Asayiş ve iç-işlerimizi en çok bozan erkeği çıldırtmak pahasına Las Tesis memleketin her bir köşesinde...
Kadınlar her yerde eril uygarlığa, onun imkânsız iktidarının peşinde olanlara ve bu uygarlığın koruyup kollayıcılarına "Tecavüzcü sensin" diyorlar hiç çekinmeden.
Ne mutlu ki onlar sayesinde 2020'yi umutla karşılıyoruz.
Zaten 2019'u da yine bir kadın direniş öyküsüyle karşılamıştık. Hatırlarsanız adet gören kadınların Hindistan'ın Kerala eyaletindeki Sabarimala Tapınağı'na giriş yasağı, 2019'un ilk günlerinde iki Hintli kadının tapınağa girmesiyle son bulmuştu.
Tahmin edeceğiniz üzere o tapınağa girmek de hiç kolay olmamıştı. Hindu erkek rahipler ve Hindistan'ın devlet erki, "tapınağın regl kanı ile kirlenmemesi" için çok direnmişlerdi. Ama eril dünyanın koruyup kollayıcısı olan kolluk sistemi ve hukuk, kendileriyle çatışmayı göze alan, 620 kilometre uzunluğunda insan zinciri yapmış 5 milyon kadın karşısında çaresiz kalmışlardı. Bindu Ammini ve Kanaka Durga, tapınağı, dünyadaki milyarlarca kadın adına bacak aralarından sızan kanla ziyaret etmişlerdi.
Hiç kuşku yok ki bu "ziyaret", yaşama hayat veren dişiliğin kabulünün ötesinde, her 18 saatte bir kadının tecavüze uğradığı Hindistan'da kadın erkek eşitliğine yönelik atılmış çok büyük bir adımdı aynı zamanda.
Ne bu memlekete egemen olan İslama, ne de Ammini ve Durga'nın yaşadığı topraklara hükmünü nakşeden Hinduizm'e indirgenemez kadın düşmanlığı. Çünkü patriyarka, tüm toplum ve dinlere içkindir. Örneğin kitaplar Mısır'da M.Ö. 25'te "En meşhur ailenin en güzel kızını Zeus'a adarlar... Kız fahişe olur ve istediği kişiyle cinsel ilişkiye geçer, ta ki bedeni (adet görerek) arınana kadar. Arınmadan sonra bir adamla evlendirilir ama (...) evlilikten önce onuruna evde bir yas töreni yapılır" yazar...
Biliyoruz ki her toplumda erillik, kutsallık hikâyeleri eşliğinde adet gören kadını mülk edinmek ister. İşte bu nedenle ensestin yaygın ve kimi hayvanlarla seksin doğal olduğu, tapınak ve tavernalarda seks ayinlerinin düzenlendiği ve hatta evli kadınların "tapınak fahişesi" görevi olduğu Mezopotamya antik uygarlığında dahi evli kadının kocasına, evlenecek çağdaki kadının ise babasına getireceği mali (ve sosyal) kayıplar nedeniyle kadınlara seks yasağı konulmuştur.
Aslında lanetli bu öykü tarih-öncesi dönemde başlamıştır. Semavi dinler açısından ise tarihler M.Ö. 1047'yi gösterdiğinde Filistin kıyı şeridinde, komşu etnik kabilelerle savaş halindeyken yok olma tehlikesi yaşayan İbrani kabilelerinin Tanrısı buyurur: "verimli olup çoğalın" (Tekvin 1 : 28).
İşte o günden sonra eşcinsellik gibi çoğaltmayan her cinsellik yasak, sünnet gibi çoğalmayı sağlayan edimin "yan etkisi" olan hazzı azaltan her girişim emir sayılacaktır. Eski Ahit, Yeni Ahit ve Kuran...
Kadını üremeye indirgeyen bu akıl(sızlık), M.Ö. 1047'de komşularla savaşan bir kabilenin yok olma kaygısından başımıza musallat olmuştur yani. O nedenle barışta saklıdır patriyarkanın ilacı...
Öğreniyoruz ki; antik Atina'da erkeğin şerefi korunduğu ve oğullara miras aktarımı garantiye alındığı sürece cinsellik serbestti. Sparta'da ise -Atina'nın aksine-, kadınların eşlerine sadık kalması kuralı yoktu. Hatta Spartalı yaşlı erkekler, genç hemcinslerinden eşlerinin içine "iyi tohum" bırakmalarını isterlerdi.
Çünkü Sparta'da evlilik -Atina'nın aksine-, erkeğe (kocaya) değil, devlete savaşçı sağlamayı amaçlayan bir kurumdu.
Atina ve Sparta... Erkek ve devlet mülkiyeti...
Açık ki her ikisinde de mülkiyet biçimi seks hukukunu belirliyordu. Açık ki her ikisinde de kadın kaybedendi. Zaten o gün bu gündür erkeklerin ve devletin kazandığı her yerde kadınlar kaybediyor. Örneğin 2019 Türkiye'sinde!
Öyle ya kadınların kendi özgürlükleri için attıkları dev adımlardan, homofobik, transfobik ve kadın düşmanı mevcut eril siyasi iktidarın korkması ve onları öldürerek bu özgürleşme çabalarını boğmaya çalışması ile -tıpkı Atina ve Sparta'da olduğu gibi- eril devlet mülkiyeti arasında neden sonuç ilişki sizce de yok mu?
Ama ne iyi ki Miletli Aspasia'nın damarı da devam ediyor bu topraklarda. O ki meşhur bir "sosyete fahişesi"dir... Eve kapanmayı reddeden, Sokrates'in retorik öğrensinler diye öğrencilerini yanına götürdüğü bir "hoca"dır. Siyaset adamı Perikles'in onu savunmak için jüriye ağlayıp yalvardığı bir metrestir o...
O bir ikon kadındır tarih öncesinden günümüze ışık tutan.
Öte yandan Antik Roma'da her kadının belirli bir erkeğe ait olduğunu biliyoruz. Vesta rahibeleri ise bütün Romalı erkeklere, yani Roma devletine aitti. Anlaşılan kadın tarih boyunca hep bir başkasına ait!
Garip olan; devlete ait oldukları için Vesta rahibelerinin seks yapmasının yasak olması... Anlaşılan Roma devleti de günümüzün fobik eril devletleri gibi seksten çok korkuyordu. Hatta korkusu o düzeye ulaşmıştı ki, yasağı ihlal eden Vesta rahibelerini diri diri toprağa gömüyordu. Tarih bir kez daha gösteriyor ki; devletler hep erkektir ve erkekler tarih boyunca hep cinayet işlemişlerdir –tıpkı T.C. gibi.
Altıncı yüzyılda koyu Hristiyan Bizans İmparatoru Justinian'ın, karısı Theodora'nın zorlamasıyla, genelevleri kapattığını, işletmecilere ceza verdiğini ve genelevde çalışan fahişelere özgürlük sunup onları yaşamaları için Marmara Denizi'ndeki Tövbe Manastırı'na (Metanoia) gönderdiğini biliyoruz.
Dikkat edin Justinian'ı bu adımlar için zorlayan bir kadın olmuş. Ne de olsa her ağacın kurdu kendisindendir. Tıpkı Sabarimala Tapınağı'na giren Kanaka Durga'nın, işlediği "günah" nedeniyle kayınvalidesi tarafından kalasla dövülüp evden atılması gibi...
Çok açık ki, bu dünyada özgürlüğü kazanmak için bedel ödemek gerekiyor. Justinian'ın yaptığı gibi "sunulan" özgürlük ise tutsaklık anlamına geliyor. Gerçekten de muktedirin özgürlüğüne nail olup "Tövbe" Manastırına kapatılan fahişeler, kendilerine dayatılan iffetli Hristiyan yaşamından öyle yılmışlardı ki kendilerini uçurumdan atıp ölmeyi tercih ettiler...
Şaşırdık mı? Şaşırmalı mıyız? "İffetli Hristiyan" yaşamı karşısında fahişeliği istemeleri Viktoryen duyarlılığımıza fazla mı ağır geldi? Ağır da gelse fark edelim hayatı "iffetsizlerin" değiştirdiğini, insanileştirdiğini, özgürleştirdiğini...
Ve Orta Çağ karanlığı... Kadına yönelik tecavüzün eğer hamilelikle sonuçlanmışsa Orta Çağ hukukunda cezalandırılmadığı bilinmekte. Çünkü dönemin kabul gören "iki tohum" kuramına göre çocuğun olabilmesi için hem erkeğin hem kadının "boşalması" gerekliydi. Dolayısıyla eylem sonrası eğer hamilelik oluştuysa, yaşanan tecavüzden haz alan ve bu nedenle "boşalan" kadın mağdur sayıl(a)mazdı...
Ne tanıdık bir "gerekçe" değil mi...
Her ne kadar günümüz Türkiye'sinde "iki tohum" kuramı hukuken geçerli olmasa da davalarda kadının tecavüzcüsüne "yeterince" direnmemesi gerekçe edilerek haz kavramı üzerinden pek çok erkeğin düşük cezalar alması sağlanıyor. Daha kötüsü; tıpkı Orta Çağ karanlığında olduğu gibi, tecavüzcüsü ile evlendirilmek yoluyla tecavüzcünün cezadan kurtulmasının sağlanması amaçlanıyor.
Günümüz Türkiye'si ile başka bir benzerlik konusu ise erkeğin seks alemlerine "Tanrı"nın verdiği "ilahi izin"lerdir. Mastürbasyonun, eşcinselliğin ve oral seksin İsa'nın takipçileri tarafından cezalık bir suça dönüştürüldüğü Orta Çağ'da hayvanlarla seksin ya da gerdek gecesinde sevişmenin yolu kiliseye para ödemekten geçiyordu. Gerçekten de kilise, ödeme sonrası "ilahi izin" veriyor ve bu sayede bir yandan kilisenin kasaları dolarken, diğer yandan erkekler de cezaya çarptırılmadan seks yapıyorlardı (ancak insanla seks yapmaya maruz kalan hayvan, kiliseye para ödeyemediği için seks sonrası öldürülüyor ve etleri köpeklere veriliyordu).
Ne dersiniz; farklı inançlara sahip toplumlarda toplumun inancına göre Tanrı'nın adı değişse de içerik (uygulama) aynı kalmıyor mu? Örneğin İslam dünyasında da "ilahi izin" uygulaması farklı biçimler ama aynı ticari saiklerle yürürlükte değil mi? Adına Türkiye denilen bu ülkede kendisini din konusunda yetkili gören pek çok küçük muktedir, verdikleri fetvalarla erkeklerin her türlü şiddeti ve iğrençliğini kendilerince "Allah" ve "İslam" korumasına almıyorlar mı?
Türkiye'de nikah akdinin kim tarafından yapılacağı bir dönem ciddi tartışmaya konusu olmuştu hatırlarsanız. Oysa biliyoruz ki tarihte 1563'den önce resmî nikah yoktu. Dahası geçmişte çiftler evlenmeden önce birbirlerine yetip yetmedikleri konusunda "test sürüşü" yapıyorlardı.
Ancak gelin görün ki bu "deneme" döneminin ne kadar süreceği ve iktidarsızlık iddiaları, evliliğin başlangıcının egemen tarafından belirlenmesini doğurdu. O andan sonra papaz eşliğinde yapılan resmî tören evliliğin başlangıcı sayıldı.
İktidarsızlık davalarında ise bilirkişi, işin ehli olarak görülen fahişelerdi ve onların iddiaya konu edilen şahısla yaşadıkları fiili deneyim sonuçlarına göre karara varılıyordu. Hiç kuşkusuz tarihte fahişelik hemen daima olumsuz bir gözle değerlendirildi. Ancak Oxford Üniversitesi rektörüne yetki verilene kadar fahişelik çoğu zaman yükseköğretim kurumlarının yanında icra ediliyordu. Rektörün büyük bir mutlulukla uygulamaya koyduğu sürgünden önce retorik ve teoloji alimleri üniversitelerin üst katında ders verirken, öğrenciler alt katlarda fahişelerden dersler alırlardı.
Türkiye akademisinin geldiği noktayı dikkate aldığımda bu durum keşke sürseydi diyorum. Belki "cehaletin babaları" akademisyenler (hele ki rektörler), bu sayede emek vererek kazanma, mesleğinin hakkını verme ve öğrencisini – meslektaşını egemene satmama konusunda seks işçilerinden bir şeyler öğrenebilirlerdi.
Öte yandan bilenler biliyordur günümüzde genelevler "kamu sağlığı" için tıp kurumu tarafından kontrol altında tutulmakta ve denetlenmektedir. Pekiyi ama size de garip gelmiyor mu; zorlukla geçinen seks işçilerinin kamu sağlığı nedeniyle vesika ve muayeneye tabi tutulurken, onların müşterileri olan erkeklere hiçbir kontrol, vesika, muayene uygulanmaması...
Öyle ya neden seks işçileriyle yatan erkekler hiçbir "sağlık" muayenesine tabi değiller? Eğer sorun hastalık ve toplum sağlığı ise hastalık sadece kadınlarla mı bulaşmakta?...
Açık ki uygarlık bizim gibi ülkelerde seks arzusunu tatmin etmeyi günümüzde dahi sadece erkekler için "kamusal" bir ihtiyaç olarak tanımlıyor. Ve dahası yıkılası bu uygarlık, erkeklerin ihtiyaçlarını karşılayan kadınları "sağlık" gibi bir gerekçeyle kontrol altında tutmanın gerektiğini düşünüyor.
Bu konuda son olarak vurgulamak gerekir ki; ilahi güç karşısında aklın egemenlik kazandığı 18. yüzyılda, tarihten devralınan seks çerçevesi hekimler tarafından da bilimin gücüyle meşrulaştırıldı. Zaten dönemin kimi kitaplarında ticari zihniyetin bir yansıması olarak meniyi boşa harcamayıp "biriktirmek" olumlanırken, üremeye yönelik olmayan seksin hastalığa yol açtığı "bilimsel" bir gerçek olarak anlatılıyordu.
Yine bu meşrulaştırma nedeniyle 18. yüzyıl toplumunda lezbiyenlik sıklıkla "sorun" olarak tanımlanmadı. Çünkü o günkü toplumsal norma göre "fallus yoksa seks (de) yoktu". Yani iki kadın teknik olarak asla sevişemezdi. Ama yaşanan bu lezbiyen "dostluklarda" taraflardan birisinin "deri penis tertibatı" kullandığı durumlarda var olan bu "hoşgörü" acımasız bir hukuki şiddete dönüşüyordu. Çünkü "tertibat" kullanan kadın, "erkeklere özel duhulün ayrıcalığını gasp ederek" onulmaz bir suç işliyordu.
Acı ama toplumların kimi dinamikleri hızla değişirken zihniyetleri o hızda değişim göstermiyor. Baksanıza hâlâ cinsel istismar ve tecavüz davalarında "duhulün olup olmadığına" göre hukuk cezayı belirliyor. Hekimler de ne yazık ki bu işleyiş nedeniyle ruhsal yönden tarumar edilmiş mağdurların bedenlerinde duhül izlerini arıyor...
Türkiye'de uzun sayılabilecek bir süredir katı bir muhafazakâr norm ve onun tahakkümü egemen. Daha kötüsü ona karşı olduğunu iddia eden siyaset de kimi zaman benzer bir körlükle malûl. O nedenle bu ortamda boğulmamak için kadınların yaptığı gibi aforoz edilmeyi göze almak gerekli. Ahlâkı ve iffeti kaybetmek gerekli...
Yeni bir yılın şafağının görüldüğü şu günlerde ifade etmek gerekir ki; 2020 Türkiye'sinde seksi konuşabilmek çok önemli, gerekli ve hayati. "Sevişmeyin, üreyin" diye vaaz eden egemen karşısında sevişmenin mutluluk ve en temel insan hakkı olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak çok değerli.
Ama sadece bu kadar değil... Görmek zorundayız ki seks gibi "en kişisel" ve "en mahrem" kabul ettiğimiz durumlar dahi, içerisinde birey olarak varolduğumuz toplumun egemenleri tarafından kirletilmiş durumda. Bu bağlamda eğer seks konusunda bir "kir"den söz edeceksek; o kir, kadının bacak arasından sızan kanda değil, egemenin dilinden sızan sözde saklı...
Öte yandan 2020'den umutlu olmak için çok neden var. Baksanıza her yer Las Tesis, her yer direniş...
Ve hiç kuşku yok ki bir gün yıkılacaktır bu eril mülkiyetçi varoluş. Ama o güne kadar binlerce yıllık birikimiyle çürüyüp kokuşmuş bu eril ahlâkın karşısında "orospu"larla, iffetsizlerle, namussuzlarla yan yana ve omuz omuza saf tutmak gerekiyor.
Referans: Berkowitz E, (Çeviri: Düz O), Seks ve Ceza, Kolektif Kitap, 5. Baskı, Mayıs 2016.