Geçen haftaki yazımda, dış dünya için kısa vadede en kolay hazmedilecek seçim sonucunun, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP) seçimden tek başına hükümet kurabilecek bir çoğunlukla çıkması olacağını belirtmiş, bu sonucun ortaya çıkması halinde piyasaların ilk tepkisinin olumlu olacağını yazmıştım. Dış dünyanın ve piyasaların ilk günlerde vereceği olumlu tepkinin devamının nasıl geleceğini ise iktidarın bundan sonraki yaklaşımının ve yeni AKP hükümetinin yapısının belirleyeceğini ileri sürmüştüm.
AKP seçimden beklenenin de ötesinde bir zaferle çıktı, Türkiye’de iktidarın kimde olduğu net bir şekilde anlaşıldı. Bu konudaki belirsizliğin ortadan kalkması Türk lirasının değer kazanmasına, borsanın yükselmesine yol açtı.
Piyasaların seçim sonuçlarına böyle tepki vermesi çok normal ancak dış dünyanın, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve bundan sonra yaşanabilecek gelişmeler konusunda hayli ihtiyatlı bir yaklaşım içinde bulunduğu da bir gerçek.
Derecelendirme kuruluşu Moody’s, seçim sonuçlarının siyasi belirsizliği azalttığını ancak Türkiye’nin kredi notunun bundan sonraki seyrinin, yeni hükümetin ekonomideki düşük büyümeye, yüksek enflasyona ve sermaye hareketlerindeki oynaklığa karşı nasıl bir strateji izleyeceğine bağlı olduğunu açıkladı. Moody’s, Yükselen Pazar ülkelerinin artan risklerinin Türkiye’deki bankaları da etkilediğini ve Türkiye’nin jeopolitik risklerle karşı karşıya bulunduğunu da hatırlattı.
Dış dünyada yapılan değerlendirmelerde, seçim sonuçlarının aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarısı olduğu yolunda yaygın bir görüş birliği var. “Siyaset sihirbazı” Erdoğan’ın bir “erken seçim kumarı” oynayarak büyük bir zafer kazandığı, ancak bunun farklı sonuçlara yol açabileceği belirtiliyor. Erdoğan’ın Suriye politikasında ve göçmen sorununun çözümünde Batılı dostlarını memnun edecek adımlar atabileceği, ancak ülke içinde otoriter bir rejime geçme eğilimini sürdürmesi halinde bunun Avrupa’da ve Batı dünyasında yaygın tepkilere yol açacağı vurgulanıyor.
The Guardian gazetesinin deneyimli yazarı Simon Tisdall, yandaşlarının “yeni Atatürk” diye yücelttiği, karşıtlarının “çakma Osmanlı sultanı” diyerek alay ettiği Erdoğan’ın şimdi Türkiye’yi kendi vizyonuna göre biçimlendirme şansını elde ettiğini ve neo-İslamist görüşlerini gelecek nesillere empoze etmek isteyeceğini belirtiyor.
Dünyanın önde gelen haber ajanslarından biri olan Reuters’da yer alan Peter Marino imzalı yorumda da, “Türkiye, Pazar günü yapılan seçimlerden sonra, 1923’de kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların tanımakta zorlanacağı bir ülke haline gelebilir”, deniyor.
AKP’nin ilk iktidar yıllarında Türkiye’yi “model ülke” olarak gösteren Batılı analistler şimdi Türkiye’nin Erdoğan’ın bölücü tutumu nedeniyle yönetilemez bir Ortadoğu ülkesi haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu vurguluyor.
Öte yandan dış dünyada, yeni kurulacak hükümette ekonomi yönetiminin kimlere teslim edileceği konusunda da kaygılı bir bekleyiş var. Ali Babacan ve Mehmet Şimşek gibi isimlerin göreve gelmesi halinde bu kaygıların giderileceği, Erdoğan’a yakın olan maceracı ekibin öne çıkması halinde ise kaygıların artacağı anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle 2013 yılındaki Gezi direnişinden bu yana sergilediği Batı karşıtı tutum ve AKP yönetiminin izlediği tutarsız politikalar nedeniyle, Türkiye’nin Batı dünyasında ve finansal piyasalarda itibar kaybına uğradığı ortamda, yeni AKP hükümetinin önünde büyük bir fırsat var aslında. Bu fırsat Erdoğan’ın hükmettiği bir Türkiye’den ve AKP yönetiminden büyük ölçüde umut kesilmesinden ve Türkiye ile ilgili beklenti eşiğinin çok düşük bir seviyeye çekilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Bu ortamda yeni AKP hükümetinin Batı dünyasındaki ve dış piyasalardaki olumsuz beklentileri boşa çıkarma yolunda atacağı küçük adımlar bile, sürpriz etkisi yaratarak olumlu sonuçlar doğurabilir.
İktidarın, toplumun geniş kesimini dışlayan ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan anti demokratik uygulamalardan derhal vazgeçmesi; savaşa değil barışa odaklanması; dış politikada iddialı maceralardan vazgeçip gerçekçi bir çizgiye dönmesi; Anayasa ve yasalar konusunda muhalefetin taleplerini dikkate alan uzlaşmacı bir yaklaşımı benimsemesi ve ekonomi yönetiminin Batı standartlarının önemini bilen kişilere teslim edilmesi bu sürpriz etkiyi yaratacak ilk adımlar olabilir ama kurulacak bir AKP hükümeti bu adamları atabilir mi, bilmiyorum.
Bu yazı Dünya gazetesinde yayımlanmıştır