D_Masthead_970x250
"Post-insan” mı demeliyiz bu bedensiz ve ölümsüz yazılıma?

İlk insanı, Afrika kuyruksuz maymunlarından ayıran özellik neydi?

Bu sorunun yanıtı kesin değil. Rivayetler muhtelif...

Ancak muhtelif rivayetler arasında yer alan iki özellik var ki bir adım öne çıkıyor: Baş parmağımız ve dilimiz.

Gerçekten belki de bizleri insan yapan baş parmağımızdır. Ya da belki de konuşabilmemiz, bir dile sahip olmamız...

Belki de bu nedenle elimiz ve dilimiz, beyinde bedenimizin organlarının kontrol edildiği motor kortekste kendi ebatlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde büyük yer kaplar.

Öyle ya beyin, insanı herşeyden daha fazla el ve dil olarak görür. Eğer insanın organlarını, beyinde “homunculus” adı verilen bölgedeki önem sırasına göre çizersek, bedenimizin hemen tamamının el ve dil olduğunu görebiliriz..

Çünkü insan herşeyden önce eldir: O el ki, baş parmağın diğer parmakların karşısında konumlanması sayesinde taşı kavramış, yontmuş, cilalamış, işlemiş ve alet yapmıştır.

İnsan herşeyden önce dildir: O dil ki, sayesinde öteki insanlarla iletişim kurmuş, sosyalleşmiş ve ilk insan topluluklarını var etmiştir.

Kim bilir, uygarlığın uzun yürüyüşünde belki el ya da dil sayesinde insanlaştık.

Pekiyi ama üçüncü bin yılın dünyasında bizleri yapay zekâdan ayıran özellik nedir?

Bilenler bilir, İngiliz bilim insanı Alan Turing tarafından geliştirilmiş bir testle insan makineden ayrılır. Eğer yapay zekâ, sadece yazılı bir sohbette kullandığı ifadelerle insanın yazdıklarından tutarlı biçimde ayırt edilemiyorsa Turing testini geçmiş sayılır.

Başka bir ifadeyle; Turing testini geçen bilgisayar programının, insan sınırlarına ulaşmış olduğu kabul edilir.

Pekiyi ama insanı, yapay zekâdan ayıran özellik nedir?

Sözcükler, Sözcükler, Sözcükler

Wittgenstein, “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” demişti. Belki de insanı, yapay zekâdan ayıran özellik dilimizin sınırlarıdır. John McCoy ve ekibi, işte bu sınırı araştırdılar (McCOY JP, Uilman TD, A Minimal Turing Test, J Exp Soc Psychol, 2018): İnsanı yapay zekâdan ayıran o sınırı, o tek kelimeyi bulmak istediler.

İlginç ama araştırma kapsamında sordukları 1000 kişi, “sevgi”, “şefkat”, “insan”, “hoşnut etmek” ve “merhamet” kelimelerinin insan için ayırt edici olduğunu ifade etmiş.

Daha sonra araştırma ekibi, en çok önerilen bu kelimelerden ikili farklı kombinasyonlar yaratarak, kendilerinin oluşturdukları eşleşmelerden hangisinin insan, hangisinin bilgisayar tarafından önerildiğini deneklerden tahmin etmelerini istemişler.

“Bok” sözcüğü, bu kez testi geçen kelimeymiş. Deneyde ortaya çıkan kelimeler arasından McCoy’ın favori kelimesi ise “ımmm...” olmuş.

Çok açık ki; söz konusu araştırma, olumlu ya da olumsuz içerikte olduğu fark etmeksizin, duyguları provoke eden kelimelerin insanı makineden ayıran özellik olduğuna işaret ediyor.

Belki de Homo habilis’ten farklı olarak artık biyolojimiz değildir bizi insan kılan. Aksine kelimeyi sözlük anlamı dışında kullanabilmek ve ağız dolusu galiz küfredebilmektir bizlerin alametifarikası.

Belki de üçüncü bin yılda ne kadar zeki olduğumuz, ne kadar işlem kapasitesinde olduğumuz, ne kadar özveriyle çalıştığımız ya da neler ürettiğimiz değil, aksine var olup sosyalleştiğimiz kültürle ne kadar hercümerç olduğumuz ve bu sayede ona ne kadar vakıf olduğumuzdur insan kalabilmemizin ölçüsü...

Gelecek

Pekiyi ama gelecekte de bu ayrım aynı biçimde mi sürecek? Yoksa teknoloji devrimi ve nesnelerin interneti, önümüzdeki yüzyılda insanın makineden ayrımına son mu verecek?

Kuşkusuz bu sorunun yanıtı insanın neyi istediğine bağlı. Çünkü aşikâr ki, önümüzdeki yüzyılda bedeninden vazgeçmeyi göze alan insana sonsuz yaşamın kapıları (yeniden) açılıyor. Evet çok uzak olmayan bir gelecekte sanal alemde bir algoritma olarak sonsuza kadar bedensiz var olabilir insan.

Ya da artık “post-insan” mı demeliyiz bu bedensiz ve ölümsüz yazılıma?

İster insan, ister post-insan olarak tanımlansın, asıl sorun bu teklife onun nasıl yanıt vereceğidir.

Biliyoruz ki, günümüzden 200 bin ile 28 bin yıl önce Orta Paleolitik Dönemde yaşayan Neandertal insanından bu yana ölüleri gömen bir uygarlığa sahibiz.

Neden ölülerini gömüyor insan?

Çünkü Neandertal insanından beri sonsuza kadar yaşamayı arzuluyor. Zaten bu isteği Tanrıyı icat etmesine neden oldu. Onun sayesinde bu dünyada değil ama öteki dünyada ölümsüzlüğe kavuştu.

Gelin görün ki, Tanrı’nın men ettiği meyveyi yiyerek bilmeye muktedir oldu ve rahatını kaçırdı. Öyle ya bilgi, Tanrı’ya olan inancı sarstı ve bir kez daha insanı ölüme mahkûm etti.

Tarihin uzun yürüyüşünde “uygarlığın huzursuzluğu”nu, varoluşun “kaygı”sını, “bu dünyaya fırlatılmış” olmanın saçmalığını ve “varoluşsal bunaltı”yı; düşünmenin var ettiği Kartezyen Felsefe ile gidermeye kalkıştı. Ancak kendisinin özne haline gelişinin modernist bir kurgu, bir yalan olduğunu anlamasıyla dünyası bir kez daha başına yıkıldı.

Bir süre içine düştüğü varoluşsal depresyondan, dünden ve yarından kopuk biçimde “anı yaşayarak” çıkmaya kalkışsa da, benliğinde açılan ölüm yarası, hazzın tatminine ve tüketimine indirgenen bu çağda da kabuk bağlamadı. Aksine kanamaya devam etti.

Hâlâ kanıyor... Derinden ve inceden kanıyor.

Oysa teknolojik gelişmeler, dünün Tanrı ve Tanrılarının bir daha geri gelmeyeceğini, o nedenle onları unutması gerektiğini, ancak bedeninden vazgeçebilirse bizatihi kendisinin Tanrısallaşabileceğini fısıldıyor insana. Baştan çıkarıcı bir davet bu. Çünkü kanayan yarası belki bu sayede kabuk bağlayabilir. Belki bu sayede ölümsüzlük (yeniden) mümkün hale gelebilir.

Pekiyi ama insan, bedeninin arzularından vazgeçerek, özsüz ve akışkan biçimde de olsa uygarlığın Tanrısallaşma teklifini kabul edecek midir?

Kabul etmeli midir?

Devletlerin ve ulusötesi şirketlerin bir sonsuzluk ütopyası olarak parlattığı bu davete icap etmeli midir?

Makineleşen bir insan olarak, zaman içerisinde öğrenmeyi öğrenen yapay zekânın kendisine, geleceğe ve kâinata yön vermesine izin vermeli midir?

Bilgiyi enformasyona, hayatı dataya, varlığı rasyonel bir algoritmaya indirgemiş bir körlüğe teslim olmalı mıdır?

Hasılı kelam; var oluşunun, o yasaklanmış meyveyi yiyerek Tanrıya karşı etik bir başkaldırıyla mümkün olduğunu unutarak, milenyum çağında teknolojiye mührünü vuran kapitalizme boyun eğmeli midir?

Eğer bunları yaparsa; insan olarak kendisini yapay zekâdan ayıran özellikler ve kendisini var eden sözcükler cyborg döneminde silikleşecek, daha sonra da tümüyle silinecektir.

İşte o gün, insan, kendisini insan yapan sözünü ve o sözü var eden kültürünü yitirecektir.

İlgili İçerikler