İğneden ipliğe, eğitimden sağlığa pek çok alanda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temel aktör olarak görev üstlendiği bir devlet politikası yürürlükte.
Anlaşılır bir durum: Deizme kayanlar, başörtülerini çıkaranlar ve son dönemlerde muhafazakâr gençlerde artan K-pop sevgisi kimileri için fazlasıyla korkutucu. Hele ki BTS müzik grubunun, toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir yansıması olarak kendisini “tüm cinsiyetlere eşit mesafe” olarak tariflemesine imam hatipli kızlardan gelen ilgi ve sevgi dolu yaklaşım, camianın erkek egemenlerini iyiden iyiye telaşlandırıyor.
İşte bu panik ortamıyla tümüyle “tesadüf” olacak biçimde Yükseköğretim Kurulu Başkanı Yekta Saraç, “toplumsal değerlerimize uygun olmadığı ve toplumca kabul edilmediği” için “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”nin değiştirileceğini ve bu kapsamdaki derslerin içeriğinin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” yerine “Adalet Temelli Kadın Çalışmaları” anlayışı çerçevesinde belirleneceğini ifade etti.
Erzincan’da din görevlileri ile buluşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ise “İnsanların harama gitmesine biz engel olacağız” diyerek, haram hayatın örneğini bir kez daha tütün kullanımından verdi: “Sigaranın haram olduğunu milletimize anlatmalıyız”!
Anlaşılan hayatımız bundan sonra, özellikle tütün bağımlılığı gibi meşruiyeti tartışma götürmeyen bir konunun da yardımıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın helali tebliğ eden misyonerleri eşliğinde, haram karşıtlığında ve eşitlik yerine adaletin ikâme edileceği bir zeminde şekillenecek.
Ancak dikkat ettiniz mi; gündelik yaşamın akçeli işleri söz konusu olduğunda bu helal / haram değerlendirmesi ya hiç yapılmıyor, ya da örneğin sigorta sisteminde olduğu gibi kapitalizme abdest aldıracak biçimde kılıfına uyduruluyor.
Sigorta sistemi, insan uygarlığının üçüncü bin yılının alameti farikası olmalı. Öyle ya her bir şeyimizi sigortalıyoruz.
Ödümüz kopuyor arabamız çizilir diye ve mecburen arabamızı sigortalıyoruz. Evimizi sel basarsa, olmadı yangın çıkarsa, olmadı hırsız girerse diye gözümüze uyku girmeyince mecburen evi de sigortalıyoruz. Para ve altınlar ise bankada ya da kasada zaten sigortalı...
Ama yetmiyor bu mal – mülk sigortaları. Hal böyle olunca da kaybetmekten en çok korktuğumuz şey olan sağlığımızı da sigortalıyoruz.
Oysa farkında değiliz ama sağlığımız için her ay vergi ödüyoruz. Bu yetmezmiş gibi üstüne üstlük bir de Sosyal Güvenlik Kurumu’nun kasasına giren sağlık sigortası primi ödüyoruz. Bu da yetmezmiş gibi sağlık kurumuna her başvurduğumuzda katkı payı adı altında ek para ödüyoruz. Hatta sağlık için o kadar fazla prim ödüyoruz ki, iki değerli meslektaşım oturup hesaplamışlar ve sağlık fonunun gelirinin giderden 76 milyar TL fazla verdiğini ve bu fazlanın Sosyal Sigortalar Fonu’na aktarıldığını tespit etmişler.
Yani devlet, bir yandan sağlık hizmetinde kullanılmak için yurttaştan topladığı primlerle deliklerini kapatmaya çalışırken, diğer yandan da her sağlık kurumuna her başvuruda ve her ilaç alımında “katkı payı” adı altında yurttaşın cebine elini uzatmaya devam ediyor.
Ancak gelin görün ki; büyük bir şevkle sigaranın helal mi, mekruh mu, haram mı tartışmasını yapan din âlimleri, yurttaşın cebinden çıkan bu paraların yorumuna dair tek söz etmiyor. Oysa hesaplamalar devletin, vergi ve prim dışında “katkı payı” adı altında yaklaşık yıllık 3 milyar TL civarında ek para topladığına işaret ediyor.
Ama doymuyor açgözlü devlet ve piyasa!.. Aksine “daha çok” diyor: Zorunlu ve “gönüllü” özel sağlık sigortalarını hayatımıza sokuyor.
Aç açıkta kalmamak ve hastalanınca sağlık hizmetine ulaşmak için vergi, prim, katkı payının dışında bir de özel sağlık sigorta primi ödemeye başlıyoruz.
Ancak yine de kendimizi güvende hissedemiyoruz.
Hatta ne kadar çok sigorta yaptırırsak, kendimizi o kadar az güvende hissediyoruz.
Hatırlarsanız yaklaşık bir yıl kadar önce memleketin güzide bir ilinin Ziraat Odası başkanı, tüm uyarılara rağmen çiftçilerin dinen caiz olmadığını düşünerek tarım alanları için sigorta yapmadığından yakınmış ve bu konuda fetva verilmesini istemişti.
Aslında istenen fetva, kurslarda ve yurtlarda çocukların taciz ve tecavüzüne ses etmeyen Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan çok önce gelmişti. 7 Nisan 2005 tarihinde toplanan “uhrevi” Kurul, ticari sigortaların caiz; kâr payı esasına dayalı çalışan birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sisteminin ise, yatırılan primlerin dinen helal alanlarda değerlendirilmesi şartıyla caiz olduğunu açıklamıştı.
Hatta Kurul kararında, dinin hayattan çıktığının bir işareti olarak, ticaret ve globalleşmeye de atıfta bulunmuştu.
Bu fetva, sigorta sistemine karşı eleştirel görüş beyan eden kimi din adamlarını hiç memnun etmese de sigorta şirketlerini fazlasıyla mutlu etmişti. Hatta kısa bir süre sonra Ankara’da bir sigorta şirketi çalışanlarına bu fetvayı dağıtmıştı.
Ama gelin görün ki, hayat dini hep zorluyor. Piyasa, dinden hep daha fazlasını istiyor...
Birileri düşündü ve dedi ki; eğer insanlar hemen her şeylerini sigortalatıyorsa, “en değerli hazineleri”ni neden sigortalatmasınlar?
Peki, insanın en değerli hazinesi neydi?
Bu dünyada en değerli hazine güçtü, iktidardı, tahakkümdü. O zaman insanın en değerli hazinesi de bunları sembolize eden penis olmalıydı(!)
O da sadece erkeklerde vardı.
Penis sigortalaması bu bakış açısıyla doğdu ve büyük bir ilgiyle karşılandı. Savaş ya da savaş durumu olmadığı şartlarda; arkadaş, sevgili, eski sevgili, karı, koca ve aile bireylerinden yönelecek eylemlerle olmamak kaydıyla, kökünden tam kopma halinde ödenecek 50.000TL tazminat ile penis korumaya alındı.
Peki, ama primlerin dinen helal alanlarda değerlendirilmesi şartıyla sigortaya caiz diyen Din İşleri Yüksek Kurulu penis sigortasına nasıl bakıyor?
“Globalleşen dünyada ticari sigortanın bulunmamasının risk olduğu"nu ve bu nedenle sigorta sistemini caiz bulan Din İşleri Yüksek Kurulu, penisini ticari olarak kullanan bir porno film emekçisi için ne düşünüyor acaba?
Yarın bir penis sigorta şirketi, tıpkı tarım alanlarında olduğu gibi bu konuda da bir fetva ve hatta hutbe yayınlamasını isterse ne yapacak Diyanet?..
“Eşref-i mahlûkat”ın bedeninin bir mal gibi pazarlanmasına, alınması ve satılmasına karşı çıkacaksa; sağlık sisteminde hastalıkları satılacak mala dönüştüren ve adına Sağlıkta Dönüşüm denilen bezirgân sistemine, hastaların bedenlerini puan ve paraya dönüştüren performans sistemine de söz söylemesi gerekmez miydi!
Öyle ya piyasanın hükmü açık: kâr için her yol mubah!..
Öte yandan penis sigortası, kapitalizmin aynı zamanda ataerkil olduğuna ve işleyişiyle erilliği yeniden inşa ettiğine de işaret ediyor. Öyle ya penis sigortasını piyasaya sürenlerin aklına vajen sigortası gelmiyor. Meme ise kadın sigorta paketlerine ancak kanser hastalığı ile girebiliyor. Tıpkı bilimin yıllar boyu penisin sertleşme sorununa milyarlarca dolar kaynak ayırıp, kadınların orgazm sorunlarını göz ardı ettiği gibi.
Hâsılı kelâm, piyasanın eşitliği parası olanlar için bile ancak eril sınıra kadar...
“Kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhu” olan din ise artık sadece “halkın afyonu”dur. Çünkü çoktandır piyasanın hükmüne amade olmuştur.
Çünkü çoktandır piyasa tanrısına hizmet etmektedir.
Açıklıkla ifade edelim ki; İslam’ın egemen yorumu, piyasa tanrısı karşısında çoktandır secde halindedir.