Yerel seçim sonrası ülke sathında Yüksek Seçim Kurulu destekli başlayan sandık darbesinin, (şimdilik) Ankara'nın doğusunda kayyımlar yoluyla idari darbe biçiminde sürdürüleceği anlaşılıyor. Öte yandan kutuplaştırma politikası da uzun süredir bir seçim stratejisi olarak uygulamada...
Hiç kuşku yok ki tüm bunlar makul bir ülke için yeterince korkutucu. Ama dahası var.
Adalet ve sağlık, toplumları ortak bir gelecek tasavvurunda birlikte yaşamaya ikna eden iki ideolojik aygıttır aslında.
Ancak ne yazık ki bugün itibariyle adaletten değil ama hukuktan hiçbir beklentimiz kalmadı.
Yargının bağımsız olmadığı ve hazırlanan iddianame ve alınan kararların talimatlarla şekillendiği hemen herkesin mutabık olduğu bir konu. Hemen hepimiz, "suç" ve "suçlu" tanımlarının devletin önceliklerine göre her an değişebileceğini, hâkimlerin vicdanları ve evrensel hukuk kurallarından çok Saray'ı gözeterek karar aldıklarını düşünüyoruz.
Haksız da değiliz...
Peki ya hekimlerin?
Neyse ki, bugün itibariyle hekimlerin büyük bir çoğunluğunun hastalarının politik görüşünü dikkate alarak onlara yaklaşmadığını kabul edebiliriz. Bu kabulleniş, hekimlerin sağlık ortamında çeşitli nedenlerden dolayı ayrımcılık yapmadıkları anlamına gelmiyor kuşkusuz. Ancak tüm sorunlarına rağmen ne iyi ki hekimlerin büyük bir çoğunluğu mesleki pratikleri sırasında hastalarının politik görüşlerini göz ardı edebiliyorlar.
Neyse ki... En azından bugün itibariyle... Tersini düşünmek bile korkunç.
Peki ama hakimlerin bağımsız tutumlarını ve yargının tarafsızlığını yok eden bu akıl dışı ülke ortamının sağlık ortamına yansıması neden yok? Ya da yok mu?...
Şüphesiz bu farklılığının en önemli nedeni hukuk sisteminin, muktedirden farklı düşünen herkesi susturmaya ve cezalandırmaya yönelik bir araç olarak kullanılması. Ama geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki; eğer bir ülke, uzun bir süre kutuplaştırma siyasetine maruz kalırsa, kötülük sadece hukuki düzlemde kalmayıp hayatın diğer alanlarına da yayılıyor. Toplumun tüm var oluşunu içten içte çürütüyor.
Peki, Türkiye sağlık ortamı bugün itibariyle ne durumda? Kötülükten ne kadar azade?
Her şeyden önce ardı ardınca yayınlanan KHK'lar ve yapılan güvenlik soruşturmaları nedeniyle hekimlerini kaybedip orta yerde kalan hastalar ve akademide nitelikli öğretim üyelerini yitiren tıp fakültesi öğrencileriyle malûl.
Ama ne yazık ki dahası var...
ODTÜ'nün mezuniyet töreni muhtemelen sosyal medyada en çok paylaşılan törendir. Öğrencilerin taşıdıkları pankartlar hepimize "Gezi Zekası"nı hatırlatır ve pek çok kez gülümsetir bizleri.
Pekiyi ama biliyor musunuz; bu yıl gerçekleşen ODTÜ mezuniyet töreni öncesinde kimi öğrenciler gözaltına alındılar. Öğrencilerin avukatlığını yapan Doç. Dr. Öykü Didem Aydın, bu gözaltının, "Bu kişiler zaten önceki yıllarda da sorun çıkaran kişiler, önlem alınsa iyi olur" yazılı bir ihbar e-postası sonrasında yaşandığını açıkladı.*
Buraya kadar yaşananlar sıradanlaşan bir Türkiye klasiği aslında. Farklı olansa gözaltına alınması hedeflenen ancak evde bulunamadığı için polis baskını sırasında gözaltına alınamayan bir öğrenci için 112 Çağrı Merkezi'ne "Kaçıyor" diye ikinci bir isimsiz ihbarın yapılmış olması...
İhbarın gerçek mi yoksa düzmece mi olduğu çok kuşku götürür. Ama kuşku götürmemesi gereken tek gerçek 112'nin bu amaçla kullanılamayacağıdır.
Tıpkı 112 ibaresi taşıyan ambulanslara taşla ya da silahla saldırılamayacağı, molotoflar atılamayacağı gibi.
Çünkü sağlık hizmeti özgündür, çatışmalardan azadedir.
112 Sistemi, ağırlıkla sağlık sorunları için kullanılan acil durum çağrı yeridir ve her zaman o an olan acil bir duruma işaret etmelidir. "ODTÜ mezuniyet törenine katılacaklar, ortalığı karıştıracaklar" diye bir 112 ihbarı uygunsuz kullanımdır. Bu nedenle ciddiye alınmamalı, aksine ihbarı yapana gereksiz kullanım nedeniyle yaptırım uygulanmalıdır.
Çünkü 112, "terör ihbar hattı" değildir. Oysa devlet aklı, 112 Çağrı Merkezi'ne, hem de isimsiz yapılan bir ihbarı gözaltı için uygun bulmuştur. Bu kabul edilemez uygulama, sağlık hizmetlerine gündelik siyasetin ve politikanın dahil olması sonucunu doğuracaktır.
Fark ettiniz mi bilmiyorum ama birkaç gün önce Adalar'da yaşanan garip bir fişleme olayı haber oldu yurdumun havuzlaşmamış medyasında. Habere göre Adalar'da çalışan bir aile hekimi yetkisi olmadığı halde yüzlerce hastanın kişisel verilerine ulaşmıştı.
Bilindiği üzere hekimlere başvuran hastaların hastalıkları, öz ve soy geçmişleri, kullandıkları ilaçlar ve sağlıklarıyla ilgili tüm detaylar elektronik hasta dosyalarına kaydedilir. İddialara göre aile hekimi, o güne kadar kendisine başvurmamış hastaların da mahrem bilgilerine ulaşmış ve yine iddialara göre ulaştığı verileri yaymıştı. Hatta kimi çalışanlar hakkında "Şu ilacı kullanıyor. Bakanlığa söylesem görevden alınır" şeklinde beyanatlarda da bulunmuştu.
Memlekette resmi ve gayri resmi güvenlik teşkilatının fişleme yaptığını biliyorduk. Ama bir hekimin emniyetin dahi ulaşamayacağı son derece mahrem sağlık bilgilerini temin edip bunları kullanmaya kalkışmasına muhtemelen ilk kez şahit oluyoruz. Hiç kuşkusuz hekimin bu tutumu, ülkenin tepeden tırnağa fişleyici ve ihbarcı zihniyete gark olduğuna işaret ediyor.
Ne yazık ki yaşanan ihbar rezilliği sadece hekim kaynaklı olarak yürürlükte değil. Örneğin Kayseri'de bir diş hekimi, F.E isimli bir kişi tarafından 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra FETÖ/PDY üyesi olarak ihbar edilmişti. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada beraat eden doktor hakkında ihbarda bulunan tanık F.E ise; hekimi tanımadığını, ancak darbe girişimi sonrası "duygusal olarak" ihbar ettiğini, çünkü "hastasının çok fazla olduğunu" ifade etmişti.
Benzer biçimde Ankara İl Sağlık Müdürlüğü'nün eğitim çalışmalarında, kongrelerde ve seminerlerde gösterilmek üzere hazırlanan tanıtım filminde de hasta rolünü oynayan kişinin "FETÖ elebaşına benzerliği nedeniyle" soruşturma açılmış ve üç kişi açığa alınmıştı.** O dönem Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan incelemede 1 dakika 56 saniyelik görüntüde otuza yakın gizli mesaj saptanmıştı.
Gerek Adalar'daki fişleme iddiası, gerekse çok hastası olan hekimin ihbar edilmesi, gerekse de Sağlık Müdürlüğü'nün tanıtım filminin gündelik siyaset açısından ele alınması sağlık hizmet alanının büyük kötülükten yeteri düzeyde korunamadığına ve sağlık alanının giderek gündelik politikanın yarattığı hezeyana teslim olduğuna işaret ediyor.
Son olarak yakın bir zaman önce Cizre'de bir hekim ve üç hemşire "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan tutuklandı. Söz konusu tutuklamanın gerekçesi; dört sağlık çalışanının, 2015 yılında Cizre'deki sokağa çıkma yasakları sırasında hastalara sağlık hizmeti sunmuş olmalarıdır.
Yanlış okumuyorsunuz; 2019 Türkiye'sinde dört sağlık çalışanı, mesleklerinin gereğini yaparak hastalara sağlık hizmeti sundukları için tutuklandılar.
Tıpkı diş hekimi Eren İlhan'la tedavi ettiği hastaları arasında geçen WhatsApp yazışmalarının, bilirkişi görüşünün aksine "şifreli yazışma" denilerek hastaları tedavi eden diş hekiminin tutuklanması gibi.***
Çünkü devlet aklı, onlardan hastalar arasında ayrım yapmalarını ve kendisinin "terörist" saydığı kişilere hasta olunca sağlık hizmeti sunmamalarını talep ediyor.
Çünkü devlet aklı, sağlık hizmet alanının özgünlüğünü ve tarafsızlığını yok etmek istiyor.
Oysa hekimliğin rengi hakî değil, beyazdır. Tüm renkleri bünyesinde toplayan beyaz...
2016 yılının bütçe görüşmeleri sırasında yaşanan "hastanede tedavi gören teröristler" tartışmasında dönemin sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu haklı olarak, "Dağda benim askerimi şehit eden teröristi bile tedavi etmek benim görevimdir. (...) Ben tedaviye ihtiyacı olanın kim olduğuna bakmam. Tedaviye ihtiyacı varsa onun tedavisini yaparım. Suçluysa o güvenliğin görevidir. Dolayısıyla buradaki temel duruşumuz insanı yaşatmaktır, sağlığa ihtiyacı olana sağlık hizmetini vermektir" demişti.****
O zaman sormak gerekmez mi: Ne değişti 2016'dan bu yana?..
Hekimlik mesleğinin etik değerleri olduğu yerde duruyor ama Türkiye bugün hızla başka bir yöne doğru uçarcasına savruluyor.
Ama herkes bilmelidir ki; sağlık çalışanları savaşta da barışta da herkese sağlık hizmeti sunmaya mecburdurlar. Kendi onurları üzerine içtikleri yemin gereği hastaları arasında gündelik siyaset ve politika nedeniyle ayrım yapamazlar.
Ayrım yapmalarını isteyenler olursa, isteyen kim olursa olsun -ister devletler, ister örgütler- hiç düşünmeden o isteği reddederler. O isteğe karşı direnirler. Otoriterliğin, totaliterliğin, diktatörlüğün ve faşizmin sağlıksızlık olduğunu bilerek sağlıktan, yani demokrasiden yana taraf olurlar.
Dün de bugün de yarın da...
*ODTÜ'lü öğrenciye 112 acil servis ihbarıyla ev baskını
**Tanıtım filmindeki 'FETÖ' benzerliği soruşturma nedeni oldu
***Tutuklu yargılanan Diş Hekimi Eren İlhan: Kürt olmam güçlü bir delil!