Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, sigara bağımlılığı konusunda önemli bir açıklama yaptı. Söz konusu açıklamadan hem hac hem umre organizasyonlarında bu yıl sigara kullanmayan din görevlilerinin tercih edileceğini, gelecek yıllarda ise bunun bir zorunluluğa dönüşeceğini öğrendik.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, önümüzdeki yıllarda, tıpkı din görevlilerinde olduğu gibi, tütün ürünü kullanmayan kişileri sadece hacı olarak tercih edip etmeyeceğini bilmiyoruz. Belki de Başkanlık, gelecek yıllarda sigara içen kişileri kutsal topraklara götürmeme yolunda bir içtihat geliştirecektir.
Öte yandan bir gerçek var ki sayın Erbaş’ın da vurguladığı üzere, “Sadece bizim ülkemizde sigaraya ödenen paranın miktarı 30 milyar doları buluyor. Bu, 150 milyar lira anlamına geliyor. Dünyada her 3,5 saniyede bir insan açlıktan ölüyor. Sadece ülkemizde sigaraya ödenen paranın yarısı açlıktan ölecek olan insanlara verilse, o insanlar açlıktan kurtarılıyor. Sigara yerine binlerce okul, hastane yapılabiliyor. Binlerce aç ve açıkta olan mülteci insan, bulundukları konumdan kurtarılabiliyor ama maalesef sigara yüzünden ortaya çıkan hastalıkları tedavi etmek için de bir o kadar daha para harcanıyor."
Peki ama Pullman Zemzem Tower’da, hac ibadetini yerine getirmek kaç liraya denk düşüyor? Kapitalizmin tüm kibriyle, “Allah’ın evi” olarak nitelenen Beytullah’a tepeden bakan ve onu ayakları altında ezmeyi amaçlayan böylesi bir otelde hac farizasını yerine getirmekten imtina edilerek kaç tane aç çocuğun karnı doyurulabilir mesela?
Diyanet İşleri Başkanlığı bu israfın maliyetini çıkarmış mı merak ediyorum!..
Benzer biçimde 1 milyon liralık zırhlı bir lüks araba yerine daha mütevazi konforlu bir araç tercih edilse bu ülkede açıkta kalan kaç mülteciye derman olunabilir acaba?
Diyanet İşleri Başkanı’nın geçen haftaki açıklamasında israf konusundan başka bir sorun daha var: Tütün ürünü kullanan çalışanlara negatif ayrımcılık yapılması!..
Öyle ya, din görevlisi olarak çalışan insanların da diğer mesleklerde olduğu gibi çalıştıkları işte ayrımcılığa uğramama hakları var. Hele ki tütün kullanımı konusunda. Çünkü bilimsel veriler, tütün kullanımının bir seçim ya da tercih değil bağımlılık olduğunu ortaya koydu.
Gerçekten de biz hekimler, tütün kullanan kişilerin bağımlılık düzeyini, günde kaç tane sigara içtiği ve ilk sigarasını günün hangi saatinde yaktığı ile kolaylıkla saptarız. Oysa hemen her bağımlı, kendisinin bağımlı olmayıp “dudak tiryakisi” olduğunu iddia eder. Bu nedenle sigara bırakmanın en önemli adımı kişinin bağımlı olduğunu kabul etmesidir.
Peki hal böyleyse, bağımlılık nedeniyle din görevlisi bir çalışanın meslek yaşamında bir yaptırıma uğramasını nasıl kabul edebiliriz? Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi kurumundaki çalışanların hakkını çiğnemekten imtina etmiyor diye biz de bu konuyu görmezden mi gelmeliyiz?
Daha önemlisi son yıllarda tüm ülke ve dünya genelinde tütün bağımlısı insanların haklarının kolaylıkla ihlal edilmesi sizi rahatsız etmiyor mu? Özellikle ülkemizde son yıllarda kendisini gösteren “bağımlılık salgını” canınızı hiç sıkmıyor mu?
Tütün, alkol ve uyuşturucu bağımlılıklarından söz etmiyorum sadece. Kumar bağımlılığı, teknoloji bağımlılığı, zihni bağımlılık, oyun bağımlılığı, dolar bağımlılığı ve daha pek çok konunun ardına eklenen “bağımlılık” takıntısından söz açıyorum.
Örneğin Sayın Cumhurbaşkanı’na göre “asrın en büyük tehdidi” teknoloji bağımlılığı. Çünkü önlem alınmazsa “evlad-ü iyal gidiyor”. Daha önemlisi “Manevi eğitim olmaksızın bu (bağımlılığın) önünü almak mümkün değil” Cumhurbaşkanı’na göre.
Bağımlılık konusu “yerli ve milli” cenahta söylem düzeyinde öylesine abartılıyor ki; sorunla mücadele “bir vatan görevi” olarak tarifleniyor. Tıpkı 1920 yılında İstanbul’un işgal edilmesinin ardından “Osmanlı gençliğini ifsat etmek ve gençlerin direniş azimlerini kırarak zihnen köleleştirmek için gemilerle getirdikleri binlerce kasa içkiyi bedava dağıtmaları”nı gören, bu kirli oyunu fark eden “millet sevdalısı, sorumluluk ve şuur sahibi bir avuç insan(ın) Şeyhülislam İbrahim Haydarizade’nin himayesinde” Yeşilay’ı kurması gibi.
Zaten günümüzün Yeşilay’ı da Cumhurbaşkanı’nın tariflediği misyona sahip çıkarak, bağımlılığın her türlüsüne ve bağımlılığı yaratan “şiir, roman ve film”lere karşı bağımsızlık savaşı veriyor.
Ancak bilmeliyiz ki, bağımlılık hikâyesine gösterilen bu bağımlılık hali toplumları özgürleştirmez. Aksine tıp aracılığıyla, sağlık gibi çok meşru bir konu üzerinden hayatı zapturapt altına alır.
Olur da bir gün Orhan Veli’ye uyup “yelkovan kuşlarının” peşinden değil ama ölümcül iş koşullarından bunalıp çekip gitmeyi düşünürseniz kendinizi bir doktorun karşısında bulabilirsiniz.
Neden mi?
Farkında olmayabilirsiniz ama siz belki de “özgürlük bağımlılığı”nın pençesine düşmüşsünüzdür(!)
Bu kadar olmaz demeyin. Geçmişte oldu çünkü...
Olsun geçmiş geçmişte kaldı, günümüzün tıp bilimi etik sınırların farkına vardı diyerek kendinizi avutabilirsiniz. Ama biliyor musunuz; son yıllardaki bilimsel araştırmalarla, seks “düşkünü” kişilerin beyinlerindeki dorsal anterior cingulat, ventral striatum ve amigdale bölgelerindeki aktivitelerin, tıpkı uyuşturucu bağımlısı kişilerde olduğu gibi normalden fazla olduğu anlaşıldı.
Yoksa kimi insanlar seks bağımlısı mı?
En azından James Pacenza kendisinin böyle olduğunu düşünüyor. Bu nedenle iş sırasında seks sitelerini ve sohbet odalarını ziyaret ettiği için kendisini işten atan şirketi, bir bağımlı hastanın tedavisine destek olmak yerine onu işten attığı için suçladı ve şirketten 5 milyon dolar tazminat istedi.
Peki ama aşk? O da bir bağımlılık olabilir mi?
Araştırmalar, halen âşık olan insanların sol dorsal anterior cingulat korteksinin homojenliğinin âşık olma süreci ile pozitif ilişkili olduğunu ortaya çıkardı. Halen âşık olan kişilerin beyinlerinin insula, caudat, amigdale ve nucleus accumbens bölgelerindeki fonksiyonel bağlantının, halen âşık olmayan ya da bir dönem âşık olmuş kişilere kıyasla anlamlı oranda daha fazla olduğu gösterildi.
Yani aslında her şey, beynin bağımlılıkla ilgili bölgelerinde gelişen süreçler. O halde gerçekten “asrın en büyük tehdidi” bağımlılık(!)
İnsanı tüm hasletlerinden sıyıran, onu insan yapan kültürel değerleri göz ardı eden, bilinç kadar insanı var eden bilincin ötesini önemsemeyen ve en önemlisi moral değerleri sıfırlayan bir biyolojik körlük, bu dünyada hiç kimseye özgürlük getiremez.
Aksine bu bakış açısı, insanı biyolojiye indirgeyerek onu fıtrata bağımlı kılar.
Daha önemlisi bu indirgeme, uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların üstünü örtüp, sorunları kişisel bir kusur haline dönüştürerek tüm toplumu muktedir(ler)in otoriter hezeyanlarına esir eder.
Tıpkı günümüz Türkiye’sinde yaşandığı gibi...
Tıpkı sağlığımızı korumakla sorumlu bakanın, klima ve havalandırma gibi geçerliğini ve inandırıcılığını çoktan yitirmiş tütün endüstrisinin köhnemiş argümanlarını yeniden ortaya sürerek kapalı alanları yasal olarak duman altı edecek uygulamaları önermesi gibi.
Tıpkı “asrın en büyük tehdidi”nin bağımlılık olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı’nın, daha birkaç hafta önce, bağımlılık yapan tütün ürünlerini üretip onları satarak para kazanan ve bu topluma ölüm saçan British American Tobacco’nun yönetim kurulu üyesini Ticaret Bakan Yardımcısı olarak ataması gibi.
Ne garip; söz konusu açıklamaya da atamaya da medyada envai çeşit gösterilerle sigaraya karşı savaştığını iddia eden bir dolu örgütten, damarlarında asil kanı arayanlardan ya da konu hakkındaki duyarlılıkları nedeniyle sigara bağımlısı din görevlilerini hac organizasyonuna götürmeyen Diyanet İşleri Başkanlığından ses gelmedi.
Ama hiç ses çıkmadı da sanılmasın: “Bakanlık duman tüttü”.