalistler vatan haini idiler ve bir diğer vatan haini grup da Musevilerdi. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Hitler ve Mussolini’nin hedef tahtasında Marksistler ve Museviler vardı; 2011 yılında da Breivik’in hedef tahtasında Marksistler ve Müslümanlar var. Yani Musevilerin yerini şimdi Müslümanlar aldı. Avrupa’daki milyonlarca Musevi soykırım yöntemiyle Hitler tarafından yok edildiğine göre, şimdi onların yerine “saf ırk” ve Hıristiyan olmayan en büyük azınlık Müslümanlar olduğuna göre, hedef tahtasında onlar var. Breivik’in manifestosunun Hitler ve Mussolini’den hiçbir farkı yok. Bugün ile geçmiş arasındaki tek fark, Breivik gibi kişilerin düşünceleri kitlesel desteğe sahip değil, marjinal, azınlıkta kalmış düşünceler.
Ancak sonuçta, bu düşüncelerin Avrupa’da hala var olması ve bu düşüncelerin bu tür vahşetlere yol açması, Avrupa açısından utanç verici bir tablodur. Avrupa bir an önce silkinmeli, titremeli ve kendine gelmelidir. Özellikle ırkçı politikalar izleyen ve/veya çok kültürlü bir yapıya karşı olan muhafazakar, hıristiyan demokrat ve milliyetçi partiler, politikalarını gözden geçirmelidirler. Avrupa daha yarım asır önce korkunç bir faşizm deneyimi ile sarsılmıştır. Avrupa’nın o günlere geri dönmesi elbette olanaksızdır; ancak o dönemi hortlatmaya çalışan bazı sapıkların ortaya çıkabileceği zeminleri de yok etmek gerekir.
Bu tür ruh hastası kişiler nereden güç almaktadırlar? Elbette muhafazakar siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, medya organlarının politikalarından ve söylemlerinden. Başka nereden güç almaktadırlar? Televizyonlarda, sinemalarda, DVD’lerde, internette, bilgisayar oyunlarında karşımıza çıkan şiddet görüntülerinden. Şiddet artık o kadar olağan bir hal aldı ki, bu şiddeti uygulamak da artık bazıları için son derece normal bir davranış olarak görülüyor. Nitekim Ütoya Adası’ndaki katliama tanıklık edenler, teröristin son derece soğukkanlı bir biçimde gençleri öldürdüğünü söylediler. Mahkemedeki ilk duruşmasına çıkarken de son derece sakin ve soğukkanlı olduğu söylendi. Zaten kendisi herhangi bir pişmanlık ifadesinde bulunmadı, yaptıklarını suç olarak bile kabul etmedi, eylemin vahşi ama gerekli olduğunu savundu. Kısacası, faşizmle psikopatlığın harmanlandığı bir ruh hali. Aynen Hitler ve Mussolini’de söz konusu olduğu gibi.
22 Temmuz 2011, sadece Norveç tarihi açısından değil, Avrupa tarihi açısından da bir dönüm noktası olmalıdır. Bu olay Avrupa’nın “9/11”idir. Avrupa sadece yas tutmamalı, kınama açıklamaları ile yetinmemeli, Avrupa kıtasındaki bu faşizm kırıntılarını temizlemek için seferber olmalıdır. Bir kişinin bile ne kadar çok masum insanın canına kıyabileceği görülmektedir. Muhafazakar siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, medya üyeleri, nefrete zemin hazırlayan politikalara ve söylemlere son vermelidirler; hükümetler televizyonlarda, sinemalarda, DVD’lerde, internette, bilgisayar oyunlarında şiddet görüntülerinin denetlenmesi amacıyla ağır yaptırımlar uygulamalıdırlar; ve son olarak istihbarat birimleri, Orta Doğu’ya odaklanıp daha çok oradaki gelişmeleri takip edeceklerine, kendi çöplüklerini temizlemekle uğraşmalı, güvenlik güçleri istihbarat birimlerinden alacakları bilgiye göre Avrupa’daki faşist, ırkçı hücrelere düzenli ve sürekli baskınlar düzenlemeli, bu örgütlenmelerin önünü kesmeli, şu anda hali hazırda bekleyen yeni “Breivik”leri bir an önce etkisiz hale getirmelidir.
Sosyalizm ve solculuğa gelince, faşistler o küçük beyinlerine şunu sokmalıdırlar ki, Ütoya Adası’nda 68 genç solcuyu katletmekle solculuk Norveç’te de bitmez, dünyada da bitmez. Sol bugüne kadar dünyanın çeşitli ülkelerinde ne şehitler verdi, ama sol mücadele hiçbir zaman sona ermedi. Herkes bilmelidir ki, faşizm ruh hastalığıdır, sosyalizm ise ideolojidir. Üstelik sosyalizm, yeryüzünde eşitsizlik ve adaletsizlik olduğu sürece geçerli olacak olan, umut olabilecek olan tek ideolojidir.
Bu vesileyle Ütoya Adası’nda yaşamını yitiren genç solcuları sevgi ve saygıyla anıyoruz. Onlar bizim geleceğimizdi, ama ölseler de, yine de geleceğimiz olmaya devam edecekler!